5-MAİDE
6- Bu âyete, teyemmüm âyeti denilmiştir ki, Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'den rivayet edildiği üzere, adı geçenin gerdanlığının düştüğü seferde geceleyin susuz bir yerde kalınıp abdest almak mümkün olmadığından dolayı nazil olmuş ve bu gibi durumlarda abdest yerine teyemmümü emretmiştir. Gerçi bu âyet, ilk önce abdestin farzlarını tesbit etmekte ve böylece aynı zamanda bir "abdest âyeti" olduğu muhakkak bulunmakta ise de, abdest başlangıçta bu âyet ile meşru kılınmış olmayıp, ta Mekke'de namazla beraber farz kılınmış ve hatta İslâm'da hiçbir zaman abdestsiz namaz kılınmamış olduğu bilindiğinden, bununla abdestin farz oluşu doğrudan doğruya değil, taharet (temizlik) hükümlerini çıkarmada esas alınmak üzere, takrir yoluyla tesbit edilmiş ve bunun ismi abdestten çok teyemmüme dayandırılmıştı. Sahabeden Alkame b. el-Feğra (r.a.) demiştir ki: "Bu âyeti ininceye kadar Resullullah su dökmüş (küçük abdestini yapmış) olursa, abdest almadıkça ne konuşur, ne de selam alırdı. Biz söyleriz, o söylemez, biz selam veririz, o vermez ve almazdı." Yani Ebu Hayyan'ın da naklettiği üzere Resullulllah, bu âyetten önce abdestsiz bir iş yapmak şöyle dursun, söz bile söylemezdi. Şu halde bunun inişi abdestin her işi için değil, namaz için farzolduğunu açıklamakla Resulullah'a bir ruhsat ifade etmiştir. Anılan sefer, ifk (iftira) kıssasının ortaya çıktığı Benî Mustalik Gazvesi olduğuna, bunun da hicrî altıncı sene şaban ayında Hudeybiye seferinden önce vuku bulunduğuna göre bu âyet, Mâide sûresinin ilk inen âyetlerinden ve hatta bu sûrenin Hudeybiye'den sonra inmiş olduğu söylendiğine göre inişinin başlangıcı olan ilk âyeti demek olur. Fakat unutmamak gerekir ki, Nisâ sûresinde "Ey iman edenler, siz sarhoş olduğunuz halde namaza yaklaşmayın" (Nisa", 4/43) âyetinde de geçmişti.
KIRÂET: İbnü Kesir, Ebu Amr, Asım'dan Ebu Bekir Şu'be, Hamze, Ebu Cafer, Halefü'l-Âşir kırâetlerinde ( = lâm) cer ile esre şeklinde; geri kalanlarda yani Nâfi, İbnü Âmir, Âsım'dan Hafs, Kisai, Yakub kırâetlerinde nasb ile üstün şeklinde okunur. Nasb (üstün), ayaklarını, yüz ve el gibi "yıkayın" emrine bağlanmasında, cerr (esre) de "meshedin" hükmüne bağlanmasında açıktır. Ve bu iki kırâetin birbirine uyumu açısından bir mezheb ihtilafı ortaya çıkmıştır. Zira birine göre ayaklar yıkanacak, diğerine göre de mesh ile yetinilebilecek görünüyor. Bunun en güzel en doğru çözüm şekli, çıplak ayakların yıkanması, meşhur sünnet ile sabit olduğu üzere abdestle giyilmiş mest ve fotin üzerine de meshedilmesidir. Ehl-i sünnetin çoğunluğunun mezhebi budur. "Kaffâl Tefsiri"nde, sahabeden yalnız İbnü Abbas ve Enes b. Malik, tabiinden İkrime ve Şa'bi ve Ebu Cafer Muhammed b. Aliyyi'l-Bâkır'dan, "ayaklarda abdestin farzı, mesh" olduğu nakledilmiştir ki, Şia'dan İmamiyye'nin mezhebi budur. Bütün fakihlerin çoğunluğu ve tefsirciler ise, "ayaklarda abdestin farzı, yıkamak" olduğunu beyan etmişlerdir. Zahiriye'nin başkanı olan Davud-ı İsfahanî de: "Her ikisinin cem'i (toplanması) vacib" olduğunu söylemiştir ki, bu da Zeydiye imamlarından Nasır Lilhakk'ın görüşüdür. Hasenü'l-Basrî ile Muhammed b. Cerir et-Taberi de mükellefin, meshetme ile yıkama arasında serbest olduğunu söylemişlerdir. Bunların tartışması fıkıh kitaplarında genişçe yapılmıştır. Burada ancak şu kadar söyleye-lim ki, çıplak ayaklara meshetmeyi caiz görmek âyetin sonunda "sizi temizlemek istiyor" diye açıklanan temizlik hikmetine kesin olarak aykırı bulunduğu ve hele yıkanmamış kirli ayaklarla camilere girmenin, temizlik şöyle dursun, normal temizlik ile bile uyuşmasının mümkün olmadığı ortadadır. Nitekim ayaklarını güzelce yıkamamış ve ökçelerinde biraz kuruluk kalmış olanlar hakkında Resulullah "Vay şu ökçelerin ateşten haline" buyurmuş ve tekrar yıkanmasını emretmiştir. Bir de maksat mesh olsaydı gibi sadece demek yeterli olur. "Topuklara kadar" kaydına hiç de gerek kalmazdı. Bu da farzın esasının yıkamak olduğuna ve meshin buna dayanması lazım geldiğine işaret eder. Kısaca ayaklar hakkında yıkamak emri muhkem, mesh emri mücmeldir ve yüksek sünnet ile açıklanmıştır. tıpkı Nisâ sûresindeki gibi de okunmuştur. (Nisâ, 4/43 âyetine bkz.)
Ey iman edenler! Malum ya, imandan sonra ilk vazife namazdır. Siz namaza kalktığınız, yani namaza kalkmak istediğiniz zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayınız ve başlarınıza meshediniz, iki topuğa kadar ayaklarınızı da. Yani ayaklarınızı da yıkayınız, yahut mesli ise meshediniz. Bu temizlikler yapılmadan namaz, namaz olmaz. "Allah, taharetsiz hiçbir namazı kabul etmez". Buna "tuhûr: temizlik" ve "vudu: abdest" denilir ve işte abdestin farzı bunlardır. Ve görülüyor ki, bu da dört şeyden, ibarettir: Üç yıkama, bir mesh. İmam Şafii, bunların tertibi de dahil olmak ve bir de niyetsiz ibadet olamayacağı düşüncesiyle niyet de hesaba katılmak üzere altı; Ahmed b. Hanbel hazretleri de yüzde ağız ve burun içlerinin de dahil olduğu düşüncesiyle mazmaza (ağıza su verme) ve istinşak (buruna su vermey)i de katıp sekiz saymıştır. Hanefilerde ise niyet, tertip, ağız ve buruna su vermek sünnettir. Ve abdestin daha birtakım sünnetleri ve edebleri vardır ki, bunları tamamlayıcıdır. Hepsinin başında besmele vardır. Âyetin zahirine bakınca, her namaza kalkarken ayrıca bir abdest almak gerekir gibi görünür. Bunun için Zâhirîler, her namaz için ayrıca bir abdestin farz olduğunu söylemişlerdir. Çoğunlukla Peygamberimizin ve Raşid Halifelerin böyle yaptıkları da muhakkaktır. Fakat bunlar farz değil, sünnettirler. Çünkü Mekke'nin fethi günü Peygamberimiz, beş vakit namazı bir abdest ile kılmış, Hz. Ömer de: "Ey Allah'ın Resulü, bundan önce yapmadığın bir şey yaptın" demiş, cevabında "Bilerek yaptım ey Ömer" buyurulmuş olduğu da rivayet olarak sabittir ki, bu isteyerek yapma ile cevaz (izin) gösterilmiştir. Sonra âyetin tamamiyle zahirine bakılacak olursa, abdestin ancak namaza kalkıldığı zaman alınabilmesi gerekecek ve dolayısıyle otururken abdest alıp da, namaza kalkmak da yeterli olmayacaktır. Bunu ise Zâhiriyye de söylememiştir. Demek olur ki, bu noktada âyetin zahiri kastedilmediği ittifakla sabit olduğundan gerek halin delaleti ve gerek teyemmüm fıkralarında hades (küçük veya büyük abdessizlik)in açıklanması karineleriyle âyetin mutlak oluşu ya hitabın abdesti olmayanlara tahsis edilmesi veya yani "abdestiniz olmadığı halde namaza kalktığınız zaman" mânâsıyla kayıtlanarak tefsir edilmesi gerekir. Ve o halde abdestin vücubunun sebebi, mutlak namazı irade etmek değil, abdestsizlik şartıyla namazı irade etme demek olur ki, çoğunluğun görüşü de budur. Sonra dikkate şayandır ki, "başlarınızı meshediniz" değil, "ba" ile buyurulmuştur. Bu ise "başınızla meshediniz" demek gibidir. Nasıl ki "mendile sildim" demekle "mendil ile sildim" demek arasında fark vardır. Burada meshin başa yapılacağı ve başın mesh aleti olamayacağı açık olduğu halde, ( = ba)'nın getirilmesi bir alet mânâsına işaret, bu ise örf bakımından bir elden ibaret olmakla, bu ifade şeklinden ve bir de "nasıye" hadisinden Hanefi imamları, "Elinizi ölçü tutarak elinizle başınıza meshediniz" mânâsı anlaşıldığını göstermişler ve meshin farzı, "cüz'î bir harekette tam bir el mikdarı, diğer deyimle nasıye mikdarı, diğer deyişle dörtte biri" olduğunu ve tamamını meshin sünnet olduğunu beyan etmişlerdir. Fakat İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel tamamına meshin farz olduğunu, İmam Şafiî de bir parmak dokunmanın yeterli bulunduğunu söylemiştir.
YIKAMANIN MAHİYETİ: Suyu âzânın üzerinden tamamen akıtmaktır. Oğmak şart değildir. Şu halde su damlamadıkça yıkama denmez. Abdest, hadesten taharet yani itibarî ve görülmeyen bir kirlilikten temizlik olduğu için bununla necaset (maddî pislik)ten temizlenmek için olan yıkamayı birbirine karıştırmamalıdır. Necasetten temizlenmede, pislik iyice kayboluncaya kadar yıkamak ve gereğine göre oğmak veya silmek gerekli ise de abdestte bu gibi temizliğe engel olan kir ve pislikler daha önce kaldırılmış olacağından görünmeyen hadesi kaldırmak için bir defa yıkamak yeterli olabilir, farzı bu kadardır. Çünkü emir, tekrarı gerektirmez, fakat iki defa daha iyi olur. Ve üç defa tekrar sünnettir, oğmak da sünnettir. Ancak İmam Malik, oğmak farzdır demiştir.
MESH: Esasen bir şeye dokunmak ve örfte el sürmektir. Dînen de farzı, dokunmaktır. Şu halde başa meshetmek, taze, kullanılmamış bir yaşlığın istenen mikdara isabet etmesi demektir. Bundan tekrar sünnet değildir. Fakat hafifçe bir saç düzeltmesi olabilir.
İşte namazın şartlarından biri böyle abdesttir. fakat bunun yeterli olması, cünüp olmadığı takdirdedir. Ve eğer cünüp iseniz, yani rüyada veya uyanıkken fışkırarak meninin inzal (inme)i ve inzal olmasa (inmese) bile iltikai hitaneyn (erkek ve kadının sünnette kesilen yerleri, yani tenasül uzuvlarının birleşmesi) olmuş ise iyice temizleniniz kendinizi baştan tırnağa tamamen yıkayıp temizleyiniz, guslediniz ki Nisâ sûresinde "gusledinceye kadar" (Nisa', 4/43) diye "iğtisal" (gusletme) ile tabir edilmişti. Burada tekellüf (zahmet verici, zorlayıcı) sigasiyle "tetahhür" denilmiş ve gusletmede mübalağa edilmesinin gereği gösterilmiştir. Bunun için zorluğa varmamak üzere mümkün olan her taraf yıkanmalı ve hatta ağız burun içleri bile yıkanmalıdır. Abdestte sünnet olan ağzı çalkalama ve buruna su çekme gusülde farzdır.
Fakat bu gusül ve o abdest mazeret bulunmadığı takdirdedir. ve eğer hasta olur, veya seferde bulunur, veya herhangi biriniz helâdan gelir, veya kadına dokunursunuz da bir su bulamazsanız, yani ya gerekli araştırmadan sonra gerçekten bulamaz veya hastalık veya sefer aramaya engel veya kullanmaya engel olduğundan dolayı arama veya kullanmaya güç ve çare bulamazsanız, o zaman abdest veya gusül yerine hoş ve temiz bir toprakla teyemmüm ediniz. Niyet ediniz de o topraktan yüzlerinize ve kollarınıza meshediniz. Hastalık ve yolculuk kayıtları, suyu bulmaya veya kullanmaya engel olan özürleri; heladan gelmek veya kadına dokunmak da abdesti veya guslü gerektiren sebepleri; suyu bulamamak da bunların yerine teyemmümün sıhhatinin şartını göstermektedir. Açıktır ki, heladan gelmek, bedenden bir necasetin çıkmasından kinayedir ki, dilimizde abdest bozmak denilir. Hanefilerce durum böyledir. Fakat İmam Şafiî sebileyn (idrar ve dışkı yolların) dan çıkması demiş, İmam Malik de iki yol (idrar ve dışkı yolların)dan çıkması alışılmış olan pislikten demiştir.
(Nisâ 4/43. âyetinde teyemmümün, saîdin mânâları ve daha bazı izahlar geçmiş olduğundan oraya bakınız.) Burada fazla olarak kaydı zikredilmiş ve bu şekilde teyemmümde yalnız kasd ve niyet ile mesh yeterli olmayıp temiz toprağa dokunmak da gerektiği işaret edilmiştir. 'in ibtida veya teb'îz olması ihtimali vardır. İbtida olduğuna göre elin temiz toprağa dokunması yeterlidir. Teb'îz olduğuna göre de muhakkak elden yüze ve kollara da biraz bir şey sürülmesi lazım gelir. Birincisi Hanefi mezhebinin, ikincisi de Şafiî mezhebinin görüşüdür. Taşa, mermere ve madene teyemmüm caiz olup olmayacağı hakkındaki ihtilafın kaynağı budur. İbtida olması ruhsat, teb'îz olması ihtiyattır.
Şimdi sakın "bu külfetler, zahmetler nedir?" demeyiniz. Bu taharet (temizlik) veya teyemmüm emirleriyle Allah'ın isteği size bir baskı yapmak sıkıntı ve zahmete koşmak değil, fakat o sizi tathir etmek, maddî manevî, görünür görünmez pisliklerden ve günahlardan temizlemek ve size nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz, dışınız ve içiniz temizlenip nimetin zevkini tadasınız, nimet vereni ve nimet verenin hakkını göresiniz. Şu halde dinde güçlük çıkarma yoktur. Dine ait teklifleri külfet ve zahmet değil, bir nimet tanımalıdır. Abdestin, guslün, teyemmümün hikmeti, maddî paklık ve manevî temizliktir. Güzel ve temiz şeyler, temiz kişiler için olduğundan temizlik, nimet ve saadetin tamamlanmasına sebeptir. Bu da şükretmeye sebeptir. Şükür de: "Andolsun şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım". (İbrahim, 14/7) âyeti gereğince nimet ve saadetin artmasına sebeptir. Bu şekilde tamamın üstünde nimet ve saadet sonsuz bir artma ile cereyan edip gidecek demektir. Yukarda "size nimetimi tamamladım" buyurulduğu halde, ondan sonra burada "size olan nimetini tamamlamak için" buyurulması, daha doğrusu inişte önceliği bulunan bu âyetin, bu vechile tertipte geriye bırakılmayı gösterir ki, orada nimeti tamamlamak, izafî ve dünyaya ait bir tamamlamadır. Burada daha tamamlanması vaad olunan nimet de ebedî ve sonsuz olan ahirete ait nimettir. Bu sebeple bunda "Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz olarak verilecektir" (Al-i İmran, 3/185), "O günden sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz, sonra herkese kazandığı tastaman verilecek ve onlara hiç haksızlık edilmiyecektir" (Bakara, 2/281) kavramlarına işaret vardır. Nihayet burada şu da anlaşılıyor ki, nimet ve saadetin en büyüğü şükran (teşekkür etme, iyilik bilme) dir. Ve en mesut kimseler teşekkür hissi ile dolu olanlardır. Ve Allah'ın rızasına erme zevki bunun içindedir. (Fatiha sûresinde ye bkz.)
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |