3-AL-İ İMRAN
165-Bu böyle iken sizin iki katını isabet ettirdiğiniz
bir musibet size isabet edince, (yani sizin musibetiniz
düşmanınızınkinin yarısı iken) "bu başımıza gelen musibet nereden?"
dediniz. Bedir savaşında düşman yetmiş ölü ve yetmiş esir vermişti.
Uhud'da da müslümanlar hiçbir esir vermeyerek yetmiş kadar şehit
verdiler. Bu ölçü ile müslümanların Uhud'daki kaybı, müşriklerin
Bedir'deki kayıplarının yarısı kadardı. Bir de müslümanlar, müşrikleri
bir Bedir'de, bir de Uhud'un başlangıcında olmak üzere iki kere bozguna
uğratmışlar, müslümanlar ise bir kerecik bozulmuşlardı. Bu itibarla da
müşriklerin uğradıkları musibete bakarak müslümanların musibeti ikiye
karşı bir demekti. Hem müşriklerin musibetleri, müslümanların Bedir
başarıları olduğu halde; müslümanların musibeti, müşriklerin bir
başarısı değildi. Bu ise müslümanların fazlaca üzüntü ve hayretini
gerektirmiş ve bunu büyüterek: "Bu nereden?" diye bir endişeye
dalmışlardı. Bu soru, hadisenin ilmî bir bakışla tetkik ve tenkidi için
mesele ortaya atma kabilinden olabilirse de, diğer taraftan
münafıkların: "Muhammed'in vaadi tahakkuk etmedi, peygamber olsaydı bu
musibetler olur muydu?" gibi şüpheler ortaya atmaya çalıştıklarından,
burada mümin halkın fikirlerinin bozulma ihtimali de vardı. Buna göre
Cenab-ı Allah, olayın haddinden fazla büyütülmüş olduğunu
karşılaştırmak suretiyle göstererek sorusunun haksız ve yersiz olduğunu
soru üslubuyla hatırlatmak için (Âli İmran, 3/140) mazmununa işaret
ederek, sevinci gibi kederleri de değişen bu âlemde, bu halin şaşılacak
ve üzülecek bir şey olmadığı tarzında bir teselli etme cevabına
işaretle beraber, meselenin gerçek cevabını da açıklamak için buyuruyor
ki: Ey Muhammed cevap olarak şöyle de: O sizin kendinizden oldu. Bunun
sebebini ilk önce dışarda değil, kendinizde, emre uymamak, merkezi
terkedip ganimet hırsına düşmek gibi kötü irade ve hareketinizde
aramalısınız. Şu halde "bu nereden?" diye şaşıp ve üzüleceğinize,
nefsinizi ıslah edip, gelecek için hazırlanmalısınız. Çünkü Allah her
şeye kâdirdir. Kudret cümlesinden olmak üzere yolunda bulunanlara
başarı ihsan ettiği gibi, tersine gidenleri sefil de edebilir. Hatta
gizli hikmetlerinden dolayı, lütfunu kahr, kahrını lütuf şeklinde
gösterebilir. Bunun için üzüntülü ve müteessir olmakta mânâ yoktur.
Burada önce olayın sebep ve kaynağı kendileri olduğu ve bu şekilde
kulların fiillerinin kendi iradelerine dayalı bulunduğu tebliğ
olunmakla beraber; bundan insan iradesinin, ilâhî iradenin tersine
olarak olaylarda müstakil (bağımsız) olduğunun zannedilmemesi,
sebeplerin ve kulların iradesinin tesirinin, Allah'ın kudretine ve
iradesinin ilgisine borçlu ve bağlı bulunduğunun iyice anlaşılması için
ilavesinden sonra, doğrudan doğruya müminlere hitabı çevirmekle sorunun
cevabı şu şekilde açıklanıyor ki:
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |