3-AL-İ İMRAN
189- Bütün gökler ve yer devlet ve memleketi, bağımsız olarak Allah'ın mülküdür. Bunun idaresinde ancak onun emirleri ve onun kudreti hüküm sürer. Bunlar içinde Hakk'ın hükümlerinin tersine hareket etmek istiyenler, elbette cezaya mahkûm olurlar. Onun kudretine hiçbir şey karşı gelemez, Allah'ın kudreti sonsuzdur. Herkes, O'nun için çalışmalı ve her görevi bu mülkü idare eden hükümler ve emirlerine, cereyan eden sünnetine uyarak ve ancak onun adına yapmalıdır.
190-Bunu nasıl anlamalı? Bu noktada gönülleri Hakk'ı bilmeye çekmek ve yönlendirmek suretiyle aydınlatma ve ilâhî saltanatın şekil ve tecellilerinin sırlarını, Allah Teâlâ'nın tam kudret ve hikmetiyle mülkünün sanatındaki tasarruf hükümlerini, sır ve yaratılış gayesini keşfettirecek olan hak âyetlerini gösterme ve bütün bilgilerin usûl (metod)unu öğretme ve dinin kemalinin gayesini anlatmak için buyurulmuştur ki: Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde sayılamayacak nice alâmetler ve deliller vardır ki, bütün kâinatın O'na mahsus olduğuna ve Allah'ın kâmil kudretine, büyüklük ve azametine delalet ederler. Fakat bu âyet (alâmet)ler herkes ve her akıl için değil, temiz ve tam akıl sahipleri demek olan içindir. Öyle ûlü'l-elbâb (tam akıl sahipleri) ki "Semavat" (gökler) ve "arz" (yer): Mekân kavramının içine aldığı bütün yükseklik ve alçaklıklarıyla mekanlı varlıklar, "Halk " (yaratma): Bunların zat ve sıfatlarıyla bulundukları şekil ve nitelikleri üzere var edilmelerini ve yok edilmelerini ifade eden gerçek sebep anlayışının özü, "İhtilafu leyl ü nehâr" (gece ve gündüzün değişmesi): Zaman anlayışını veren ve hareketlerle ilgili olup, bu varlıkların yaratılmışlıklarını ve düzenlerini gösteren devamlılık ve değişimdir. İşte hak (gerçek) ilimlerin keşif yolları, işbu, "gökler ve yer, gece ve gündüz, yaratma ve değişim, akıl" olaylar ve anlaşılmaları üzerindeki düşünmedir.
Abdullah b. Ömer (r.a.) hazretleri demiştir ki: "Hz. Âişe'ye, Resulullah'dan gördüğün şeylerin en şaşırtıcısını bana haber ver." dedim. Bunun üzerine ağladı ve uzun bir müddet ağladı da sonra dedi ki: "Onun her işi şaşırtıcı idi. Bir gün bana geldi, yorganıma girdi, hatta cildini cildime dokundurdu, sonra da buyurdu ki, 'Ey Âişe, bu gece bana Rabbıma ibadet etmek için izin verir misin?' Ben de, 'Ey Allah'ın Resulü, ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, izinlisin.' dedim. Kalktı, odadaki su ibriğine vardı, abdest aldı, suyu çok da dökmedi, sonra namaza durdu, Kur'ân okudu ve ağlıyordu. Sonra iki elini kaldırdı yine ağlıyordu. Hatta gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm. Sonra Bilâl geldi, kendisine sabah namazını bildiriyordu. Baktı ki ağlıyor, 'Ey Allah'ın Resulü, dedi, Allah Teâlâ senin geçmiş ve gelecek günahını affetmiş olduğu halde ağlıyor musun?' 'Ey Bilâl, buyurdu, şu halde ben şükreden bir kul olmayayım mı?' Bundan sonra buyurdu ki, 'Nasıl ağlamıyayım, Allah Teâlâ bu gece şunu indirdi: Resulullah bunu söyledi, sonra da 'Vay bunu okuyup da, bu babda düşünmeyene!.' Diğer bir rivâyette, 'Vay bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunda düşünmeyenlere!' buyurdu."
Bakara Sûresi'nde Allah'ın birliğini isbat ve açıklama
esnasında bu âyetin bir benzeri geçmişti. O daha geniş ve sekiz çeşit
delili içermiş olduğu halde, bunda o esasın bir özetiyle beraber, siyak
(söz gelişi) ve istenilen açısından çok ince bir gelişmesi vardır.
Bunun için onun sonunda Düşünen bir kavim için nice deliller vardır.
(Bakara, 2/164), bunda da temiz akıl sahipleri için nice deliller
vardır. buyurulmuştur. Resulullah da bu ayetle, diğerinden daha derin
bir aşk ile ilgilenmiştir. Demek olur ki, önceki bahiste genel olarak
akıl yetebileceği halde, burada temiz ve halis akıl demek olan " lübb"
gereklidir. Çünkü orada, Allah'ın birliğinin isbatıyla, Allah'ı
bilmenin mebde' (prensip)leri bahis konusu idi. Burada ise o bilgide
terakki (yükselme) bahis konusudur ki, kendisinden sonraki âyette geçen
ifâdeleri, bu vasıflara işaret etmektedir. Fahruddin Râzî hazretleri bu
terakki açısından der ki: "Allah yoluna girene, ilk önce delilleri
çoğaltmak gerekir. Fakat kalb bir kerre Allah bilgisinin nuruyla
aydınlandı mı, onun artık o deliller ile meşgul olması, kalbin Allah
bilgisinde garkolmasına perde gibi olur. Zira aklın çeşitli düşüncelere
iltifatı ile meşguliyeti, düşünme ve idraklerinde derinleşme ve sonuca
erişmeye engel olur. Bunun için salik (yola giren) işin başlangıcında
derinleşme ve istiksa (inceden inceye araştırma) ile değil, basit bir
seyir ile hareket edeceğinden, delilleri çoğaltmayı isterse de,
bilginin nuru bir defa kalbe düştükten sonra, o delillerin azalmasını
ve mümkün olduğu kadar kısa ve özetini arzu eder ki, kalbin Allah'tan
başkasıyla meşgul olmasından doğan zulmet (karanlık) kalksın da Allah
bilgisinin nurlarının tecellisi tamam olsun. Nitekim, "Ayakkabılarını
çıkar. Şüphesiz ki sen, mukaddes bir vadide, Tuvâ'dasın." (Tâhâ, 20/12)
fermanında buna işaret vardır. İşte Bakara âyetindeki sekiz çeşit delil
ve alâmet açıklandığı halde, burada hepsinin esası olan "Göklerin ve
yerin yaratılması, gece ve gündüzün değişmesi" ile yetinilmiş olunması,
bu terakki (yükselme) hikmetiyle ilgilidir. Özetle orada (Allah'a seyr)
isteniyordu, burada ise (Allah'da seyr) istenmiştir. Bakara Sûresi
âyeti, "Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka ilâh yoktur. O,
çok merhametli ve bağışlayıcıdır." (Bakara, 2/163) âyetini takip
ediyor. Ve buna göre ilk önce vücud (varolma) ve Allah'ın birliğine ait
âyetleri bildirerek şirkten tevhide götürüyordu, buna akıl yeterli idi.
Buradaki âyet ise âyetini takip ediyor. Ve buna göre iman sahiplerine
Allah'ın saltanatının suret (şekil) ve tecelli sırlarını, Allah
Teâlâ'nın mülkündeki tasarrufunun hükümlerini, sır ve yaratılışın
gayesini isbat eden alâmetleri anlatmanın akışı içinde geliyor.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |