8- işte onlar, bu kötü vasıflarla vasıflanmış olan o imansızlar yok mu işte onların son yatakları ateştir. Yani, o gönül verip yetindikleri ve mutmain olup huzura erdikleri dünya hayatı ve zevkleri böyle kendilerine kalacak değildir, cehenneme gideceklerdir: sebebi de kendi kazandıkları şeylerdir. Dünyada o ümitsizlik, o dünyaperestlik, o gaflet huylarını kesbetmiş olmaları ve gönül işlerinin en kötüsü bir çok mâsiyetlerin, günah ve fenalıkların kaynağı olan bu kötü huyların kazanılmasını alışkanlık edinmiş bulunmalarıdır. Bunlara karşılık:
9- İman edip salih ameller, imana yarışan işler yapanları muhakkak Rab'leri kendilerini, imanları sebebiyle dosdoğru muradlarına erdirecek. Naim cennetlerinde altlarından ırmaklar akacak, öyle bir nimet ve saadet akışı ki,
10- oradaki davaları, bütün dua ve nidaları sübhanekellahümme, yani Allah'ım sen ne yücesin, ne büyüksün diye dua etmek olacak. Çünkü yok olma tehlikesinden ve gelecek endişesinden kurtulmuş, Hakk'ın vaadine ermiş, rıdvana kavuşmuş, aynelyakin imanı geçmiş, hakkalyakin imana ulaşmış, artık başka bir istek ve arzuları kalmamış bulunacağından, duaları hep böyle, Allah'a, tesbih ve tenzih sunmaktan ibaret olacak ve orada tahiyyeleri, Allah'dan ve meleklerden aldıkları iltifat ve birbirlerine sundukları sağlık ve afiyet dilekleri, dil ucuyla söylenmiş, nezaket sözleri değil, selâm, hep selâm ve kayıtsız şartsız selâmettir. Hoşa gitmeyen bütün çirkinliklerden mutlak ve daimi bir selâmettir. Ve davalarının ahiri: dua ve niyazlarının sonu, hakikaten elhamdü lillahi Rabbilalemin "hamd, âlemlerin Rabb'inedir" demekten ibaret olacaktır. Her tesbihin, her duanın, her dileğin ve her türlü sevincin sonunda onlar "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diyerek sözlerini bitireceklerdir.
Bu ifade bilindiği gibi Fatiha Sûresi'nin başıdır. (Daha geniş izahat için oraya bakınız). Nimeti verene bir özel saygı ifadesi demek olan hamdin zevki, nimeti takdirden meydana gelen yüksek bir sevinç ve sürur ifade ettiği ve bunu açıkça dile getirdiği ve bunun mertebelerinin izahı Fatiha sûresinde geçmişti. Bundan dolayı burada nimetin ve nimeti verenin kadrini takdir edip, hakkına saygı göstermek zevkinin, Fatiha'dan anlaşıldığı üzere hidayet ve saadetin yalnızca başı değil, bütün nimetlerin ve saadetlerin sonucu, en son kemal mertebesi ve nihai gayesi olduğu ve bu suretle cennet nimetlerinin sonsuzluğu ve hakkın rızasının herşeyin üstünde olduğu gösterilmektedir. Cennet ehli naim cennetleri içinde, beşerin kalbine doğmamış olan ebedi nimetler ve lezzetlerle lezzet alır ve nimetlenirken dünya hayatında birçoklarının yaptığı gibi nimete sahip olma hırsıyla nimeti vereni unutmayacak veya alışkanlık ile nimeti hor görmeyecek, "O mahiler ki, derya içredir deryayı bilmezler." cinsinden olmayacak, nimetin kadrini hakkıyla bilecek, nimetleri vereni görecek, O'nun hakkını, şan ve azametini bütün zevkiyle duyacak ve gerçek tatminin nimete ulaşmakta değil, nimeti verene kavuşmakta olduğunu görecektir. Onun içn cennette hiçbir noksan ve hiçbir ihtiyaç bulunmadığı ve ibadet için mükellefiyet dahi bulunmadığı halde cennet ehli yine de en büyük lezzetin ve heyecanın Cenab-ı Kibriya'yı tekrim ve tenzih etmekle duyulacağını görecek, Allah'a dua ve senadan ayrılmayacak. Bütün dua ve davaları sadece Allah'ı tesbih ve tahmid olacak. Yaptıkları her duada, Allah'dan ve meleklerden tahiyyat ve selâm alarak bambaşka bir saadete erecekler şu halde dualarının hepsi mutlaka hamd ile sona erecektir. Dünya hayatında bu zevk ve lezzetin bir benzeri namazdır. Bundan gafil olan ve herhangi bir alay ve eğlence seyretmek için koşan çocuklar ve cahiller, namazı bir külfet sayarak ancak bir teklif ve baskı altında kılarlar ve başları dara düşmeden Allah'a dua ve ibadet etmezler.
Arifler ise bunu büyük bir zevk ve bir mirac bilirler. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'i "Namaz benim gözümün nurudur." ve "Namaz müminin miracıdır." buyurmuştur. Yine, cennet ehlinin bu zevkine dünya hayatında iken erişmiş olmak için müslümanlar tahiyyatları selam olduğundan, her dua ve ibadetin sonunda bir fatiha okurlar. Çünkü insanlar dünyada elde ettikleri ve alışkanlık haline getirdikleri yaşayışla ve ruh halleriyle ölecekler ve hangi halde öldülerse onunla dirilip haşrolacaklar. Ve bundan dolayı bir günü, mutlaka bir gecenin takip etmesi muhakkak ve sonucun da ölüm olduğu kesin olan bu dünyayla yetinip onunla tatmin bulan, Allah'a kavuşmayacağını zannederek yaşayanlar, ölümden sonra elim bir azab yeri olan cehenneme giderken, iman ehli ve şükür ehli olanlar selam ve selamet tezahüratları arasında "Hamd, âlemlerin Rabb'ı olan Allah'a mahsustur." diyerek cennete girecekler.
Şimdi, Allah'a kavuşmayı arzu veya ümit etmemek, dünya hayatına razı ve mütmain olmak Hakk'ın âyetlerinden gafil olmak, dolayısıyla seyyiatlarının sürüklediği şekilde işledikleri günah ve hatalarından dolayı hak ettikleri azabı, bir iyiliği acele elde etmek istercesine acele ederek: "Hani Allah öyle kadir ve kahhar da neden kâfirlere ve asilere hemen azabını vermiyor, ne diye tehir ediyor? Şimdiden hesabımızı görse ya, başımıza taş yağdırıverse ya!" mı diyorlar? Veya dünyada başlarına bir sıkıntı geliverse sabredemeyip "Allah canımızı alsa" mı diyorlar?
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |