6-EN'AM:

147- Bunun için ey Muhammed. Seni yalanlarlarsa -özellikle yahudiler- "Hayır, bize haram kılınanlar böyle değildi veya bu yasaklama, saldırganlığımızın cezası olarak değil, ta aslından böyleydi. Bu haram kılma ve ceza vahyi, bu haber ve tehdit yalandır" diyecek olursa "İsrailoğullarına bütün yiyecekler helaldi..." (Âl-i İmran, 3/93 âyetine bkz.) De ki Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Zorlamayı ve baskıyı sevmez; her günaha karşı sorgulayıp cezalandırmaz, tevbeyi kabul eder, rahmeti öfkesinden geniş ve öncedir. Bununla beraber günahkârlar topluluğundan O'nun şiddetli baskısı ve azabı geri çevrilemez, uzaklaştırılamaz. Genellikle günahkârlara ne kadar zaman tanınırsa tanınsın, günahta devam ettikleri halde sonunda o geniş rahmetten yoksun ve bir azaba mahkum olurlar ki, bu red ve inkâr edilemez. Şu halde saldırganlığa ceza olarak yasağın genelleştirilip şiddetlendirilmesi inkâr olunamayacağı gibi, o geniş rahmet ile başlangıçta kazandıkları genişlik ve serbestliğe güvenip aldanarak hakkı yalanlamak sûretiyle büyük suç işleyen günahkârlar da, başlangıçta cezalandırılmasalar bile, sonunda ilâhî baskı ve azab ile, genişlikleri darlığa, seçme serbestlikleri de zorlamaya dönüşerek şiddetli azabı tatmaya mecbur olurlar. Ve bundan kurtulmaya imkan bulamazlar.

Sözün kısası, Yüce Allah'ın rahmeti çok geniş olmakla beraber, günahkârlara er veya geç azabı da kesindir. Şu halde Allah'ın iradesini ilgilendiren şeylerin bazılarının ceza ve azab olduğu da muhakkaktır. İlâhî takdirde insan için serbestlik de var, zorlama da vardır. Yukardan beri anlaşılageldiği ve özellikle âyetiyle özetlendiği üzere, ilâhî, buyruklar, emir ve yasak, helal ve haram, sevap ve ceza mecburiyette değil serbestlikte vardır. Tâat, bu buyruklara serbestçe uymak; günah ise bu buyruklara yine serbestçe karşı gelmektir. Böyle serbest davranışları ve kulun dilemesini yaratmayı takdir, İlâhî iradeyi, kulun iradesine bağlamak ve tertib demek olduğundan, bunlar da kaza ve kaderdir, sırf zorlama değildir. Gerçi Allah dilemeyince kimse bir şey yapamaz. Ancak, suçun takdir edilmesi ve ilâhî iradeye yakınlığı Allah'ın rızası değil, suçlunun rızası bakımındandır. Nitekim "Ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçları işlemeğe devam etsinler.." (En'âm, 6/113) buyrulmuştur. Rahîm olan Allah, günaha razı olmadığı için ona ceza ve azab takdir ettiği şeyleri de günah olarak takdir eylemiş. Bunları seçebilmek için insanlara anlama ve sezme yeteneği, peygamber, kitab, akıl ve hikmet de vermiştir. Buna karşı günahkârın arzu ettiği suç ve günaha izin vermesi de, günaha rızasından değil, kulun rızasını yerine getirme ve dilediğini gerçekleştirerek sorumluluğunu ortaya koymak içindir. Ve bu isteğin yerine getirilmesi, kulun rızası olduğu için, başlangıçta bir rahmet ve fakat, o günah, Allah'ın hoşlanmadığı ve katında cezayı gerektiren bir iş olduğu için de sonuç itibariyle bir azabtır. Ve bundan dolayıdır ki, Allah'ın suçlulara zaman tanıması ve dileklerini yerine getirmesi, sonuç olarak onlara acil cezadan daha büyük ve önlenmesi imkansız bir azab ve cezaya terk ve rıza demek olduğundan "İşte kâfirlere yaptıkları, öyle süslü gösterilmiştir" (En'âm, 6/122), "Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları, uydurdukları şeylerle başbaşa bırak." (En'âm, 6/112), "Allah isteseydi ortak koşmazlardı." (En'âm, 6/107) buyurulmuştur. Madem ki Allah'ın dilediği şeyler arasında rahmete karşılık ceza ve azab da muhakkaktır, o halde Yüce Allah'ın her irade ve yaratmasının, her yönden rızasını gerektirdiği ve sakıncasının bulunmadığı söylenemez. Allah'ın rızasının delilini iradesi hakkında değil, emir ve yasağında aramalıdır. Şu halde "Eğer Rabbin dileseydi onu yapamazlardı." buyurulduğundan dolayı "Allah istemeseydi filan günah yapılamazdı; mesela yalan söylenemezdi; o halde günahta, yalan söylemekte sakınca yoktur, Allah buna razıdır" şeklinde bir yaklaşımla Allahın açıklamalarını yalanlamaya kalkışmak, bile bile ateşe atılmaktır.

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri