40-
Bu deyim Arap dilinde benzeri bulunmayan bir soru ve teaccüb
kelimesidir ki, derin bir hayret ortaya koymak sûretiyle "bana haber
veriniz" mânâsını ifade eder. Kâideye göre bunun tam mânâsı: "sen
kendinizi gördün mü söyle" demek gibi görünürse de, Nahiv ilminde bu
şekilde fail ve mef'ûl olmayıp, kıyasa uymayan bir terkip olduğu beyan
edilir. Ve "sen seni gördün mü? "sen, sizi gördünüz mü?" yerinde bir
tekit ve tefsir mânâsında bulunduğu ve tümüyle "acaib, haydi haber ver
veya haber veriniz" meâlinde kullanıldığı gösteriliyor. de "hemze" soru
içindir ki, teaccüp (şaşma) ve ihbar (haber verme) bunun gereğidir. Bu
fiil, gözle görmeden veya "görmeye isabet etmek, ciğere nüfuz etmek"
mânâsına re'y ve itikaddan veya iki mef'ûlüne teaddî eden ef'âl-i
kulûbdan, bâbında bâkî ilim mânâsına görüş veyahut babında bâkî olmayıp
haber verme mânâsına olan ilmî görüş olmak üzere dört iştikak (türeme)
ile kullanılır. İlk üçünde kelimenin aslından olan ikinci hemze ya
tahkik veya beyne beyne teshil ile okunur ve hazfi caiz olmaz. Ve
muhatabın değişmesine göre gibi, tâ harfi (fâil zamiri) değişir ve
fâili gösterir, buna gibi, kâf 'ın bitişmesi caiz olmaz. Fakat haber
verme mânâsına ilmî görüşten olduğu zaman hemzenin tahkiki ve beyne
beyne teshili, hazfi ve elife ibdâl ile meddi de caiz olur. Nitekim
çoğunluk (cümhur) kırâetlerinde tahkîk ile, Nâfi ve Ebu Cafer'de teshil
ile, Kısâî'de ıskât ile ve Verş'de ibdâl (hemzenin elife çevrilmesi)
ile okunmuştur ki, bu ibdâl Sarf ilmi kâidesine aykırı olmakla beraber
Arap kelâmında vardır. Sonra iş bu "bana haber verin" mânâsında
muhatabın değişmesine göre gibi tâ 'nın, önceki gibi değişmesi caiz
olduğu gibi, tâ müfred müzekkerdeki hâli üzere meftûh (üstünlü)
kalmakla beraber, muhatabın değiştiğine işaret için sonuna gibi çeşitli
şekilde bitişik kâf 'ın katılması da caiz olur ki, bu durum, bu fiile
mahsustur. Buna göre kelimesi yerinde olarak "bana haber veriniz"
demektir. Yani zamiri, mef'ûl değil, fâilin değiştiğine delalet eden
bir harftir. Basralıların izahı budur. Fakat Kisâî bunun birinci mef'ûl
makamında olduğuna kâni olmuştur. Bu şekil ile mânâ yine "bana haber
verin" olmakla beraber ile , ile arasında esas itibariyle ince bir zevk
farkı vardır. Kalbin vâki'de kendine ve kendinde meydana gelen şeylerle
ilgili vicdanından, yani bir şuûra şuurdan; ise mutlak bir şuur
vicdanından sormak ve soruşturmak demek olur. Nitekim bu âyette sorusu
bu subjektif fiil olan dua ile ilgili vicdana yönelmiş. "Allah'tan
başkasına mı dua ediyorsunuz?" buyurulmuştur. Gelecek olan âyetinde de
"Allah'tan başka bunları size geri verecek tanrı kimdir" (Enâm, 6/46)
buyurulmuş, nefislere dışlarından vâki olacak gelmelerle ilgili vicdana
yöneltilmiştir ki, Kısâî mezhebi hem Nahve ait kıyasa uygun, hem de bu
ince farkı açığa çıkarmış olması bakımından bizce daha çok dikkate
şayandır.
Ey
Muhammed, müşriklere de ki: Genellikle her biriniz kendinizi gördünüz,
anladınız mı? Kendinize, vicdanınıza gerçekten şuurunuz var mı? Varsa
şunu bana söyleyiniz, haber veriniz bakayım! Eğer size Allah'ın
-dünyada yıkılıp gitmiş ümmetlere gelen- azabı gelirse, veya geleceği
kesin olan saat gelir, başınıza kıyamet koparsa, Allah'tan başkasına mı
dua eder ve sığınırsınız? Yani vicdanlarınızın derinliklerine inerek
kendinizi iyice yoklayınız, tartınız bakayım, böyle yok edici dert ve
felaket karşısında bulunduğunuz veya içine düştüğünüz acıklı ve müthiş
bir zamanda nasıl bir ruh hali içinde bulunursunuz? Bütün ümitleriniz
silinir, ölmüş gibi tamamen ümitsizliğe mi düşersiniz? Yoksa henüz
canınız çıkmadıkça yine bir kurtuluş ümidi besler, derinden derine bir
kurtarıcıya sığınma hissiyle inler misiniz? Eğer inlerseniz, o zaman
samimi kalbinizden kime sığınır, kime çağırır yalvarırsınız? Allah'a
mı, yoksa Allah'tan başka tanrı tanıdığınız putlarınıza mı? Eğer siz
doğru kimselerseniz gerçekte Allah'tan başka ilâhlar vardır iddiasında
yalancı değilseniz söyleyiniz, öyle bir zamanda Allah'tan başkasından
ümit bekler, Allah'tan başkasına dua ve niyaz eder misiniz?