Mealden tefsirden din öğrenilmez -3
 

Dinimizi hangi tefsir ve hadis kitabından öğrenmem daha kolay olur?

CEVAP

En kıymetli tefsir, Beydavi tefsiridir. En kıymetli hadis kitapları Kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabıdır. Fakat bizim gibilerin dinimizi bu kitaplardan öğrenmesi mümkün değildir. Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:

 

Tefsir, kelam-ı ilahiden murad-ı ilahiyi anlamak demektir. Kendi görüşü ile tefsir caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, hata etmiştir) buyuruldu. Hadisleri de, hadis kitaplarından değil, İslam âlimlerinin fıkıh, ahlak kitaplarından naklederek söylemek veya yazmak gerekir. (Berika)

 

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:

Hadis-i şerifler Kur'an-ı kerimi açıklar. Mezhep imamları hadis-i şerifleri açıklamıştır. Din âlimleri de, mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Tahareti, namazların kaç rekat olduklarını, rüku ve secdelerde okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekat nisabını, orucun ve haccın farzlarını Kur'an-ı kerimden çıkarmak mümkün değildir.

 

İmran bin Husayn hazretleri, (bize yalnız Kur'andan söyle) diyene, (ey ahmak, Kur'an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin) buyurdu. Hz. Ömere de, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur'an-ı kerimde bulamadık, dediklerinde buyurdu ki:

Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur'an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekatlık farzları iki rekat olarak kılardı. Biz de öyle yaparız. (Mizan-ül-kübra)

 

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:

Fıkıh bilgilerini derin âlimler, âyet-i kerimlerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bunlar ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak, nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır.

 

Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkanın âlimleri tefsirlerden yanlış mana anladıkları için sapıttılar. Âlimler sapıtınca âlim olmayanların tefsir okuması felaket olur. Tefsir kitaplarını anlayabilmek için, kolları olan seksen ilimle birlikte yirmi ana ilmi öğrenmek gerekir.

 

Kur'an-ı kerimin hakiki manasını öğrenmek isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okuması gerekir. (Hadika)

 

Nahl suresinin 44. âyetinde mealen, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan edesin) buyuruldu.

Beyan etmek, Allahü teâlâdan gelen âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Ümmetin âlimleri de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, sana vahy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.

 

Resulullah, Kur'an-ı kerimde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasaydı ve mezhep imamları da kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, bunları hiçbirimiz anlayamazdık. Çok büyük âlim olan mezhep imamları da hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu âlimler, Resulullahın vârisleridir.

 

Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir.

 

Peygamberlerin hepsinin dinlerinde amele ait birbirlerine zıt hükümler bulunduğu halde hepsine iman ve tasdik etmemiz gerekir. Mezhepler de, bunun gibidir.

 

Müctehid olmayanın, mezhepler arasında ayrılıklar bulunduğunu görse de, hepsine iman ve tasdik etmesi gerekir. Müctehid olmayan birinin, bir mezhebi hatalı görmesi, o mezhebin hatalı olduğunu göstermez. O kimsenin, kendisinin hatalı olduğunu, anlayışının kıt olduğunu gösterir. (Mizan-ül-kübra)

 

Kur’an tercümesi

Tv’lerde, barlarda Beethoven’in 9. senfonisini, Mozart’ın figarosunu ve Molyer’in şiirlerini niçin Almanca, İtalyanca, Fransızca söylüyorlar veya dinliyorlar da, (Bu yabancı dildir, Türkçe söylemek gerekir) diyerek, bu senfonileri Türkçeye tercüme etmiyorlar? Fakat Kur’an tercümesine nasıl olup da Kur’an diyebiliyorlar?

CEVAP

Çünkü, Türkçeye tam çevrilemeyeceğini biliyorlar. Türkçelerine Beethoven’in veya Şopen’in eseri denilemiyor. Bir şiirin tercümesi bile şiirin aslı değildir. O halde, Kur’an-ı kerimin tercümesine hiç Kur’an denebilir mi? Şekspir’in, Viktor Hügo’nun ve Baki efendinin şiirlerindeki incelikleri anlamak ve bundan zevk almak için, İngilizce, Fransızca ve Arapça dillerini edebiyatı ile birlikte öğrenmek gerektiği gibi, Allah kelamının belagatini ve inceliklerini anlayabilmek için de, gerekli ilimleri öğrenmeden, bunları anlamaya kalkışmak çok yanlıştır.

 

Tefsir akla değil, nakle dayanır

Kur’an-ı kerimin manasını Muhammed aleyhisselamdan başkası anlayamaz mı?

CEVAP

Evet. Kur’an-ı kerimin manalarını tam olarak yalnız Muhammed aleyhisselam anlamıştır. Ondan başka hiç kimse tam anlayamaz. Eshab-ı kiram, ana dili olarak Arabi bildikleri, edib ve beliğ oldukları halde, bazı âyetleri anlayamaz, Peygamber efendimize sorarlardı. Resulullahın Kur’an-ı kerimin tefsirini Eshabına bildirdiğini İmam-ı Süyuti haber vermektedir. (Hadika)

 

Tefsir, akılla yapılmaz. Eshab-ı kiramın bildirdiğinden başka türlü söyleyenler, dalâlete, hatta küfre düşer. Tefsir nakle dayanır.

 

Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:

(Kemalatın, üstünlüklerin ve olgunlukların her çeşidi nübüvvet kaynağından ve ışığından alınmıştır. Fakat herkes bu kaynaktan istidadı kadar ve kabiliyeti nispetinde istifade eder.

 

Resulullah, Hak aşıklarının istidatlarına uygun olarak, onların ruhlarına manevi sırlar bildirir, feyz ve marifetleri ulaştırır ve yansıtırdı. Hadis-i şerifte, (İnsanlarla akıllarının seviyesine göre konuşunuz) buyuruldu.

 

Bir gün Peygamber efendimiz, Hz. Ebu Bekir’e derin, ince marifetleri, onun seviyesine göre anlatıyordu.Yanlarına Hz. Ömer gelince, konuşma üslubunu onun da anlayacağı şekilde değiştirdi. Yanlarına Hz. Osman gelince, yine konuşma üslubunu değiştirdi. Oraya Hz. Ali de gelince konuşmasını, hepsinin anlayacağı şekilde değiştirdi. Peygamber efendimizin her defasında konuşma üslubunu değiştirmesi, oraya gelen zatların yaratılış ve istidatlarının farklı oluşlarından meydana gelmiştir.) [MektubatMasumiyye 59]

 

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Biz Peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele yapmak ve anlayabileceği şekilde hitap etmekle emrolunduk.) [İ.Gazali]

(Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir]

 

Hz.Ali, göğsünü işaret edip, (Burada istediğiniz kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Adamın biri bir âlime ince bir mesele sordu. Âlim cevap vermeyince, o kimse dedi ki:

- Sen, (İlmini gizleyene Allahü teâlâ ateşten gem vurur) hadis-i şerifini bilmiyor musun?

- Eğer anlattıklarımı anlayabilecek bir kimse sorar da söylemezsem, o zaman bana gem vurulur. Kur’an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Hadis-i şerifte buyurulduğu gibi fitneye sebep olur. (İhya)

Nakli esas almayan tefsirler

Günümüzde, yerli veya yabancıların, nakli esas almayan, şahsi görüşle yazdıkları tefsirler vardır. Bunları okumakta mahzur var mıdır? Hatasız Kur'an tercümesi var mı?

CEVAP

İslam âlimlerinin büyüklerinden ibni Hacer-i Mekki hazretleri bir fetvasında buyuruyor ki:

İslam âlimlerinin tefsirlerinden almayıp da, kendi anladığını ve kendi görüşlerini tefsir olarak yazan ehliyetsiz kimselerin tefsirlerini milletin önüne sürenlere mahkemeler mani olmalıdır! Böyle nakli esas almayan tefsirler bâtıldır, bozuktur. Bu tefsirleri milletin önüne süren din adamları sapıktır. Başkalarını da doğru yoldan saptırmaya çalışmaktadır. (Fetava- hadisiyye)

 

Tefsir, akla değil, nakle dayanır. İslam âlimlerinin, Peygamberimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mek.Rabbani 234]

 

Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mana verse, verdiği mana doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mana yanlış ise kâfir olur. (Berika)

 

Mezhepsizler, bu inceliği anlayamadıkları için, (Herkes Kur’an okumalı, dinini bundan kendi anlamalı, mezhep kitaplarını okumamalı) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının okunmasını yasak ediyorlar.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kur’an-ı kerimi, kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa dahi, mutlaka hatâ etmiştir) [Nesai]

 

Her tefsiri herkes anlayamaz. Kur'an-ı kerimi tercüme etmenin imkansız olduğu yukarıda bildirildi. Ancak tefsiri yapılabilir. Tefsir yapmak da büyük iştir. Bir hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. O halde tefsir denilen her kitaba güvenmemelidir!

 

Mevduat-ül-ulum'da deniyor ki:

(Kur'an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek, sayısız acayip hâller bulunan engin bir denizdir. Ondaki her ilmi öğrenmek, sırrına erişmek imkansızdır.)

 

Kur'an-ı kerimin hakiki tefsirini yapan, doğru manasını veren, ancak Muhammed aleyhisselamdır, Onun hadis-i şerifleridir. Bu hadis-i şerifleri de, ancak Eshab-ı kiram ve müctehid imamlar anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına uymuştur. Şu halde, Kur'andan ve hadisten ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman, dinini, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihâllerden öğrenmelidir.

 

Tercüme hataları

Fütuh-ül-gayb’ın bir tercümesinde, (Üzerinde farz borcu olan, kazasını kılmadan nafile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Kazasını kılmadıkça, nafile namazları kabul olmaz) hadis-i şerifi, (Farz borcu varken nafile ile uğraşan, doğurmayıp düşük yapan kadına benzer) şeklinde tercüme edilmiştir. Doğrusu nasıldır?

CEVAP

Bu hadis-i şerifi şerh eden Hanefi âlimlerinden AbdülhakDehlevi hazretleri, (Bu hadis, farz borcu olanın, sünnet ve nafilelerinin kabul olmayacağını göstermektedir) buyurup yukarıdaki meali bildirmiştir. 48. makalenin sonundaki hadis de, (Hakka isyan şeklinde mahluka koşmak yakışmaz) diye tercüme edilmiş. Halbuki doğru tercümesi, (Hâlıka isyan olan işte, mahluka itaat yoktur) yani, (Bir kimse, âmir de olsa, Allah’ın haram kıldığı bir şeyi, yap diye emrederse, onun emri yapılmaz) demektir. Yanlış tercümelere itibar etmemelidir.

 

Kur'an-ı kerimin tefsiri ve tevili ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı ilahi anlaşılamaz. Hadis-i şeriflerin de kelime kelime tercümesi çok zaman yanlış manalara gelir. Hatta bir dildeki deyim ve atasözlerinin bile kelime kelime tercümesi çok yanlış olur. Mesela Fransızca, (Aveler les yeux), kelime anlamı, gözleri yutmak, deyim manası, yiyecekmiş gibi bakmak demektir. (De bonne guerre), kelime anlamı, iyi savaştan demektir. Deyim anlamı, kanunlara uygun demektir. (Avoir le cœur gros), kelime anlamı, büyük yüreği olmak, deyim manası, üzüntüsü olmak demektir.

 

Deyimlerin manaları

Türkçemizde de birçok deyimler vardır. Mesela (Göz boyamak) tabirini kelime kelime yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir mana çıkar. Halbuki, Türkçede göz boyamak, aldatmak demektir. (Göze girmek) gözün içine girmek değil, takdir toplamak, itibar kazanmak demektir. (Gözden düşmek) de itibarını kaybetmek demektir. Eli maşalı deyimi, el ve maşa kelimeleri ile başka dile çevrilemez. İngilizceye yaklaşık olarak kavgacı anlamına gelen quarrelsome kelimesi ile çevrilir. Eli açık deyiminde de, el ve açık kelimelerini kullanmadan, cömert anlamına gelen generous kelimesi kullanılır. Eli uzun deyimini ise, hırsız anlamına gelen thief kelimesi ile anlatmak gerekir. (To be in the soup) başı dertte olmak demektir. Kelime anlamı ise çorbanın içinde olmak demektir.

 

Arabi’de de çok tabirler vardır. Hadis-i şerifler çok vecizdir. Kelime kelime tercüme edilirse yanlış olur. Birkaç misal verelim!

Türkçede hırsızlık yapana eli uzun derler. Arapça’da eli uzun, cömert demektir. Hz. Zeyneb binti Cahş, cömert ve eli marifetli idi. Peygamber efendimiz onun hakkında, (Zevcelerim arasında, bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun [cömert] olanıdır) buyurmuştur.

Dünya kelimesi, Türkçede, yeryüzü manasından başka, fikir ve inanç bütünlüğü manasına da gelir. (İslam dünyası) gibi. Görüş manasına gelir. (Dünyaları ayrı iki insan) gibi. Çok kalabalık manasına da, (Dünyanın insanı gelmiş) denir.

 

Dünya, arabide de bildiğimiz dünya manasına geldiği gibi, başka manalara da gelir. Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Ednâ ism-i tafdil olup mastarı dünüv veya denâettir. Birinci mastardan gelince çok yakın demektir. Mesela şu âyetteki dünya kelimesi bu manadadır:

(Biz, en yakın olan gökü yıldızlarla süsledik.) [Saffât 6]

 

Bazı yerlerde ikinci manada kullanılır. Mesela hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Dünya [deni, alçak şeyler, haram ve mekruhlar] melundur.) [İbni Mace]

 

Dünya, mal, dünyalık, rızık gibi manalara da gelir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Dünya [dünya malı] bana yaklaşmak istedi. "Benden uzaklaş" dedim. Giderken, "Sen benden kurtuldun ama, senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzar]

 

(Cennet anaların ayakları altındadır) hadis-i şerifini, (Cennet, ananın rızası altındadır) şeklinde açıklamak lazımdır. Ancak bu kadar bir açıklama da kâfi gelmez. Çünkü ana-babanın gayrı meşru emirlerine de riayet edilmesi gerekeceği anlaşılır. Ayrıca bir çocuk, müslüman olmasa; fakat ana-babasının rızasını alsa, Cennete gideceği de zannedilebilir. O halde hadis-i şerifi İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde bildirmek lazımdır. O da şöyle: (Müslüman evlat, müslüman ana-babanın dine uygun emirlerine riayet edip, rızalarını kazanırsa, Cenneti kazanır.)

 

(Eş-şer'u tahtesseyf) ve (El Cennetü tahte zılâlissüyuf) hadis-i şeriflerini kelime kelime tercüme edersek (İslam kılıç altındadır) ve (Cennet kılıçların gölgesi altındadır) demektir. İslam kılıcın altında ne demektir? Kılıç ile atom bombası, roket, radar, füze gibi her çeşit harb vasıtaları kastedilmektedir. Müslümanlar, ekonomide, teknolojide ileri seviyede olursa, dinlerini korumuş olurlar. Yani, İslamiyet, kılıç ve diğer vasıtaların koruması altındadır. Amerika'nın, Avrupa’nın, Rusya'nın tekniğini almak lazımdır. O halde yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması şöyle olur:

(İslamiyet, kâfirlerdeki silahların hepsini yapmakla ve bunları iyi kullanmakla sağlam kalır.)

 

Allah’ın dinine yardım

Bir Kur’an tercümesinde, Muhammed suresinin 7. âyetinde, (Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder) deniyor. Allah’a nasıl yardım edilir ki?

CEVAP

Aynı anlamda birkaç âyet-i kerime daha vardır:

(Allah, kendisine yardım edenlere yardım eder. Elbette Allah, güçlüdür, galiptir.) [Hac 40]

(Allah’a ve Peygamberine yardım edenler...) [Haşr 8]

Hadis-i şerifte de (Allah’ın emrini aziz et, Allah da seni aziz etsin!) [Deylemi]

 

Kur'an tercümelerinden, meallerden, hadislerden din öğrenilmez. Yanlış anlamalara sebep olur. İslam âlimlerinin açıklaması ile birlikte okumalıdır. Fıkıh kitapları Kur'an-ı kerimin tefsirleridir.

Allah’a yardım demek, Allah’ın dinine yardım demektir. Yani İslamiyet’e hizmet demektir. İslamiyet’e hizmet ise, Allahü teâlânın, Resulünün ve âlimlerin bildirdiği şekilde yapılırsa hizmet olur. Kendi anlayışına göre yapılırsa, ekseriya fitne olur.

 

Hz. İbrahim güneşe tapmadı 

Bütün peygamberlerin peygamberlikleri bildirilmeden önce de, günah işlemedikleri malum iken, neden meallerde, İbrahim aleyhisselamın, yıldıza, aya ve güneşe "Bu benim Rabbim" dediği yazılıdır?

CEVAP

Hiçbir peygamber, peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez.

 

Maalesef birçok tercümelerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur'an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez. Sonra âyetleri açıklamak herkesin işi değildir. Kur'an-ı kerime yanlış mana verdikleri için yetmiş iki sapık fırka meydana çıkmıştır.

 

Tefsir-i Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyet-i kerimelerinin açıklaması şöyle:

İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip (Bu mu benim Rabbim?) diyerek bunlara tapanları ilzam etmek istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.

Mevcut Kur'an tercümeleri içinde bir iki tanesi ancak, yıldız, ay ve güneş için (Bu mu benim Rabbim?) şeklinde tercüme etmiştir. Maalesef diğer tercümelerde (Bu benim Rabbimdir) şeklinde geçmektedir.

 

Tibyan’da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmıştır. Ancak 76. âyetin açıklamasında tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyle:

1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle söylemiştir.

2- Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek niyetiyle (Bunun gibi şeyden Rab mı olur? Bu mu benim Rabbim?) demek istemiştir.

3- Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

4- (Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.

 

Bu dört açıklama da İbrahim aleyhisselamın, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir.

Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Halbuki peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)

 

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(İbrahim ne yahudi, ne de Hıristiyandı. O gerçekten Allah’ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i imran 67]

(Andolsun ki bundan önce, İbrahime de rüşdünü [büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstehak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]

 

Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)

 

Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri ilmihalden öğrenmemiz gerekir.

 

Devamı var...

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri