96-Zira
sabahı çatlatan; karanlıkları yarıp sabah yapan, aydınlığı aksettirip
tan attıran O'dur. O geceyi dinlenme yeri yapan; dinlenecek, istirahat
edecek bir sükûnet okyanusu, Güneş ve Ay'ı da hesap yapmıştır. (Âsım,
Hamze, Kîsâî ve Halefü'l-Âşir'den başka imamlar okunur). Yokluk
karanlığını yarıp tan attırarak yoğu var eden ve ufku, sabah ve
güzellikle açıp vücuda, hayata uyanıklık, hareket ve faaliyet veren ve
geceleyin bunları gizliyerek heyecanlarını teskin etmek ve
yorgunlukları dinlendirmek için bir sükûn perdesi çeken yine O'dur.
Gündüzün alameti olan Güneş ve gecenin alameti olan Ay bunların
yapıcısı ve âmili değil, hesap vasıtalarıdır. Hepsi hesaplı
yapılmıştır. Ve insanlar faaliyet ve sükûnlarının hesabını vermekle
mükellef bulunduklarından, Allah Teâlâ miktarlarını ve sayılarını tayin
ve tahsis ederek hesabı da yaratmış, Güneş ve Ay'ı bu hareket ve
sükûnun hesabına birer alamet yapmıştır. bütün bunlar, bu çatlamalar,
bu yapıcılar, bu hesaplar o aziz ve alîmin takdiridir. Ne hesapsız,
takdirsiz, gelişi güzel, keyfe göre oluvermiş bir tesadüftür, ne de
yaptığını bilmeyen kör bir tabiatın birbirini takip etmesidir. Böyle
bir varlık ve yokluk, karanlık ve aydınlık, hareket ve sükûn gibi ikisi
de bir yere gelmek ihtimali bulunmayan çeşitli ve çelişkili tabiatların
her birine birer belli ölçüyü tahsis ederek birer sınır koyup, sonsuz
ihtilaflarına rağmen hepsini bir telif ve terkib nizamı içinde kesin
bir hesap ile yürütmek, elbette hiçbir tabiata boyun eğmeyen eşsiz bir
üstünlüğün ve kudretin, gizli ve açığı gören, bilen, sonsuz bir güçlü
ilmin sahibi olan bir aziz ve bilenin açık eseri ve güzel yapısıdır. Şu
halde o yaratıcı ve var edici olan Allah yalnız kâdir (güçlü) değil,
ortak ve benzeri yok bir üstün ve bilgindir de. Bunu hesaba almayıp da
ondan yüz çevirmek ve onun izzeti altında ve ilminde bulunan tabiat
veya hayata veya astronomiye ait güçlere bağlanıp tapmak ve sonra onun
hesabından kurtulmak nasıl mümkün olur? Halbuki:
97-
O hem öyle bir Allah'tır ki, sizi yıldızlar için değil,
yıldızları
sizin için, yani kara ve denizin karanlıklarında bunlarla doğru yolu
bulasınız, bunların delaletiyle hedefinizi, yönlerinizi ve kıblenizi,
maddî manevî yolunuzu doğrultasınız diye yapmıştır. Şu halde bunlar
size ilgileri bakımından üzerinizde hakim ve idareci birer mabud değil,
menfaatlerinize hizmet veren birer hidayet fanûs (cam kap)u ve rahmet
alametleridirler. Şüphe yok ki biz bilgi sahibi olanlar için bu
âyetleri açıkladık. Birinci olarak gökteki yıldızlar gibi nokta nokta
ayırt edilerek veciz bir şekilde çoklukla zikir ve beyan edilen bu
âyetler herkese hidayet olmakla beraber öyle ilmî noktalardır ki
bunlardan ilim ehli olanlar, bilmek şanından bulunanlar istifade
ederler. İkinci olarak bunların hilkat kitabında, toprak ve denizde,
yer ve gökte, bitkilerde ve hayvanlarda, hava boşluğu ve astronomide o
kadar çok tafsilatı vardır ki, bunlardan faydalanmak da ilim ehli
olanlara, ilmî kabiliyeti bulunanlara mahsustur. Bundan dolayı
müslümanlar, bu prensipleri esas kabul ederek Botanik, Zooloji,
Aritmatik, Astronomi, Meteoroloji, Gökbilim, Matematik ilimlerini
öğrenmeye çalışmalıdırlar. Hasılı bu Kur'ân âyetleri o kadar geniş
bilimleri içerirler ki bunun açıklama ve tafsîlinde "De ki: Rabb'imin
sözlerini yazmak için deniz mürekkeb olsa, bir aynı da ona ilave edilse
Rabb'imin sözleri bitmeden, denizler tükenirdi" (Kehf, 18/109) âyetinin
hükmü geçerlidir.