102-
İşte odur ki, yani şu anılan sıfatın mevsûf (sıfatlanan)ı, göklerin ve
yerin icad edeni, eşden, çocuktan uzak, her şeyi yaratan, herşeyi bilen
en mukaddes ve ulu zattır ki, O da Allah'tır. Zâtı ve sıfatı bakımından
ibadete layık hak bir ilâhtır. "Allah" denince ancak onu anlamalıdır.
Rabbınızdır; sahibiniz, terbiyeciniz, veli nimetinizdir. "Rab" denince
de ancak O'nu anlamalıdır. Başka ilâh yok, ancak O vardır. Başkasının
mabud olmaya, ibadet ve kulluk edilmeye hakkı yoktur. Bu hak, ancak
O'nundur. Çünkü O, her şeyin yaratıcısıdır. Bunu tekrar sanmamalıdır.
Zira birinci "her şeyin yaratılması", geçmişe ait, bu ise geleceğe
bakmaktadır. Yani bundan önce her şeyi yaratmış olan O olduğu gibi,
bundan böyle gelecekte de herşeyin yaratıcısı O'dur. İlâhlık, mabudluk
da yoktan varedicinin yaratıcının hakkıdır. Şu halde siz de ancak O'nu
mabud tanıyınız, O'na ibadet ve kulluk ediniz de ondan başkasına
tapmakla kendinizi düşürmeyiniz. O, bütün bu sıfat ile beraber her şey
üzerine ve herşeye karşı vekildir de. Her hususta ve her şeye karşı
O'na dayanılır ve tevekkül olunur ve her iş O'nun tasarruf ve idaresine
teslim edilir. Yani bütün yaratıklardan her birinin de Allah'ın
yaratmasıyla asil olduğu bir hakkı vardır. Ve bu şekilde bir sebepler
âlemi ve insanın o sebepler ile ilgisi de vardır ki, Allah onların
hepsini hak ve adaletle yaratmıştır Ve insanın, hem yaratıcısının, hem
kendisinin ve hem onların hakkını teslim etmesi gerekir. Bununla
beraber insanın hakkı bu sebeplerden hiçbirine kesinlikle mahkum
olmamasıdır. Sebeplere hâkim olamayan ve onlara tapma mevkiinde bulunan
insanlar her şeyden ve o ölçüde Hak'tan ve yaratıcıdan uzaktır. Çünkü
sebepler bir kaç şeyden ibaret değil, sayılamayacak kadardır. Bunların
hepsine boyun eğmekle ne onların hakkı verilir, ne insanın, ne de
yaratıcının. Zira hiçbir şey, hatta insan ve melekten resul (elçi)ler
de yaratıcının yerini tutacak vekil olamaz. Fakat yaratıcı hepsinin
üzerinde Rab ve malik olduğu gibi, her şeye karşı vekildir de. O, her
şeye karşı, her şeyin hakkını müdafaa eder ve hakkı yerine getirir,
işleri ve menfaatları düzeltir ve tanzim eder. Hem kendi adına aslî
velayet, hem yaratıkları adına vekillik velayetini toplayan, her
hususta emîn ve mutemed olan bir yöneticidir. Bunun için özellikle O'na
kullukla, O'nun haklarına ve emirlerine uymakla her şeyin hakkı yerine
getirilir. Ve O'na dayanmak ve teslim olmak, O'ndan yardım istemek, ve
emir almakla kendisinden başka herhangi bir şeyin, herhangi bir sebebin
hükmüne galebe olunup her ihtiyaç bitirilebilir. Şu halde eğri ve
çıkmaz yolları bırakıp da tevhid ve ihlâs ile doğrudan doğruya bir
Allah'a kulluk etmek yalnız bir hak ve vazife değil, aynı zamanda
Allah'tan başkasına karşı mağlub olması ihtimali olmayan bir dayanma
noktasından sonsuz bir kuvvet ve yaratılmışı yaratana yaklaştıran çok
yüksek bir şeref ve hürriyet, ebedî bir saadet feyzi kazanmaktır.
"Sadece Allah taraftarları kurtuluşa ermişlerdir" (Mücâdele, 58/22),
"Muhakkak ki, Allah tarafları üstün geleceklerdir" (Mâide, 5/56)
neticesine ermektir. "Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım
bekleriz" (Fâtiha, 1/5) anlaşması bu, doğru yol budur. Ve bundan dolayı
hiçbir şeye değil, ancak Allah'a dayanarak yalnız Allah'a ibadet ve
kulluk ediniz, bütün ümit ve sevginizi ve bütün korku ve haşyetinizi
ona bağlayarak ve her işinizi ona ısmarlayarak, bütün istek ve
seçimlerinizi onun emirleri ve irşadlarına bağlayarak hareket ediniz.
Ona samimi ibadetle dünya ve ahirete ait ihtiyaçlarınızın yerine
getirilmesine çalışınız. O'nun yaratması ve emri, yardım ve izni
olmadan ne insanlar, ne cinler hiçbiri bir iş göremez.