Mealden tefsirden din öğrenilmez
-2
Çağa göre tefsir olmaz
"Kur'anı her çağda, o asrın teknolojisinin, ilminin ışığında yeniden tefsir etmek ve Allah’ın muradını açıklamak gerekir" diyerek Kur'an-ı kerimi asra uydurmaya çalışanlar var. Bu uygun mudur? CEVAP Tefsir, moda kitabı değildir. Her çağa, her asra göre değişik tefsir olmaz. Dinimiz eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacak? Dinde eksiklik ve fazlalık olmadığı için değişik, yeni bir tefsire ihtiyaç olmaz. Çünkü dine yeni bir şey eklemek bid'at olur. Dinimizin emirlerini değiştirmek kadar büyük sapıklık olur mu? Her çağa, her asra göre değişik tefsir yazmak demek, dini her asırda, bozmak demektir. Kur'an-ı kerimin manasını Muhammed aleyhisselam anlamış ve
hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Doğru tefsir kitabı Onun hadis-i
şerifleridir. Tefsir âlimleri, tefsirlerini Peygamber efendimizden ve
Eshab-ı kiramdan naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsirleri
asra uygundur. Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır.
Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur. Tehlikeli kimseler
Peygamber aleyhisselamdan gelen bilgileri, aynen nakleden islam âlimlerinden farklı bildirmek, dini bozmak demektir.
Kur'an-ı kerimi en iyi bilen Peygamber efendimizdir. Onun açıklamaları
bellidir. Bundan daha başka şekilde açıklamak, dini değiştirmek olur,
reform olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetime
en çok tehlikeli olacak kimse, Kur'an-ı kerimi yersiz tevil edendir.)
[Taberani] Her asırda, her insana gereken iman ve ibadet aynıdır. Asra
göre iman esasları ve ibadet şekli değiştirilemez. Bundan yarım asır
önce, İlahiyat Fakültesi profesörlerince namaz kılma şeklinin değiştirilmesi
düşünülmüş, camilere "Asra
göre modern ibadet aletleri"
konulması teklif edilmişti. Asra göre, çağa göre tefsir yazanların böyle bir düşünceleri
yoksa, İslam âlimlerinin bildirdiklerinde değişiklik yapmadan aynı şeyi
naklediyorlarsa, o zaman "Asra
Göre Tefsir" demenin
manası yoktur. Eğer değişiklik varsa, zaten muteber değildir. Asrımızdaki insana göre kitap yazılacaksa, İslam âlimlerinin
kitapları aynen alınır, günümüzde kullanılan kelimelerle, buluşlarla
açıklanabilir. Mesela; müşrikler Peygamber efendimize, (Mescid-i
Aksanın kaç kapısı, kaç penceresi vardı?) gibi sualler sormuşlardı.
Fakat Resulullah efendimiz Miraca giderken etrafına bakmadığı için bunları
görmemişti. Cebrail aleyhisselam Mescid-i Aksayı gözünün
önüne getirince bakıp sorduklarına cevap verdi. Bu hadise anlatılırken,
(Televizyonda görür gibi görmüştü) denebilir. Bu şekildeki bir açıklamaya
da Asrın Tefsiri veya Çağdaş Tefsir denmez. İlmin ve
Fennin Işığında Tefsir diyenler de vardır. İlim ve fen, dinden ayrı mıdır da
ilmin ışığı deniyor? Ecnebiler, din ile ilmi ayrı zannettikleri için
böyle yazıyorlar. Ecnebiyi taklit eden reformcular da aynı şeyi söylüyorlar. Dini değiştirmek
Mecellenin Dürer-ül-hükkam şerhinde (Zamanın
değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa,
dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor. İmam-ı Rabbani
hazretleri de buyuruyor ki: (Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini,
olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin
zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını
tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir.
Kamildir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bugün sizin
için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size
din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3] Dini noksan sanıp, tamamlamaya [asra göre, çağdaş tefsir yazmaya]
çalışmak bu âyet-i kerimeye inanmamak olur.) [c.1, m.260] Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de bunların hepsini açıkladılar. Sonra gelen müceddid âlimler, bu hükümlerin yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdiler. Âlimlere uyan doğruyu bulur
"Elimizde Kur'an var iken âlime ne lüzum var" demek
doğru mudur? CEVAP Bunları söyleyenler, âlimin dindeki yerini bilmeyenlerdir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. Selef-i salihin itikadındadır. Yani Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadındadır. Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim
değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı
bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete
düşmüşlerdir. Mesela Vasıl bin Ata, Hasan Basri hazretlerinin talebesi
iken, hocasına itiraz edip, Ehl-i sünnetten ayrılarak Mutezile fırkasını
kurdu. İbni Teymiyenin de ilmi çok idi. Selef-i salihinin yani Ehl-i sünnet
âlimlerinin sözbirliğinden ayrıldı. Necdi
fırkasının kurulmasına sebep oldu. Bugünkü mezhepsizlerin de önderi
durumundadır. Şu halde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran Ehl-i
sünnet itikadındaki din mütehassısıdır. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i
şeriflerde övülen âlimler böyle kimselerdir. Bunların sözleri senettir.
Bunlar peygamberlerin vârisleri, vekilleridir. İctihadlarında isabet
etmeseler de yine sevap alırlar. Bunlara tâbi olanlar da kurtulur. Âlimlerin üstünlüğü
Âlimlerin dindeki yeri nedir? CEVAP Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki: (Âlimin âlim
olmayana üstünlüğü, peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib] (Âlimin âbide
üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebu Nuaym] (Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid'at ortaya çıkınca âlim,
halkı ikaz eder. Âbid bid'atten
habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden
kıymetlidir.) [Deylemi] (Âlimlerin
mürekkebi, şehidlerin kanı ile tartılır, âlimlerin
mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccar] (Allahü teâlâ,
âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da,
cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını
sapıtırlar.) [Buhari] (Âlim, Allah’ın
emin olduğu, güvendiği kimsedir.) [Deylemi] (Âlimler,
yeryüzünün kandilleri, peygamberlerin halifeleri, benim ve diğer peygamberlerin
vârisleridir.) [Ebu Nuaym] (Âlim ölünce,
denizdeki balıklar bile, kıyamete kadar ona istiğfar eder) [Deylemi] (Kıyamette
âbide Cennete gir, âlime ise
halka şefaat için bekle denir.)
[İ. Maverdi] (Âlimlere
tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi] (Âlimler
[ebedi saadet
yolunu gösteren] birer kılavuzdur,
rehberdir.) [İ.Neccar] "Allah’ın İpi" ne demektir?
Allah’ın ipi ne demektir? CEVAP Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri
buyuruyor ki: Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın
ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da,
fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete
düşer. Sevad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin
yolu da, Peygamber aleyhisselamın ve Hulefa-i
raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider.
Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır.
Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır.
Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid'at sahibi
olup Cehenneme gider.) [Tahtavi] Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: (Dindeki dört delil, müctehidler
içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz,
âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir
hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne
uyulur. Çünkü âyet ve hadis ictihad isteyebilir, yahut başka bir âyet
veya hadisle değişmiştir, yahut tevil edilmesi gerekir. Bunları da ancak
müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin
kitaplarını okumamız gerekir.) [Berika s.94] Kur'an-ı kerime nasıl uyulur?
İslama ve Kur’ana uymak için tefsir mi
okumak gerekir? CEVAP İslama, Kur'ana uymak, tefsir okumakla
değil, ancak hak olan bir mezhebe uymakla olur. Bir kimse, Kur'an-ı
kerimden, tefsirden anladığına uyarsa, İslama
uymuş olmaz. Kur'an-ı kerimde her hüküm var ise de, bunları doğru olarak
Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Kur'an-ı
kerimde buyuruluyor ki: (De ki, "Eğer
Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun!") [Al-i İmran
31] (Ona tâbi
olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158] (Resule itaat
eden Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: (Cenab-ı Hak, Kur'an-ı kerimde, Muhammed aleyhisselama itaat
etmenin, kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. O halde, Onun Resulüne
itaat edilmedikçe, Ona itaat edilmiş olmaz. Bunun pek kati ve kuvvetli
olduğunu bildirmek için, (Elbette
muhakkak böyledir) buyurup, doğru düşünmeyenlerin, bu iki itaati
birbirinden ayrı görmelerine meydan bırakmadı. Yine buyurdu ki: (Kâfirler,
Allahü teâlânın emirleri ile peygamberlerinin emirlerini birbirinden
ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyorlar.
İman ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir.
Kâfirlerin hepsine Cehennem azabını, çok acı azapları hazırladık.) [Müjdeci
Mektublar 152] Hadis-i şeriflerin önemi
Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur'an-ı kerimin
açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet,
yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl
kılınacağı, zekat nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi.
Yani hiçbir kimse, bunları Kur'an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur'an-ı
kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç
vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Bu
bakımdan Peygamber efendimiz, İslama, Kur'ana
tâbi olmak isteyenin bir âlime, bir mezhebe bağlanmasını emrediyor.
(Âlimlere tâbi olun!) buyuruyor. (Deylemi) Allahü teâlâ da, âlimlere uymayı emrediyor, (Âlimlere sorun!) ve (Peygamberin emrettiğini yapın, yasakladığından
sakının!) buyuruyor. (Nahl 43, Haşr 7) Ahmed Tahtavi hazretleri, (Kur'an-ı
kerimdeki, (Allah’ın ipine sarılın!)
emri, (Fıkıh âlimlerinin, bildirdiklerine uyun!) demektir) buyurdu.
(Dürr-ül Muhtar haşiyesi) Kendi hastalığını ve kalbindeki hastalığın ilacını bilmeyen
cahillerin hadis-i şeriflerden kendine uygun olanları seçip alması imkansız
gibidir. İslam âlimleri, kalb, ruh mütehassısları olup, herkesin bünyesine
uygun ruh ilaçlarını, hadis-i şeriflerden seçerek bildirmişlerdir. Peygamber
efendimiz dünya eczahanesine yüzbinlerce
ilaç hazırlayan baş tabib olup, evliya ve
âlimler de, bu hazır ilaçları, hastaların dertlerine göre dağıtan, yardımcı
tabibler gibidir. Hastalığımızı bilmediğimiz, ilaçları tanımadığımız
için, yüzbinlerce hadis-i şerif içinden, kendimize
ilaç aramaya kalkarsak alerji hasıl olarak, cahilliğimizin cezasını
çeker, fayda yerine zarar görürüz. Bunun için âlimlere uymamız gerekir.
Âlimlere uymak, 4 mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün
İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının
gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta icma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i
şeriflerde buyuruldu ki: (İki kişi,
bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte
olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan
Cehenneme düşer.) [İbni Asakir] (Cemaatten
ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani] (Ümmetimin
âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler.) [İbni Mace] Hadis-i şerifleri de, sahih veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek,
sahih olsa bile, günah olur. Böyle kimsenin hadis-i şerif okuması caiz
olmaz. Hadis kitaplarından, hadis nakletmek için, hadis âlimlerinden
icazet almış olmak gerekir. Hadis-i şeriflerin de sahih olup olmadığını
bilmeden, sahih bir hadis-i şerifi bile söylemek günah olur. Hadis-i
şerifte, (Bilmediği sözü hadis olarak söyleyen, Cehennemde
azap görür) buyuruldu. Onun için âlim olmayan kimsenin hadis okuyup
anladığı ile amel etmesi caiz olmaz.) [Berika] Kur'an-ı kerimi ancak Resulullah efendimiz anlamış, hadis-i
şeriflerle açıklamıştır. Bu hadis-i şerifleri de, ancak Eshab-ı kiram
ve müctehid imamlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına
tâbi olmuşlardır. Şu halde, Kur'andan, hadisten ve bunların tercümelerinden din
öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarından hazırlanan ilmihallerden öğrenmelidir! Uydurma hadis meselesi
Piyasadaki kitaplarda hiç mi uydurma hadis yoktur? CEVAP Hadis uyduranlar olmuş ise de, piyasadaki rastgele kimselerin yazdığı kitaplarda uydurma hadis olabilirse
de, dinin temel kitapları olan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında
asla uydurma hadis yoktur. Çünkü onların her biri, (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir) ve (Âlimler, Allah’ın güvendiği kimselerdir) gibi hadis-i şerifler ile
övülen büyük insandır. Hadis uydurmanın ve uydurma hadisi nakletmenin
vebalinin büyüklüğünü bilirler. (Söylemediğim
sözü hadis diye bildiren Cehenneme gidecektir) hadis-i şerifini
nakleden o âlimler, kitaplarına nasıl olur da uydurma hadis alabilirler? Resulullahın vârislerine olan itimadı sarsmak için böyle iftira
ediyorlar. Müctehid, müctehide hata etti demez. Çünkü Mecellede (İctihad ictihadla nakzedilemez)
buyuruluyor. (Madde 16) Dört mezhepte birbirinden farklı hükümler vardır. Fakat hiçbiri, diğerini sapıklıkla, hata etmekle itham etmemiştir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Âlimlerin
farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki] (Âlim ictihadında
hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Hanefi ve Hanbeli’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken,
Maliki ve Şafii’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru,
ötekine yanlış denemez. Her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması
farklıdır. Bir müctehidin sahih dediği bir hadise, başka bir müctehid
mevdu diyebilir. Hadis ilminde müctehid bir âlim, bir hadise mevdu derse, diğer
müctehidler buna sahih diyebilir. Çünkü mevdu
diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları
taşımayan bir hadis için "Mezhebimin usulünün kaidelerine göre
mevdudur" der. Yani bu sözün hadis olduğu bence anlaşılamamıştır,
der. Yoksa "Bu söz, Peygamber efendimizin sözü değildir" demek
istemez. Aynı hadis için başka bir müctehid sahihtir diyebilir. Sahih
olduğunu söyleyen müctehid ötekine, "Peygamber efendimizin bu sözüne
nasıl mevdu dersin?" demediği gibi öteki de, "Bu uydurma söze
sen nasıl hadis diyebilirsin?" demez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor
ki: (Bu misalleri
ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız
âlimlerden sorun!) [Nahl 43] (Bunun hükmünü
peygambere ve ülül-emre [âlimlere]
sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa
83] [Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim
demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir)
buyurdu. (Darimi)] (Allah’tan
en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] [Allah’tan korkmak büyük
mertebedir. Peygamber efendimiz (Allah’tan
en çok ben korkarım) buyurdu. (Buhari)] (Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9] Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimlere
tâbi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler,
kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.) [İbni Neccar] (Âlimler
olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İbni Maverdi] (Bilmediklerinizi
salih [âlim]lerden sorup öğrenin!)
[Taberani] Mezhebe uymanın lüzumu
Allahü teâlâ ve Resulü, âlimleri böyle överken, onların kitaplarında
uydurma hadis olduğunu söylemek ne kadar çirkin iftira olur. Eğer herkes Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i
şeriflere, Eshab-ı kirama ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Onun için Allahü
teâlâ da, Peygamber efendimiz de âlimlere uymamızı emrediyor. İki hadis-i şerifin birbirine zıt gibi olduğunu gören, mezhebinin
hükmüne uyar. Zaten müctehid olmayanın hadis-i şerifle amel etmesi,
hüküm çıkarmaya kalkması caiz olmaz. Her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerekir. Uymayanın
mülhid olacağını İmam-ı Rabbani hazretleri
Mebde ve Mead kitabında bildiriyor. Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık veya kâfir olacağı S. Ahmet Tahtavi hazretlerinin Dürr-ül-muhtar haşiyesinde yazılıdır. Abdülgani
Nablüsi hazretleri de, (Bugün dört mezhepten
başkasına uymak caiz değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen,
Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır!)
buyuruyor. (Hadika) Kur'an-ı kerim tercümesi
Kur’anı kerimin tercümesi, tefsiri yapılamaz mı? CEVAP Kur'an-ı kerimin tefsiri veya tercümesi yazılabilir ve yazılmıştır.
İslam âlimleri, bunu yasak etmemişlerdir. Fakat bunlar, Kur'an-ı kerimin
belagatini taşıyamazlar. Murad-i ilahiyi bildiremezler.
Kur'an-ı kerimin manasını ve manalarındaki incelikleri anlamak isteyen
ve belagatinin zevkini tatmak dileyen müslümanlar,
bu kitab-i mübini
kendi lisanı ile okumalı ve manasını ve zevkini bundan almak için gereken
bilgileri öğrenmekten üşenmemelidirler! Şekspirin, Victor Hugonun ve
Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce,
Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği
gibi, Allah kelamını ve inceliklerini anlayabilmek için de gerekli ilimleri
öğrenmek elbette şarttır. Cebrail aleyhisselamın Peygamberimize indirdiği bu kelimelerden ve sözlerden başka, Arapça da olsa, okunan şeyler Kur'an-ı kerim okumak olmaz. Mesela, cünüp iken, Kur'an-ı kerim okumak haramdır, büyük günahtır. Fakat, onları okumak, haram olmaz. Namazda okuduğunu anlamak
Dinde reformcular diyor ki, insanın namazda okuduğunu, Rabbinden ne istediğini bilmesi gerekir. Böyle sözler, ibadetlerin
ne demek olduğunu anlamamış olmayı gösterir. Çünkü, namazı, insanın
kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını,
yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber
aleyhisselam da, bunları öğrendiği gibi Eshabına
bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Bunlarda değişiklik olmaz. Din imamlarımız bunların hepsini Eshab-ı kiramdan görerek ve
işiterek anlamışlar ve kitaplarına yazmışlardır. Bu derin âlimler bildiriyor
ki: Namazda okunacak Kur'anın, Allah kelamı olması gerekir. Vazife,
ancak böylece yapılmış olur. Namaz içinde okuduğunun manasını anlamak
isteyenler, biraz çalışarak, bunların manasını da önceden kolayca öğrenebilirler.
Dünya kazançları için yıllarca çalışıyor, nice bilgiler, çeşitli diller
öğreniliyor da, bunun için neden çalışılmasın? Namaz dışında müslümanlar, kendi dilleri ile de, dua edebilirler.
Namazda okudukları âyetlerin manalarını da, Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitaplarından öğrenebilirler. İslam düşmanlarının, dinde reformcuların
kitaplarından öğrenmeye kalkışanlar, yanlış, bozuk, çirkin şey öğrenmiş
olurlar. Emekleri boşa gider. Bazı kimseler hep kitap yazanı, tefsir yazanı veya Arabi bileni
âlim zannediyor. Her köşe başında şeyh geçinen yüzlerce kimse vardır.
Bu kimseler, müslümanları şaşırtmış, katı-i tarik-ı ilahi olmuşlardır.
Yani Ehl-i sünnet yolunu bozan, yol kesiciler vardır. Âlimler çok azalmıştır
İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, dörtyüz yıl önce
buyurdu ki: (İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların
yoluna bid'at karıştığı ve bu yol bozulduğu için, Resulullahın sünnetine
sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler,
milletin kalbini, bu bid'atler ile kazanmaya
çalıştılar. Böyle yapmakla, dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını
sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü
teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden pek az
kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin talebelerine yardım
etmeleri, onların yolunda gitmeleri gerekir.) [C.2, m.62] Hadis-i şeriflerde, (Kıyamete
yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması
ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne
çıkarırlar, insanları doğru yoldan sapıtırlar) ve (Her
asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur)
buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları
beğenmeyip, bozuk asırdaki bozuk adamlara ve onların bozuk kitaplarına
aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika) İmam-ı Malik
hazretleri buyurdu ki: (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık
olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli yani sapık
olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır.) [Merec-ül-bahreyn] Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, bizim gibi mukallidlerin, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar, böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyan acaba ne olur? Abdülgani Nablüsi hazretleri
buyuruyor ki: Fıkıh bilgilerini derin âlimler, âyet-i kerimelerden
ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar ancak fıkıh kitaplarından
öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye
kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı
bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların
tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri
bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları
için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir okuması
felaket olur. (Hadika) Dört işlemi bilmeden yüksek matematiği öğrenmek imkansızdır. Bunun gibi akaid, fıkıh ve diğer lüzumlu ilimleri bilmeden tefsir okuyan elbette sapıtır. Fıkıh ilmini öğrenmeden tefsir ile vakit geçirmek doğru değildir.
Çünkü, tefsir ile, vaaz, kıssa öğrenilir. Fıkıh ile, helal, haram öğrenilir.
(Redd-ül- Muhtar) Tefsir okumak, emrolunmadı. Fıkıh okumak ise, emrolundu.
(Berika s. 1297) |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |