Dini tabirler ve dili korumak -1

 

Her ilmin kendine mahsus kelime ve deyimleri vardır

İbadet ve taat ne demektir?

CEVAP

Bir ilmi öğrenmek isteyen, o ilme ait kelime ve deyimleri bilmesi gerekir.

Allahü teâlânın rızasına kavuşmak ve sevap kazanmak niyeti ile farzları, sünnetleri yapmaya ve haramlardan ve mekruhlardan kaçınmaya [İslam hükümlerini] yerine getirmeye İbadet etmek denir. Niyetsiz ibadet olmaz. Amel, üçe ayrılır:

1- Masıyet: Günah olan işler. İçki içmek gibi.

 

2- Taat: Allahü teâlânın beğendiği şeyler. Taat yapan müslümana sevap verilir. Sadaka vermek gibi. Taat, niyetsiz veya Allah için niyet ederek yapılınca, sevap hasıl olur. Taat yaparken, Allahü teâlâ için yaptığını bilmese de sevap hasıl olur. Sevap hasıl olması için, Allah rızası için niyet etmek lazım olan taate İbadet denir.

 

3- Mubah: Günah veya taat olduğu bildirilmemiş olan işler. Niyete göre, taat veya günah olur. Şık giyinmek gibi. Karşı cinse güzel görünmek, onu elde etmek için güzel giyinmek günah olur. İslamın vakarını korumak için güzel giyinmek ise taattır. Her mubah, iyi niyet ile yapılınca taat olur.

Bir kimse Allahü teâlâ için yaptığını bilerek taat yaparsa, buna Kurbet denir. Kurbet olan işi de yaparken sevap hasıl olması için niyet etmek şart değildir. Niyetsiz alınan abdest ibadet olmaz, kurbet olur ve bu abdestle Hanefi’de namaz kılınır.

 

Demek ki, her ibadet kurbet ve taat oluyor. Kur'an-ı kerim okumak, vakıf yapmak, köle azat etmek, sadaka vermek, abdest almak ve benzerleri yapılırken sevap hasıl olmak için, niyet lazım olmadığı için, kurbet ve taat oluyor. Fakat, ibadet değildir. Taat veya kurbet olan bir iş yapılırken, Allah için niyet edilirse, ibadet yapılmış olur. Allah rızası için taat yapmaya ve sevap kazanmak niyeti ile yapılan mubahlara kurbet denir.

 

Allahü teâlâyı tanımaya yarayan fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi bilgileri öğrenmek taattir, kurbet değildir. Çünkü kâfir, Allahü teâlânın varlığını, bunları öğrenirken değil, öğrendikten sonra anlar. Taat, kötü niyet ile yapılırsa, günah olur. Güzel niyetlerle taatın sevabı artar. Özetlersek:

 

İbadet: Kulluk vazifelerini İslamiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek demektir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak, mesela namaz kılmak, zekat vermek gibi.

 

Taat: Allahü teâlânın beğendiği şey. Buna hasene de denir. Sadaka vermek, Kur’an okumak gibi.

 

Kurbet: Yakınlık. Taatı, Allahü teâlâ için yapmak demektir. Mesela sadaka verirken, Allah rızası için

vermeye niyet etmek kurbettir.

 

İsar, muhtaç olduğu bir şeyi kendi kullanmayıp, muhtaç olana vermektir. İnsana gereken şeylerde isar yapılır. Kurbet ve ibadetlerde isar yapılmaz. Mesela örtünecek kadar elbisesi olan, bunu muhtaç olana vermez, kendi kullanır. Namazda ön saftaki yerini başkasına vermez. (Eşbah)

 

Caiz, esah, sahih ne demektir

Esah: Bir meselenin hükmü hakkında müctehid âlimlerin kavillerinden en doğru olanı, demektir. Esah, sahih’ten daha kuvvetlidir. Bir misal: Suyu arayıp bulamayan kimse, teyemmüm edip namazını kıldıktan sonra, suyu görse, bu husus ihtilaflı ise de, Esah olan namazı iade etmez.

 

Sahih: Fıkıh kitaplarında, müctehid âlimlerin kavillerinden birini tercih edip, (doğru olan budur) denilen kavildir. Bir misal: Erkeğin başını tıraş etmek mümkün olduğu için, saçını uzatıp örse bile, çözerek yıkaması gerekir. Sahih olan kavil budur. Çünkü erkeğin saçını örmesinde zaruret yoktur.

 

Müftabih: Müctehid âlimlerin ictihâdlarından uyulması gereken fetva demektir. Bir veya iki ayrı müctehidin bir iş hakkında iki ayrı kavli bulunsa, birine sahih, diğerine esah kavil dense, esah kavil ile fetva verilir. Herkesin ibadet yaparken ve haramlardan sakınırken kendi mezhebindeki âlimlerinin (Müftabih olan = fetva verilen kavil budur) diye bildirdikleri kavle uyması gerekir. Bir misal: Teşehhüdde şehadet kelimesini okurken, şehadet parmağı ile işaret edilmez. Fetva böyledir.

 

Mu’temed: Müctehid âlimlerin, dini bir mevzudaki sözlerinden esas alınan kavildir. Bir misal: Balgam kusmak mu’temed kavle göre abdesti bozmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:

Mudmerât’da deniyor ki: Fetvaya yarayan alametlere gelince, “fetva böyledir”, “bununla fetva verilir”, “biz bununla amel ederiz”, “itimad bunadır”, “bugünün ameli buna göredir”, “ümmetin ameli buna göredir”, “sahih olan budur”, “esah olan budur”, “muhtâr olan budur” gibi sözlerdir. Bu sözlerin bazısı bazısından daha kuvvetlidir. Mesela; “Fetva bununladır” sözü, “fetva bunun üzerinedir” sözünden daha kuvvetlidir. Esah sözü, sahihten daha kuvvetlidir. Âdab-ül-müfti’de diyor ki: Mu’temed bir kitaptaki rivâyetin altına esahtır, evladır veya benzeri bir ibare yazılırsa, o rivayetle fetva vermek caiz olduğu gibi, muhalifi ile de fetva verilebilir. Ama, rivâyetin altına “sahihtir”, yahut “amel olunmuştur” veya “bununla fetva verilir”, “fetva böyledir” gibi sözler yazılmışsa muhalifi ile fetva verilemez. Ancak, Hidaye gibi bir kitapta bir kavil için, sahih olan budur, Kâfi’de de, muhalif kavil için sahih olan budur, denilirse, muhayyerlik sabit olur. Bu takdirde, fetva verecek olan müfti, kendine göre kuvvetli olanı tercih eder. (Reddül muhtâr)

 

Caiz ne demektir

Caizdir demek helaldir demek midir? Eğer böyle ise neden "Caiz" yerine "Helal" veya "Caiz değildir" yerine "Haramdır" denmiyor?

CEVAP

Caiz kelimesi, cümlede kullanıldığı yere göre çeşitli manalara gelir:

1- Caiz, genel olarak ruhsat verilmiştir, günah değildir manasındadır. Fakat, caiz denilen şeyi yapmamak daha iyidir.

2- Yapılması daha iyi demektir.

3- Yapılması tenzihen mekruh demektir.

4- Yapılması tahrimen mekruh demektir.

5- Yapılması mubah demektir.

6- Yapılması vacip, gerekir demektir.

7- Yapılması günah demektir.

 

Şimdi bunlara birkaç misal verelim:

1- (Cemaatle namaz kıldıktan sonra, duayı beklemeden gitmek caiz) demek, (Günah değildir, gidilebilir, ancak gitmeyip duayı beklemek daha iyi olur) demektir.

(Kur'an-ı kerimi abdestsiz ezberden okumak caizdir) demek de böyledir. Günah olmaz, fakat abdestli okumak daha iyi demektir. (Sabah namazında aldığı abdest bozulmadan, bu abdest ile, öğleyi, ikindiyi, akşamı ve yatsıyı kılmak caiz) demek de böyledir. Yani günah olmaz, fakat her namaz için abdest almak daha iyi olur.

(Yaşlı kadının elini öpmek caizdir) demek de böyledir.

 

2- (Namazda rüku ve secde tesbihlerini üçten fazla [5,7,9,11 gibi] söylemek caiz) demek, daha iyi olur, müstehaptır demektir. (Abdest bozulmadan, her namaz vaktinde abdest üstüne yeniden abdest almak caiz) demek, yapılması daha iyi olur demektir. (Cuma namazında, imamın secde-i sehv yapmaması caiz olur) demek de böyledir.

 

3- (Amca ve dayı kızı ile evlenmek caiz) demek tenzihen mekruhtur, bir mecburiyet olmadıkça, yapılmaması daha iyi olur, yapılırsa da günah olmaz demektir.

Fıkıh kitaplarında, (Şarap yapana üzüm satmak caizdir) buyurulması da böyledir.

(Güneşte ısınan su ile abdest almak caiz; fakat tenzihen mekruh) demek de böyledir.

Hıristiyanın kestiği hayvanın etini yemek de böyle caiz; yani tenzihen mekruhtur.

 

4- (Hıristiyan kadınla evlenmek caiz) demek, zimmi olursa tenzihen mekruh, harbi olursa tahrimen mekruh demektir.

[Zimmi, İslam devletine haraç, cizye gibi vergiler veren gayrı müslim vatandaş demektir. Harbi ise, vatandaş olmayan gayrı müslim demektir.]

 

5- (Pamuk gömlek giymek caiz) demek, yapılmasında veya yapılmamasında bir mahzur yoktur demektir.

Böyle mubah işler, niyete göre daha iyi veya daha kötü olabilir. Kadınların süslenmesi caizdir. Kocası için süslenmesi iyi olur, yabancılar için süslenmesi caiz olmaz.

 

6- (Hastalık sebebiyle yarasından kan, irin akanların, idrar kaçıranların, abdest ve namazlarının bozulmaması için Maliki mezhebini taklit etmeleri caiz) demek, yapılması gerekir demektir.

Bunun gibi, (Mahalle mescidinin gelirlerini, masraflarını idare etmek için mütevelli [vazifeli bir memur] tayin etmek caiz) demek, gerekir manasınadır.

(Bir kadın, peruk takarak sokağa çıkamaz. Ancak erkekler arasında başını açmak zarureti olduğu zaman, başını peruk takarak örtmesi caiz) demek, başını açması günah olur, peruk takması şarttır demektir.

 

7- (Bir babanın malının hepsini bir çocuğuna hediye etmesi caiz olur) demek, hediyeyi alan çocuğa bunun hiç mahzuru olmaz, fakat çocukları arasında ayrım yaptığı için babaya günah olur demektir.

 

Caiz değil ne demektir?

(Caiz değil) demek de:

1- Mekruh,

2- Haram,

3- Fasid,

4- Küfür,

5- Sahih değildir,

6- İtibar edilmez,

7- Bid'at manasına da gelir.

 

Birer misal verelim:

1- (Namaz kılmak için, cami resimli seccadeyi yere sermek caiz değil) demek, mekruhtur demektir. Genel olarak mekruh denilince, tahrimen mekruh anlaşılır.

2- (Alkollü içkilerin damlasını içmek caiz değil) demek, haram demektir.

3- (Yürüyerek namaz kılmak caiz değil) demek, fasid yani namaz bozulur demektir.

4- (Allah göktedir demek caiz değildir) demek, küfür olur, yani böyle söyleyen kâfir olur demektir.
(Şaka olarak da olsa, zünnar denilen papaz kuşağını bele bağlamak caiz değil) demek de böyledir. Yani zünnar kuşanan kâfir olur. Bunun gibi, (Müslüman kızın, kâfir erkekle evlenmesi caiz değil) demek, evlenirse, kâfir olur demektir.

5- (Diş çukurundaki yemek artığının altına su geçmezse gusül caiz olmaz) demek, gusül sahih olmaz, geçerli olmaz demektir.

6- (Müctehid olmayanın, âyet-i kerimeden ve hadis-i şeriflerden mana çıkararak, kendi anladığına göre hareket etmesi caiz değil) demek, muteber değildir, hiç kıymeti yoktur demektir.

7- (Sakalı bir tutamdan kısa yapmak caiz değil) demek, bid'at olur demektir. Bid'at ise haramdır. Çünkü sünneti değiştirmiş oluyor.

 

Farz-ı ayn ve farz-ı kifaye

Farzın ve sünnetin ayn ve kifaye olanı vardır. Ayn ve kifaye ne demektir?

CEVAP

Bunlar bir terimdir. Farz-ı ayn ve sünnet-i kifaye gibi birleşik olarak kullanılır.

Farz: Dinimizin, yapılmasını açık ve kesin olarak emrettiği şeylerdir. Farzları terk etmek haramdır. İnanmayan ve yapılmasına önem vermeyen kâfir olur.

 

Farz-ı ayn: Mükellef olan her müslümanın bizzat kendisinin yapması gereken farzdır. Her müslümanın yapması ve sakınması emredilen dinin hükümlerini öğrenmesi farz-ı ayn’dır.

Her müminin, en önce, ehl-i sünnet itikadını, kısaca öğrenmesi farzdır. Bundan sonra, yapacağı emirleri ve sakınacağı yasakları öğrenir. Mesela yeni müslüman olan kimsenin, abdestin ve namazın farzlarını öğrenmesi, hemen farz olur. Sünnetlerini öğrenmesi de sünnet olur. Ramazan gelince, orucun farzlarını öğrenmesi farz olur. Zengin olunca, zekatı öğrenmesi farz olur. Haccı öğrenmesi, hacca gideceği zaman farz olur. Her şeyi zamanı gelince öğrenmesi farz-ı ayn olur.

Mesela evlenmek istediği zaman, nikah bilgilerini, kadın-erkek haklarını, kadınların özür hallerini öğrenmesi farz olur. Bir sanata, ticarete başlayınca, bunlardaki emir ve yasakları, faizi öğrenmesi gerekir. Hangi sanata başlayacaksa, ona ait fen bilgilerini de öğrenmesi farz olur. Herkese kendi sanatını okuması, öğrenmesi farz olur. (Kimya-i saadet)

 

İbadetlerin en kıymetlisi

İbadetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır. (İfsâh)

Kelam, fıkıh ve ahlak bilgilerini lüzumu kadar öğrenmek ve çoluk çocuğuna öğretmek, farz-ı ayn’dır. Öğrenmeyenler ve çoluk çocuğuna öğretmeyenler büyük günah işlemiş olur.

Bir âyet ezberlemek, herkese farz-ı ayn’dır. Fatiha’yı ve 3 âyet veya bir kısa sure ezberlemek vaciptir. (Dürr-ül Muhtar)

 

Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn’dır. Helalden, haramdan ikiyüzbin meseleden bir kısmını öğrenmek farz-ı ayn, bir kısmını öğrenmek de farz-ı kifaye’dir. Herkese, işine göre, lüzumlu olanı farz-ı ayn olur. (Bezzâziyye)

 

Farz-ı kifaye: Müslümanlardan lüzumu kadar kimse tarafından yapılınca, diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Bazıları şunlardır:

1- Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, cenaze namazı kılmak ve gömmek farz-ı kifaye’dir. Erkek yoksa, bu işleri kadınlar yapar.

2- Kur’an-ı kerimi ezberlemek, yani hafız olmak farz-ı kifaye’dir. Kur’an-ı kerimden bir miktar ezberledikten sonra, fıkıh öğrenmek gerekir. Çünkü, Kur’an-ı kerimi ezberlemek farz-ı kifaye, lazım olan fıkıh bilgilerini öğrenmek ise, farz-ı ayndır. (Bezzâziyye)

 

Müctehid âlimlerin tefsir ilmini bilmeleri farz-ı kifaye’dir. Bizim gibi Müslümanlar için nafiledir. Farz-ı ayn olan fıkıh bilgilerini okumayı bırakıp, okuması nafile olan tefsir kitaplarından din öğrenmeye çalışmak akıllı kimsenin yapacağı iş değildir.

 

Camiye girince, mekruh vakit değilse, iki rekat Tehıyyet-ül-mescid namazı kılmak sünnettir. Kur’an-ı kerim okunuyorsa, kılınmaz. Çünkü, Kur’an-ı kerimi dinlemek farz-ı kifaye’dir. Farz-ı kifaye için de sünneti terk etmek evladır. (Hamevi)

 

3- Bir topluma selam verene cevap vermek farz-ı kifaye’dir. Cevabı geciktirmek haramdır. (Şir’a)

4- Bir toplumda aksırıp Elhamdülillah diyene, Yerhamükallah demek farz-ı kifaye’dir, üçten fazla aksırınca söylemek ise müstehaptır. (Riyad-un-nasıhin)

5- Cihad etmek farz-ı kifaye’dir. Dua ederek cihad ise, her müslümana farz-ı ayn’dır. Bu cihadı yapmamak büyük günah olur

 

6- Fen bilgilerinden sanatına, ticaretine lazım olanları, yalnız bu işle meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları farz-ı kifaye’dir. Mesela tıp ilmini öğrenmek, tedavi yapmak ve bütün sanatlar farz-ı kifaye’dir.

Namaz vakitlerini hesap etmek, farz-ı kifaye’dir. (Mevduat-ül-ulum)

 

7- Fetva vermek için her şehirde, müşkülleri çözebilen bir zatın bulunması farz-ı kifaye’dir.

8- Emr-i maruf farz-ı kifaye’dir. Yapılmazsa, gücü yeten herkes mesul olur.  

9- Ramazanda hilali gözetlemek farz-ı kifaye’dir. Vacib-i kifaye de denmiştir.

10- Her asırda müctehid âlimlerin ictihad etmeleri farz-ı kifaye’dir. Müctehid olmayanların ictihad etmeye kalkmaları cinayet olur.

 

Sünnet-i kifaye, birkaç kişi işlese, diğerlerinin işlemesi gerekmeyen sünnetlerdir.

Mesela bir topluluk halinde giderken, içlerinden birinin, bir kimseye veya başka bir topluma selam vermesi sünnet-i kifayedir. Yani herkesin ayı ayrı selam vermesi gerekmez.

Camide itikafa girmek de sünnet-i kifayedir. Bir mahallede bir kişi camide itikafa girse, diğer müslümanların itikafa girmeleri gerekmez.

Teravih namazını cemaatle kılmak da sünnet-i kifaye’dir. (El-İhtiyar)

Bir mahallede bir kişi ezan okusa, herkesin minareye çıkıp ezan okuması gerekmez. Bir camide cemaatle namaza başlarken bir kişi ikamet okusa kâfidir, herkesin ikamet okuması gerekmez.

 

İlmi tabirlerin Türkçesi olur mu? 

Rüku, secde, tekbir gibi sözcükleri anlayamıyorum. Bunların Türkçe’sini yazsanız da herkes anlasa, daha iyi olmaz mı?

CEVAP

Olmaz. Çok kimse, global, küresel, gibi yabancı kelimeleri kullanırken, bizim din ile ilgili zaruri kullanılması gereken ilmi kelimeleri yadırgıyor.

Şu bir gerçektir ki, her işte, her meslekte, her ilimde o ilme has [özgü] özel tabirler, terimler vardır. Mesela sporla ilgilenen, ofsayt, aut, korner, penaltı, basketbol, futbol, kale, gol kelimelerini bilir. Bilmezse, seyrettiği maçtan zevk almaz. Maça gidenin de bunları bilmesi gerekir. Hakemler, spikerler bunların Türkçe’sini söylemez. Hakem, spiker yabancı kelimedir, ama bunlar ehlince bilinir, bunların Türkçe’si olmaz. Maç seyreden, kale denilince, etrafı surla çevrilmiş, askeri bakımdan önem taşıyan kalın duvarlı binayı anlamaz. Bunun gibi harç kelimesinin, hukukta, inşaatta, ziraatta, ev işlerinde ayrı anlamları vardır.

 

Sporda olduğu gibi, hukukta, tıpta, ekonomide ve her ilim dalında o ilme mahsus [özgü] terimler bulunur. Bu kelimelerin Türkçe’si olmaz. Vakıf kelimesi yabancıdır, Türkçe’si olmaz.

Hukukta bazı terimler kullanılır. Mesela dava, duruşma, beraat, vekil, müvekkil, teminat, zimmet, icra, iflas, miras, varis, vasi, infaz, zabıt, muhakeme, tahkikat, iddianame, mümeyyiz, nafaka hak, hukuk gibi kelimelerin Türkçe’si olmaz.

 

Tıpta da bazı terimler kullanılır. Mesela, karantina, terapi, psikiyatri, kardiyoloji, jinekoloji, üroloji, nöroloji, check up(çekap), anestezi, narkoz, operasyon, enjeksiyon, tahlil, tomografi, röntgen, migren, tansiyon, prostat, menapoz, glokom, katarakt, aft, kolesterol, kist, sinüzit, farenjit, menenjit, bronşit, siroz, diyabet, egzama, alerji, kanser, ülser, enfeksiyon, nevrasteni gibi kelimelerin Türkçe’si olmaz.

Ekonomide de bazı terimler kullanılır. Bunları ancak ekonomistler ve bu işle ilgilenenler bilir. Mesela açığı kapatmak için hükümetçe yapılan para yardımına Sübvansiyon deniyor. Para arzına Emisyon, yabancı paralara göre, paranın değerini düşürmeye Devalüasyon deniyor. Fiyatların artması, paranın değerinin düşmesi ile meydana gelen ekonomik bozukluğa Enflasyon deniyor. Böyle kelimelerin Türkçe’si olmaz.

 

Bilgisayar kullanıyoruz. Bazı teknik tabirleri, mesela delete, enter, mous, mail, email, cd, disk, disket, ekran, gibi kelimeleri, ICQ kullanılıyorsa, online, offline, chat [sohbet] gibi kelimeleri bilmek gerekir. Chat [çet] sohbet demekse de, bilinen sohbetten farklıdır. Bir odada, bir sayfada karşılıklı yazışmadır.

 

Dinini öğrenmek isteyen kimsenin de, ezan, ikamet, niyet, kefaret, fidye, farz, vacip, sünnet, müstehap, kıyam, kıraat, rüku, secde, âyet, hadis, sure, tadil-i erkan, haram, helal, küfür, fasid, batıl, sahih, caiz, nisap, ictihad, müctehid, mezhep, tasavvuf, ihlas, riya, gıybet, su-i zan, hüsn-i zan, mucize, keramet, firaset gibi Arapça kelimeleri bilmesi gerekir. Bilmezse dinini öğrenmesi mümkün olmaz. Bu kelimelin Türkçe’si olmaz.

 

Turgut Özal, (Özden layüsel değildir) demişti. Bu kelimenin yerini sorumsuz kelimesi tutamaz. Çünkü layüsel, yaptığı işlerden hesap sorulmayan, istediği gibi hareket eden demektir. Yalnız Allahü teâlâ layüseldir. İnsanlar layüsel değildir. Bu anlama gelen başka kelime bulunmadığı için Özal bunu kullanmak zorunda kalmıştı. Dinimizi öğretmek niyetiyle kullanmak zorunda kalan kelimelerden dolayı, din kitaplarındaki tabirleri hoş görmek, dili ağır diye tenkit etmemek gerekir.

 

Bazı dini kelimelerin açıklamaları 

Bid'at, caiz gibi kelimeleri anlayamıyorum. Bunların bir kısmını yazdım. Açıklarsanız, dini yazı okurken bakarım.

CEVAP

Her ilim, ıstılahları [deyimleri] ile öğrenilir. Bu bakımdan Türkçesi olmayan kelimeleri öğrenmeniz şarttır. Bildirdiğiniz kelimelerin açıklamaları şöyle:

Abid: İbadetle meşgul olan.

Akıl-balig: Ergenlik çağına ulaşmış olan.

Akika: Çocuk nimetine karşılık, Allahü teâlâya şükretmek niyetiyle kesilen hayvan.

Arefe: Zilhiccenin 9. günü. Kurban bayramından önceki gün. Başka güne arefe denmez.

Aşere-i mübeşşere: Cennete girecekleri, dünyada iken müjdelenen on Sahabi.

Ateist: Allahü teâlâya inanmayan, dinsiz.

 

Bid'at: Sonradan ortaya çıkan şey. Zararlı olmayan âdetlerdeki değişiklikler günah olmaz. İbadette, bid'at yasaktır. Mesela papaz elbisesi giymek günah değil, haç takmak küfürdür.

 

Caiz: Yapılmasında mahzur, [sakınca] olmayan şey.

 

Dar-ül-Harb: İslam ahkamının tatbik edilmediği yer. Kâfir diyarı. İslam ahkamının tatbik edildiği yere, İslam diyarına Dar-ül-İslam denir.

 

Edille-i şeriyye: Dinimiz için esas olan ve bunlara bağlı olan deliller. Edille-i şeriyye dörttür. Bunlar, Kitap [Kur'an-ı kerim], Sünnet, İcma ve Kıyastır.

Eshab: Peygamber efendimizin mübarek arkadaşları. [Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde hepsinden razı olduğunu ve hepsine Cenneti vaat ettiğini bildirmiştir.]

 

Fasık: Harama önem verdiği halde emir ve yasaklara uymayan günahkâr.

Feyz: İlahi ihsan, lütuf, manevi nimetler.

Fıkıh: Dinde yapılması ve yapılmaması gereken işleri bildiren ilim.

Fakih: İctihad derecesine varmış âlim.

Fitne: Bölücülük yapmak, insanları sıkıntıya, belaya düşürmek.

Fuhş: Çirkin söz ve iş.

 

Gayrı müslim: Müslüman olmayan. Daha çok hıristiyan ve yahudilere denir.

 

Hacamat: Deriyi keserek kan alma. Sülükle de olabilir.

Halife: Resulullah efendimizin vekili ve bütün müslümanların reisi veya bir tasavvuf büyüğünün vazifelendirdiği talebesi.

Halvet: Yabancı bir kadınla bir erkeğin, bir yerde yalnız kalması.

Hasenat: Güzel işler, iyilikler. Seyyiat ise bunun zıddıdır. Kötülükler, günahlar demektir.

Hatem-ül-enbiya: Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselam.

Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah: Allah için sevip Allah için düşmanlık etmek.

Hurmet-i musahere: Herhangi bir kadına, şehvetle dokunmakla hasıl olan durum. Bir kadının herhangi bir yerine şehvetle dokunmak, hurmet-i musahereye sebep olur. Yani o kadının neseb ile ve süt ile olan anası ve kızları ile, o erkeğin evlenmesi haram olur.

Hüsn-i zan: İyi zan. Su-i zan: kötü zan.

 

İctihad: Müctehid âlimlerin Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hüküm.

İddet: Boşanan veya kocasının ölümü ile dul kalan kadının başka erkekle evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.

İhlas: Bütün iş ve ibadetlerini yalnız Allah için yapmak. İhlas sahibine muhlis denir.

İrtidad: Müslüman iken, islam dinini terk etme. Terk edene mürted denir.

İskat ve Devir: Ölen müslümanı, namaz oruç gibi borcundan kurtarmak için yapılan iş.

İstiğfar: Allahü teâlâdan mağfiret, af dilemek.

İstihare: Bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak için, iki rekat namaz kıldıktan sonra, rüya görmek üzere uykuya yatma.

İstihaza: Adet ve lohusalık dışında gelip oruca, namaza mani olmayan hastalık kanı.

İtikad: Peygamber efendimizin, Allahü teâlâ tarafından, peygamber olarak bütün insanlara getirdiği ve bildirdiği hususların hepsini kalben tasdik ederek inanma.

 

Kefaret: Yanlışlıkla veya kasten işlenen bir günahın affı için dinin emrettiğini yapma.

Kelime-i Tevhid: "La ilahe illallah Muhammedün resulullah" sözü.

Kelime-i Temcid: "La havle vela kuvvete illa billah" sözü.

Kerahet: İşlenen amelin sevabını gideren şeyler. Buna mekruh da denir.

 

Mahrem: Nikah düşmeyen kimse. Namahrem, yabancı, kendisiyle evlenilmesi haram olmayan demektir. Herkese söylenmeyen gizli şeylere de mahrem denir.

Mahşer: Kıyamette bütün mahlukatın dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer.

Mendub: Yapılması halinde sevap, yapılmazsa günah olmayan şeyler.

Mubah: Dinimizde yapılması emr olunmayan ve yasak da edilmeyen şeyler.

Müdahene: Gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak. Müdara: dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek.

Mümin: Resul-i Ekremin bildirdiklerinin hepsini beğenip, kalbi ile kabul eden, inanmayıp inkâr edene münkir veya kâfir denir.

Münafık: İnanmadığı halde, müslümanları aldatmak için, müslüman görünen kimse.

 

Riyazet: Nefsin isteklerini yapmamak. Nefsin istemediğini yapmak ise mücahededir.

Ruhsat: İslamiyetin meşakkat ve zaruret gibi sebeplere bağlı olarak, ibadetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık, kolaylık yolu, azimetin zıddı.

 

Salih: Ehl-i sünnet itikadında olup genel olarak günah işlemeyen kimse.

Sapık: İtikad veya ibadetlerde Ehl-i sünnetten ayrılan.

Sütre: Namaz kılanın önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk.

Şirk: Allahü teâlâya ortak koşma. Ortak koşana müşrik denir.

 

Tahmid: "Elhamdülillah" sözü.

 

Riya: İki yüzlülük, Allah’tan başkası için ibadet etme.

Nifak: Münafıklık.

Şikak: Uyuşmazlık.

Nefs-i emmare: Kötülük yapmak isteyen nefs.

 

Rüşdü hidayet : Doğru yolu arayıp bulma.

İstikamet: Doğru yol.

Erzel-i ömür: Başkalarına muhtaç olunan sıkıntılı ihtiyarlık dönemi.

Murat: Seçilmiş kimse.

 

Muhlas: Devamlı ihlas sahibi.

İsar: Cömertlik, kendine ihtiyacı olmayan şeyleri vermek, isar ise, kendine gereken şeyleri vermektir. Yani başkalarını kendine tercih etmektir.

Amel-i kesir: Namazı bozan çok hareket.

 

Rükün: Namazın içindeki bir farz.

Rüku: Namazda, elleri dize koyup yaklaşık 90 derece eğilmek.

Necaset: Gaita, idrar, kan gibi pislik.

 

Teganni: Teganni, ırlamak, sesini hançeresinde tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır. Yani, musiki perdesine uydurmak için, hareke, harf ve med [uzatmak] eklemek veya çıkarmak suretiyle kelimeleri bozmak demektir.

Fıkıh: Dinde yapılması ve yapılmaması gereken işleri bildiren ilim. Bu ilimden kendisine lazım olanları öğrenmek farzdır.

Devamı var...

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri