149-Ey
Muhammed, şu halde, en kesin ve
üstün delil Allah'ındır, de. Yani madem ki siz ilme ve gerçek delillere
önem vermeyip hayatınızın istediği varsayımlarda bulunuyor ve delil
olmaya değer bir bilginiz olmadan, eyleminizin yalanınızın cezasını
inkâr ediyorsunuz, o halde aleyhinizde "O'nun azabı, suçlu toplumdan
geri çevrilmez" (En'âm, 6/147) hükmünü uygulamak için suçluluğunuz,
iftiracılığınız, yalancılığınız davasını en güzel şekilde ispat edecek,
son derece açık, sağlam ve değişmez, bozulması ve geçersiz kılınması
mümkün olmayan delil, Allah'ındır. Çünkü Allah, dışta ve içte bu kadar
deliller, geçmiş ve şimdiki toplumlarda birçok ibret örnekleri ortaya
koymuş ve geniş rahmetiyle size göz, kulak, akıl, anlayış ve dilediğini
seçme yeteneği vermiş, Kitap ve Peygamber göndermiş "Doğrusu size
Rabbinizden basîretler (gönül gözleri, gerçekleri anlama yetenekleri)
geldi. Artık kim gerçeği görürse yararı kendisine, kim de gerçeğe kör
olursa zararı kendisinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim" (En'âm,
6/104) buyurmuş, davranışlarınızın kötülüğünü ve onları rıza veya razı
etmeyle hoşlanarak zevkinizle, kazanmanızla ve bu durumda sorumluluğu,
lezzeti ve üzüntüyü size ait olmak üzere yarattığını ve bunun sonunda
bir haşr ve ceza gününün geleceğini ve zalimlerin kurtulaşa
eremeyeceğini anlatıp, bu helal ve haram hükümlerini açıklamak ve
sonunda sözünü bildirmek ve sizin bunlara karşı tutunmak isteyeceğiniz
bu istidlâlinizin (herhangi bir delile dayanarak sonuç çıkarmasının)
boş ve geçersiz olduğunu bildirmiştir. Bir de İlâhî delilin etkisini ve
güzelliğini anlamalı ki, siz bunun karşısında tutunacak, söyleyecek bir
şey bulamıyorsunuz da, Allah'a karşı yalnız Onun iradesiyle lehinize
delil gösterip sonuca varmak istiyorsunuz; bu ise tamamen sizin
aleyhinize bir delildir. Bu bakımdan en kesin ve üstün delil (hucceti
bâlığa) Allah'ındır. Çünkü "Allah dileseydi biz bu şirk ve haram
kılmayı yapamazdık" demek, Allah'ın iradesine karşı gelebilecek hiçbir
irade olmadığını itiraf etmektir. Bu ise Allah'ın ortağı olmadığını ve
Allahtan başka ibadet edilecek bir varlık, bir yaratıcı ve mutlak hâkim
bulunamayacağını ve bütün şirk davalarının geçersiz olduğunu itiraf
etmektir. O halde siz bu istidlâl ile şirk ve haram kılmanın
doğruluğunu ispata kalkışmakta çelişki içindesiniz. Kendi davanızı
bozup geçersiz kılıyor ve tevhîdi ispat etmiş bulunuyorsunuz; sonra da
dönüp bununla şirki ispat ve tevhidi bozduğunuzu zannedip, peygamberi
yalanlamaya kalkışıyorsunuz. Şu halde bu ilâhî irade delili sizin
lehinizde değil, tamamen aleyhinizde en kesin ve üstün olan İlâhî bir
kanıttır. Aynı şekilde şunu unutmamak gerekir ki siz, Allah'ın
iradesinin ayrıntısını, geçmiş ve gelecekteki tecellilerini ve
alakalarını tamamen bilemezsiniz, onu ancak O bilir. "Gaybın (görünmez
bilginin) anahtarları O'nun yanındadır." (En'âm, 6/59) ve siz, O'nun
iradesinden değil, kendi iradenizden sorumlusunuzdur. Ve Allah'ın geniş
rahmetiyle bazı fiillerinizde size irade verdiği ve sizin hakkınızda
kendi iradesinin bir kısmını sizin iradenize, istek ve kazancınıza
bağlı ve ilgili kıldığı ve "Ama kim mecbur kalırsa, başkasına
saldırmadan ve sınırı aşmadan (bunlardan) yemesinde bir günah yoktur"
(Bakara, 2/173) buyruğunca, mükellefiyet ve sorumluluğunuzun bu kısma
ait olduğu da muhakkaktır. Allah dilemeden sizin hiçbir şey
yapamayacağınız nasıl apaçık ise, Allah'ın bazı şeyleri de sizin
dilemeniz üzerine ve sizin rızanız ve isteğinizle yaptığı ve bu şekilde
de birçok şeyler yarattığı daha açıktır ki, işte sizin sorumluluğunuz
bu noktada, geniş rahmeti ve suçluların cezalandırılması bu noktadadır.
İman ve ibadet de bu türdendir. O halde sizin sorumluluğu inkâr etmek
için kendi iradenizi bırakıp da Allah'ın, ayrıntısını bilmediğiniz
iradesiyle istidlal etmeniz veya Allah'ın sizin iradenize bağladığı
iradesini aksine değiştirmeye kalkışıp iradenizi Allah'ın iradesine
bağlamanız ve şu halde O dilemeseydi biz müşrik olmazdık; o halde O
dilemeyince iman etmeyiz demeniz, Allah'ın tamamen aleyhinizde açık ve
kesin bir delilidir. Çünkü Allah'ın iradesini tutanak ediniyorsunuz,
hem de Allah'ın dilemediğini diliyorsunuz. Niçin müşrikliği,
yalancılığı beğenip tercih ediyorsunuz da, imanda, doğrulukta zorlama
istiyorsunuz. Sonra da şirkinizin, iftiranızın cezasını işittiğiniz
zaman, Allah imanımızı dilemedi ki, iman edelim, diyerek itiraza
kalkışıyorsunuz. Ne biliyorsunuz ki, siz iman etmek dilerseniz Allah
dilemeyecekti? Niye bilmiyorsunuz ki, Allah size dileyin dedi de siz
dilemediniz? Madem ki irade Allah'ındır, elbette Allah'ın dilediği
olur, dilemediği olmaz, bu muhakkaktır. O halde siz dileseniz de
dilemeseniz de şirk, batıl ve müşriklerin kurtuluşa ermeyeceği,
günahkârların ve yalancıların ceza göreceği de muhakkaktır. Evet Allah
herkese genel olarak doğru yolu dilemiş olsaydı müşrik olsun, olmasın
hepinizi doğru yola iletir, imanda başarıya ulaştırırdı. Fakat siz de
biliyorsunuz ki, hepinizi doğruya iletmemiştir; kiminiz doğru yolda,
kiminiz sapıklıktadır. Ayrıntıların belirlenmesinde ihtilaf etseniz
bile, şunda ittifak edersiniz ki, karşı çıkan çıkmayan
(muhalif-muvafık), inanan ve inkâr eden hepiniz doğru yolda
değilsinizdir. Demek ki Allah hepinizin genel hidayetini, topluca doğru
yola ulaşmasını dilememiş, hidayet isteyene hidayet, sapıklık isteyene
de sapıklık dilemiştir. Şu halde ilâhî irade de bir kısmınızın, yani
doğru yolda olmayanların kurtuluşa ermeyeceği ceza ve azab göreceği
belli ve muhakkaktır. O halde ceza ve azabı inkâr edenler doğru yolda
değildirler. Ve bunların ceza ve azab göreceklerini red ve inkâr etmek
de mümkün değildir. İşte bu hususta ilâhî irade ile istidlalden
alınacak doğru sonuç budur. Yoksa müşriklerin, suçluların ve
yalancıların gerçekte var olmalarından, yani Allah'ın bunları yaratması
ve kendi dilekleri olan suçluluklarını irade etmiş olmasından o suçun,
o yalanın, o şirk ve haram kılmanın da Allah'a ve Allah'ın emrine,
rızasına isnad edilmesi gerekmez. Allah katında suçlunun suçluluğu
muhakkak, suçu ve suçunun cezası da muhakkak; yalancının yalancılığı
muhakkak ve ilâhî iradeye uygundur, rızasına uygun değildir. Fakat
söylediği yalanın anlamı pratikte gerçekleşmez. Allah'ın ne iradesine,
ne de rızasına uygun değildir. Çünkü yalanla ilâhî irade ilgili olsaydı
yalan olmaz gerçek olurdu. İşte şirk ve haram kılma, ürün ve hayvanlar
da böyledir. Müşrik var, suçu da var, cezası da vardır. Bunlarla ilâhî
iradenin ilgisi vardır, fakat müşriğin iddia ettiği, Allahın ortakları
olması ve haram yalandır.Bunlarla ilâhî iradenin ve ilâhî rızanın
ilgisi yoktur. Ceza da bundandır.