Dini tabirler
ve dili korumak -2
Kelime isim olunca
Bir kelimeyi çocuğa isim olarak konunca anlamı değişir mi?
CEVAP
Değişebilir. Misallerle
açıklayalım. Mesela, İslam, cihad kelimeleri isim olarak konmuşsa, artık,
İslam'a, müslüman olmak denmez. Müslüman olan diye tarif edilir. Cihad
kelimesine de savaş, savaş etmek denmez. Allah için savaşan denir. Cihad
kelimesinin biraz daha kuvvetlisi Cahid'dir.
Bunun da daha kuvvetlisi Mücahid'dir. İsim
olarak konunca, artık, Cihad da, Cahid de,
Mücahid de, biri diğerinden daha kuvvetli olmak üzere, cihad eden anlamına
gelir.
Bunun gibi, Hicabi, utanmakla ilgili demektir. Ama bu isim olarak kullanılınca,
mahcup, utangaç, hayâlı, edepli, terbiyeli, perdeli, namuslu gibi anlamlara
gelir.
Hulki, Ruhi, Sulhi kelimeleri de böyledir.
Vahy ne demektir
Vahy haber demektir.
Deyim olarak da, Allahü teâlânın Cebrail aleyhisselam vasıtası ile peygamberlerine
gönderdiği haber demektir.
Vahy Peygamber efendimizin
vefatı ile kesilmiştir. İmamı Rabbani hazretleri (Peygamberlik sona
ermiş
ve vahy kesilmiş, sona
ermiş ve din kemal bulmuş ve nimet tamam olmuştur) buyuruyor.
Kısas-ı enbiya kitabının
410. sayfasında diyor ki:
Resulullah hayatta iken,
vahy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyor idi. Ondan sonra artık vahy kesildi,
hiç kimseye vahy gelmek ihtimali kalmadı.
Vahy, iki türlüdür:
1-Vahy-i metlu,
2- Vahy-i gayri metlu
Cebrail aleyhisselam,
Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur. Bu vahyin kelimeleri de, manaları da Allah’tan
gelmiştir. Kur'an-ı kerim, vahy-i metludür.
Vahy-i gayri metlu, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin kalbine bildirilir.
Peygamber; bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler.
Bu sözlere, Hadis-i kudsi denir.
Vahy, yalnız Peygamberlerin
kalblerine gelir. Evliyaya da gelmez.
Tanrı demek caiz mi?
Allah yerine tanrı demek
caiz mi? Allah kelimesinin yabancı dillerde karşılığı var mıdır?
CEVAP
Allahü teâlânın isimleri
Tevkifidir. Yani, İslamiyet’te bildirilen isimleri söylemek caiz, bunlardan
başkasını söylemek caiz değildir. Mesela Allahü teâlâya âlim denir.
Fakat; âlim manasına gelen fakih kelimesini Allah için kullanmak caiz
olmaz. Çünkü, İslamiyet, Allahü teâlâya fakih dememiştir. İlah manasına
tanrı kelimesini kullanmakta mahzur yoktur. Mesela, (Hindlilerin
tanrıları inektir), (Birdir Allah, ondan başka tanrı yoktur), (Bizim
tanrımız Allah’tır) demek caizdir. Fakat (Bizim Allah’ımız tanrıdır)
demek caiz olmaz. Bu inceliği iyi anlamak gerekir.
Allahü teâlânın isimleri
sonsuzdur. Binbir ismi var diye meşhurdur.
Yani, isimlerden binbir tanesini insanlara
bildirmiştir. Muhammed aleyhisselamın dininde bunlardan 99 u bildirilmiştir.
Bunlara (Esma-i hüsna) denir.
Allah adı yerine, tanrı
veya tanrı adı yerine Allah demek caiz değildir. Çünkü tanrı, ilah,
mabud-put demektir. Asuriler, Türkleri,
güneşe, yıldızlara tapınmaya alıştırdıkları için tanyeri ağarınca, güneşe
tapınırlardı.Bu sebepten, Güneşin ismi, tanyeri ve nihayet tanrı oldu.
Allah kelimesi özel
isimdir. Hiçbir dilde karşılığı olmaz. Allah kelimesinde müzekkerlik,
müenneslik yoktur. İlah kelimesinin ise her dilde karşılığı, bazı dillerde
de müzekker ve müennes şekli vardır. Mesela Mabud-Mabude,
Tanrı-Tanrıça, İngilizce God-Goddess,
Fransızca Dieu-Deesse
gibi. Bu kelimelerin hiç birisi Allah ismi yerine kullanılmaz. Allah
manasına yalnız Allah kelimesini kullanmak gerekir. Çünkü Allahü teâlâ,
(Ben Allah’ım yani ismim Allah’tır. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk
et, ibadet et) buyuruyor. (Taha 13)
Kendisi ne bildirmişse
onu kullanmak gerekir. İlah manasında her millet kendi dilindeki kelimeyi
kullanır. Fakat Allah her dilde aynıdır. (S.Ebediyye)
Gaflet nedir
Dini kelimelerin sözlük
manasına değil, ıstılah manasına bakmak gerekir. Gaflet, Allahü teâlâyı
unutmak demektir. Her ne şekilde olursa olsun, Allahü teâlâyı hatırlamak
ise gafletten kurtulmak olur. Dinin emirlerini gözeterek yapılan bütün
işler, alış verişler, yiyip içmeler, gafletten kurtulmak ve Allahü teâlâyı
hatırlamak demektir.
Evine, camiye rastgele
sağ ayakla giren kimse, gafletle girdiği için sevap alamaz. Sünnet olduğunu
düşünerek sağ ayakla girerse sevap alır. Bunun için gafleti yenmeye
çalışmalıdır! Kur'an-ı kerimde (Gafillerden
olma) buyuruluyor. (Araf 205)
Hadis-i şeriflerde de
buyuruldu ki:
(Gaflet üzere uyuyan, Kıyamette öyle dirilir. O halde kendinizi
Allah’ı anarak uyumaya alıştırın!)
[Deylemi]
(Gafiller arasında Allah’ı anan, kuru çalılar arasındaki yeşil
ağaç gibidir.) [Ebu Nuaym]
(Gafil olduğu halde, gafletinden habersiz kimseye şaşılır.
Şu kişiye de şaşılır ki ölüm onun peşinde iken, o dünyanın peşinde koşar.
Rabbi kendinden hoşnut olup olmadığını bilmeden kahkaha ile gülene de
şaşılır.) [Ebu Nuaym]
Gafletin sonu pişmanlıktır.
Gaflet, nimeti yok eder, hizmetleri engeller. Gaflet uykusunun sonu,
sonsuz pişmanlık olabilir.
Kul, Mevla ne demektir
Eskiden halkın, padişaha
"Kulunuz" diye kendini takdim ettiği, padişahın da halka,
"Kulum" dediğini işitiyoruz. Yalnız Allah’a kul olunmaz mı?
CEVAP
Bazı kelimeler birkaç
manaya gelir. Cümledeki yerlerine göre manaları değişir. Kul, mahluk,
insan, köle, bende, emir altında bulunan, tabi, mensup gibi manalara
gelir.
Sultana bağlı askerlere
Kapı kulu denirdi. Bende kelimesi de kul demektir. Bendeniz, kulunuz
demektir. Bu tabir bugün bile tevazu ifadesi olarak kullanılmaktadır.
Padişahlar, tebeasından olan sadık yardımcıları
için "Kulum" tabirini kullanırlardı. Burada kulum, sağ kolum
demektir.
Mevla kelimesi de yedi
manaya gelir. Meşhur olan üç manası ilah, köle ve efendi demektir.
(Mevlamızın
rahmeti boldur) cümlesinde mevla, ilah manasındadır.
(Mevlana Halid-i Bağdadi,
Mevlana Celaleddin-i Rumi kıymetli zatlardır)
cümlesindeki mevla kelimesi, efendi demektir.
Mevlana, efendimiz demektir.
(Hz. Bilal, Hz. Ebu
Bekrin mevlası idi) cümlesinde mevla,
azat edilmiş köle manasına gelir.
Bunun gibi bir çok kelime
kullanıldığı yere göre mana alır. Sultanlar veya diğer büyük zatlar
hakkında şanlarına yakışmayan bir şey duyunca, işin aslını öğrenmeden
onlara su-i zan etmemelidir.
Zıllullah ne demektir
Okuduğum tercüme kitaplarda
"Zıllullah" kelimesini, "Allah’ın gölgesi" diye
tercüme etmişler. "Zıl" kelimesi
sadece gölge manasına mı gelir? Gölge diye tercüme edilince çok tuhaf
olmuyor mu? Allah, cisim gibi anlaşılıyor. Bu kelimelerin doğru tercümesi
nasıldır?
CEVAP
Zıl, himaye, koruma gibi manalara da gelir. Mesela hadis-i şerifte
buyuruldu ki:
(Allah, kendi himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı
kıyamette, yedi sınıf insanı himaye eder.) [Buhari]
Gölge kelimesi, Türkçemizde de "Himaye" manasına kullanılır. Mesela,
(Ali efendi, Mehmed Ağanın gölgesinde geçiniyor)
denince, Ali efendinin Mehmed Ağanın himayesinde
olduğu anlaşılır. İnsan için gölge kelimesini kullanmakta mahzur yoktur.
Selefiyyeciler, Allah’ı cisim gibi gösterip
gökte bulunduğunu söylüyorlar. Böyle yanlış anlaşılacak kelimeleri mutlaka
tevili, izahlı yazmalıdır! Bir misal daha verelim! Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. Ona ikram eden ikram
görür, ona ihanet eden de ihanete maruz kalır.) [Taberani]
Sultan, Allah’ın gölgesidir
demek, (Sultan Allah’ın emirlerini tatbik etmek salahiyetine malik olan
kimsedir) demektir. Bu bakımdan "Zıl"
kelimesini gölge olarak tercüme etmek, yanlış anlamalara sebep olur.
(Din kılıçların gölgesi altındadır) hadis-i şerifi ise, (Din, devletin himayesi ile yayılır. İslamiyet,
her çeşit silahları yapmak ve bunları iyi kullanmakla sağlam kalır)
demektir.
Yedullah ne demektir
Okuduğum bir kitapta,
"Yedullah" kelimesini "Allah’ın
kudreti" olarak açıklamanın asla caiz olmadığı söyleniyor. Hadis-i
şerifte geçen böyle kelimeleri âlimlerimiz açıklamamış mıdır?
CEVAP
Mücessime
ve müşebbihe denilen [yani Allahü teâlâyı
bir cisim olarak kabul eden ve Ona insanlardaki gibi uzuvlar isnat eden]
fırkalar, dini yıkmaya çalışınca, İslam âlimleri, bu hususta kitaplar
yazarak, bunlara gerekli cevapları vermişlerdir. Bugün, kendilerine
selefiyim diyenlerin aynı yolu tuttuğunu görüyoruz.
İmam-ı Gazali hazretleri
buyurdu ki:
(Cehalet ve dalalet
fırkaları, Allahü teâlânın zatı ve sıfatı hakkında, Cenab-ı Hakkın münezzeh
olduğu şeyleri Ona isnat ediyorlar. Bu dalaletlerine de "Selefin
yolu" diyerek selef-i salihine, [yani Eshab-ı kirama ve Tabiin-izama]
iftira ediyorlar. Selefin itikadını sana beyan edeyim. Yedullahtaki
yed kelimesini el gibi düşünmemelidir. Mesela "Falanca şehir, falanca valinin
elinde" denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi
altında olduğu anlaşılır. Bu bakımdan yedullah ifadesini
Allah’ın kudreti olarak anlamalıdır.)
[İlcam-ül-avam]
Yine, İmam-ı Gazali
hazretlerinin bildirdiği gibi, diğer ifadeleri de böyle açıklamak gerekir.
Mesela (Zıllullah) ifadesine de "Allah’ın gölgesi" demek doğru
değildir. Bu husustaki hadis-i şerifi açıklarken, (Kendisinden başka himaye edenin bulunmadığı bir günde Allahü teâlâ, yedi
sınıf insanı kendi himayesine alır) demelidir. Yoksa "Kendi
gölgesinde gölgelendirir" dememelidir. Çünkü bu ifadeden, Cenab-ı
Hakkın cisim olduğu gibi bir mana çıkaranlar olabilir. Nasıl "Beytullah"
yani "Allah’ın evi" kelimesini, hâşâ Allah’ın barındığı bir
ev olarak anlamıyorsak, hadis-i şeriflerde geçen "Yedullah",
"Zıllullah" kelimelerini de zahir manaları gibi anlamayıp,
tevil etmemiz gerekir. Bir bid'at ve dalalet olan selefiyye
sapıklığını önlemek için, İslam âlimleri müteşabih ayet ve hadisleri
tevil etmişlerdir. Ancak bu tevil işinde haddi aşıp İslam âlimlerinin
bildirdiklerine uymayan mana verenler de sapıtmışlardır. İslam âlimlerinin
bildirdiklerine uymayan bütün kitaplar, muteber değildir.
İlmel yakin, Aynel
yakin
ve Hakkel
yakin ne demektir?
İlm-ül-yakin, ilimle bilmek,
Ayn-ül-yakin, gözle görerek bilmek, Hakk-ul-yakin, her şeyi ile bilmek, vakıf olmak demektir.
Bir misalle açıklayalım!
Medine-i münevverede
yaşayan bir kimse, ömründe hiç kar görmese, kar kendisine anlatılsa,
bu kimsenin kar hakkındaki bilgisine (İlm-ül-yakin) denir. Yakından
karı görmekle hasıl olan bilgisine de (Ayn-ül-yakin) denir. Karı eline alıp incelese, soğukluğunu öğrense,
biraz yiyip tadına baksa, bu bilgisine de (Hakk-ul-yakin) denebilir.
Murakabe yaparken evliyada
bazı hallerin hasıl olmasına (İlm-ül-yakin) denir. Kalbde bir ışık parlamasına (Ayn-ül-yakin) denir. Allahü teâlânın
ahlakı ile ahlaklanmaya da (Hakk-ul-yakin) denir. (Mektubat-ı Dehlevi)
Tasavvuf ehlinin, eserden
müessiri, yani işi görerek, bunu yapanı keşf ile anlamasına (İlm-ül-yakin) denir. (Mektubat-ı Rabbani c.3, m.39)
Cennete ve Cehennemin
varlığı yakin olarak bilinirse, buna (İlm-ül-yakin), meleklerin bildiği
gibi, bizzat müşahede edilerek görülürse, buna da (Ayn-ül-yakin) denir. Dünyada yapılan kötü işlerin ahirette karşılığının
Cehennem olduğu, böyle ilm-i yakin ile bilinir.
Tekasür suresinde mealen (İlm-i yakin ile
bilseydiniz, Cehennemi elbette görürdünüz) buyuruluyor. Peygamberler,
ilm-i yakin ile Cenneti, Cehennemi ve ahiret
hallerini bilirler. Bu bilgilerine (İlm-ül-yakin) denir. (Mükaşefet-ül-kulub)
İhya ne demektir
İhya etmek, diriltmek,
yeniden can vermek demektir. Mecaz olarak, sevindirmek, saadete kavuşturmak
demektir.
Her ne kadar "Beni
ihya ettiniz" demek, "Beni çok sevindirdiniz!" manasında
kullanılıyorsa da, doğru değildir. Yaratmak kelimesini de, meydana getirmek
manasında kullanmak doğru olmaz. Allah’tan başkası için yarattı, ihya
etti demek uygun değildir.
Ümmi, cahil mi demektir?
Ümmi, cahil demek değildir. Okur-yazar olmayana
ümmi denir. Ümmi olan âlimler de vardır. Kainatın efendisi Muhammed
aleyhisselam ümmi idi. Fakat bütün ilimlere vakıf idi. O kadar âlim
idik ki, Onu görmekle şereflenip sahabi olan, oradan ayrılınca hikmet
ehli olurdu. Yani doktorla tıp ilminden, ziraatçıyla ziraat ilminden,
subay ile harp tekniğinden konuşabilirdi. Elbette bu, Peygamber efendimizin
bir mucizesi idi. Her okuma-yazma bilene âlim denmeyeceği gibi, her
ümmi olana da cahil denmez. Allahü teâlânın varlığına inanan ve zaruri
bilinmesi gerekli din bilgilerini bilen müslümana cahil denmez.
Oku ne demektir?
Kur'an-ı kerimin ilk
âyet-i kerimesi oku diye başlamaktadır. Peygamber efendimiz, okumak
bilmediğine göre, oku ne demektir?
CEVAP
İşittiğini söyle demektir.
Hadis-i kudsi ne demektir
Allahü teâlânın, peygamberlerine
haber vermesine, bildirmesine Vahy denir. Vahy, iki türlüdür:
Birincisi Cebrail aleyhisselamın, Allahü teâlâdan
aldığı haberleri getirip peygambere okumasına, Vahy-i metlu denir. Bu vahyin kelimeleri
de, manaları da Allah’tan gelmiştir. Kur'an-ı kerim böyledir.
Vahyin ikinci kısmı,
Vahy-i gayr-i metludür. Bu vahy, Allahü teâlâ tarafından
peygamberin kalbine bildirilir. Peygamber, bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle
yanındakilere söyler. Bu sözlere, Hadis-i kudsi denir. Hadis-i kudsinin kelimeleri, peygamberdendir.
Peygamberin kelimeleri de, manaları da kendinden olan sözlerine, Hadis veya Hadis-i şerif denir.
Mealen ne demektir
Mealen demek, tefsir
âlimlerinin bildirdiklerine göre demektir. Yani tefsir âlimlerinin anladığı
mana demektir. Bunun için Kur'an tercümesi denilen kitaplardan, Kur'an-ı kerimin manası anlaşılmaz.
Kur'an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin
bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya
bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek
istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak
istediğini öğrenir.
Kur'an-ı kerim tercümesini
okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez.
İtikada ait bilgileri
ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur'an-ı kerime
yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur'an tercümesi okuyarak, doğru
imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi),
(Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün
değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet
âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika)
Ahsen-ül halıkin ne demektir
Sözlüğe bakılırsa, (Yaratıcıların
en güzeli) demek olduğu, bir çok yaratıcı bulunduğu zannedilir. Piyasadaki
Ku'ran tercümeleri de bundan pek farklı sayılmaz.
Onun için sözlükten, Kur'an tercümesinden din öğrenilmez. Muteber tefsirlere,
akaid ve fıkıh kitaplarına bakmak gerekir.
Beydavi tefsirinin Şeyhzade
haşiyesinde buyuruluyor ki:
("Ahsen-ül-halikin" takdir edenlerin
en iyisi, en güzeli demektir. Çünkü halketmenin
hakiki manası, ihtira, inşa ve ibdadır. Bu kelime, yani halık,
bu âyet-i kerimede takdir eden manasında kullanılmıştır. Çünkü ihtira
manasındaki halketmek, Allahü teâlâdan başkası
için düşünülmez ki, Allah onların en güzeli, densin.) [C.4, s. 68]
Şer'i Gece= akşam vakti [güneşin batış vakti] ile imsak vakti arasıdır
Şer'i Gündüz
= imsak vakti ile akşam vakti arasıdır
Gece Yarısı = akşam vakti ile imsak vaktinin ortasıdır
Gecenin 3/1'i= akşamla imsak vaktinin arasındaki vakit üçe bölününce, ilk
kısmıdır
Gecenin 6/1'i= akşamla imsak vaktinin arasındaki vakit altıya bölününce,
son kısmıdır
Seher Vakti =Seher vakti gecenin son altıda biridir. Yani güneşin batışından
imsak vaktine kadar olan zamanın son altı da biridir. Mesela akşam 17.30da,
imsak da 5.30da oluyorsa, gecenin tamamı 12 saat demektir. Bunun altıda
biri 2 saat eder. 5.30dan çıkarılınca 3.30 kalır. Saat 3.30dan saat
5.30a kadar seher vakti demektir. Yaz ve kış bu vakit azalıp çoğalır.
Kuşluk vakti= Kuşluk vakti, şer’i gündüzün dörtte biri geçtikten sonra başlar,
zeval [İstiva] vaktine kadar devam eder. Yani imsak vaktine bu dörtte
birlik zaman ilave edilince, kuşluk vakti başlar. Mesela 21 Aralıkta
İstanbul’da imsak 5.31dir. Akşam ise 16.44te oluyor. Böylece şer’i gündüz
11 saat 13 dakika olup, bunun dörtte biri 2 saat 48 dakikadır. Bu imsak
vaktine ilave edilince 5.31+2.48= 8.19 bulunur. Şu halde, kuşluk bu
vakitte başlıyor demektir. Bu da aşağı yukarı işrak vakti ile aynıdır.
Çünkü o gün işrak vakti 8.13tür. Kuşluk namazı, bu vakitten öğleye yirmi
dakika kalıncaya kadar kılınır.
Kalu bela ne demektir
Cenab-ı Hak, ruhları
yarattığı zaman, (elestü
birabbiküm) buyurdu. Ruhlar da (bela)
diye cevap verdiler.
Elestü birabbiküm, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim) demektir. Kalu
Bela ise, (Evet [Sen bizim
Rabbimizsin] dediler) demektir.
(Kalu Beladan beri müslümanım) demek, (Ruhlarımızın "Evet"
dedikleri zamandan beri müslümanım) demektir.
Neam da, bela da evet demektir. Olumsuz soruların olumlu tasdiki
için neam değil, bela kullanılır. Mesela,
(Ben sizin Rabbiniz değil miyim) sorusuna neam
denirse, (Evet sen bizim Rabbimiz değilsin) denmiş olur. Bela denirse,
(Evet sen bizim Rabbimizsin) denmiş olur.
Şirk ne demektir
Şirk, Allahü teâlâya
ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik, denir. Küfrün
çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her
çeşidini bildirmek için, çok defa, bunların en büyüğü söylenir. Bunun
için, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bulunan şirk, her nevi
küfür demektir. Mesela Nisa suresinin 48 ve 116. âyetinde mealen, (Allahü
teâlâ, kendisine şirk koşanları [yani müşrikleri, kâfirleri] affetmez ve şirkten [yani her çeşit küfürden]
başka olan günahları affeder)
buyuruluyor.
Şu halde her çeşit günahın
en kötüsü küfürdür. Küfür ise kâfirlik demektir.
Vera ve zühd ne demektir
Haramlarla birlikte
şüphelilerden de sakınmaya vera, helal malın fazlasından da sakınmaya
ise Zühd denir. Tergib’deki hadis-i şeriflerde
buyuruldu ki:
(Kıyamet günü, Allahü teâlânın ihsanına kavuşacakların başında,
vera ve zühd sahipleri bulunacaktır.)
(Vera sahibi imam arkasında kılınan namaz kabul olur. Vera
sahibine verilen hediye kabul olur.
[Yani çok sevap verilir.] Vera
sahibi ile oturmak ibadet olur. Onunla konuşmak, sadaka olur.)
(Vera sahibi imam ile kılınan iki rekat namaz, fasık ile kılınan
bin rekattan daha efdaldir.)
Medeni ne demektir
Güzel ahlak sahibi olan
ve zamanının fen bilgilerinde yükselmiş olan müslümana medeni denir.
Fende ilerlemiş, fakat ahlakı bozuk olana zâlim, yobaz, eşkıya ve diktatör
denir. Fen ve sanatta geri ve ahlakı bozuk olana vahşi denir. Medeniyet,
şehirler yapmak ve insanlara hizmettir. Bu da, fen ile sanat ve güzel
ahlak ile olur. Kısacası, fen ve sanatın güzel ahlak ile birlikte olmasına
Medeniyet denir. Medeni insan, fen ve sanatı insanların hizmetinde kullanır.
Görülüyor ki, hakiki müslüman, ilerici; dinsiz ise gerici, şaki ve zavallı
bir kimsedir.
Felek ne
demektir
Felek, gök demektir.
Çoğulu eflaktır. Dünyaya da felek denir. Şarkı
ve türkülerde geçen Kahpe felek deyimi, dünya değil de, ilah kastediliyorsa
küfür olur. Bazı sözlüklerde felek, doğa üstü güç olarak tarif edilmektedir.
Bu da çok yanlıştır.
Felek hakkında birçok
deyim vardır. Bazıları şöyle:
Feleğin çemberinden geçmek,
başından çeşitli olaylar geçip çok tecrübe sahibi olmak, bu yüzden zorlukların
üstesinden gelmek.
Felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek, kimi rahat, kimi sıkıntı içinde yaşar.
Feleğin sillesini yemek,
kötü durumlara düşmek, perişan olmak, felakete uğramak.
Feleğini şaşırmak,
ummadığı bir durumda kalmak, şaşkına dönmek.
Felekten bir gece çalmak,
güzel bir gece geçirmek.
Felek yâr olsa,
şartlar uygun giderse.
Feleğe baş eğmez,
hiç kimseye müdarası yok.
Felek dönektir,
dünyaya güven olmaz.
Ecelim gelmeden öldürdün felek, dünyanın kahrı beni zamansız öldürdü anlamında kullanılıyorsa
da yanlıştır. Kimse eceli gelmeden ölmez.
Feleğin her işi aksinedir
deyimini İmam-ı Rabbani hazretlerinin
şu sözü güzel açıklamaktadır: Dünya, insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar, kaçarsan kovalar.
Acı olaylara maruz kalmayan,
her istediğini yapacağını zanneder anlamında denir ki:
Feleğin sillesini yemeyen
bir baş,
Elini demir sanır, yumruğunu
taş.
Feyz ne demektir?
CEVAP
Feyz, kalbden kalbe
gelen, insana Allahü teâlânın razı olduğu şeyleri yaptıran nurdur, bir
kuvvettir. Feyzler, Resulullahın mübarek kalbinden yayılmakta, evliyanın
kalbleri vasıtası ile, evliyayı çok seven kalblere gelmektedir. Feyze
kavuşan bir insanın kalbi, ilimler, marifetler, kerametler hazinesi
olur. Bu saadete kavuşmak için, Ehl-i sünnet itikadında olmak ve dinin
emir ve yasaklarına uymak şarttır. Bedeni besleyen rızklar ve kalbi
temizleyen feyzler, ezelde takdir ve taksim edilmiştir. Fakat, bunlara
kavuşmak için, âdet-i ilahiyyeye uymak, sebeplerini
aramak, bulmak için çalışmak gerekir. Şartlarına uyarak çalışana elbet
verilir. Kıymetli ulema ve evliyanın kitaplarından hazırlanmış olan
Hakikat Kitabevi’nin yayınlarından ilmihal
ve diğer kitaplardan her gün bir veya iki sayfa okuyan feyz alır. Feyz,
nur demektir. Nur kalbe yağar, kalbi temizler. Okudukça kalb nurlanır.
Okuduğunu da anlamaya başlar.
Evliya, Resulullahı
iyi tanıdığı için, Onun mübarek kalbinden feyz alır ve bu feyzler, bunun
kalbinden, kendisine bağlananların kalblerine akar. Feyz gelen kalb
temizlenir. Ahlakı güzel olur. Velinin kalbindeki feyzler, nurlar, güneşin
ziyası gibi yayılır. Onu seven müslümanların kalblerine akar. Onların
bu feyzleri aldıklarından haberleri olmaz. Kalblerinin temizlendiğini
anlarlar. Karpuzun güneş karşısında olgunlaştığı gibi, kemale gelirler.
Eshab-ı kiram, Resulullahın sohbetinde, böyle kemale geldi.
Eyvallah demek uygun
mudur?
CEVAP
Eyvallah kelimesi Türkçede şu yerlerde kullanılmaktadır:
1- Birisi bir şey
ikram edince, teşekkür ederim
anlamında, eyvallah denir.
2- Ayrılıp giderken,
Allah’a ısmarladık anlamında
eyvallah denir.
3- Birisi yardım
eder misiniz diye sorunca, evet
anlamında eyvallah da deniyor.
Deyim olarak da, eyvallah demek, hoş görmek, eyvallah etmemek,
kimseye boyun eğmemek, Eyvallahı olmamak, müdarası olmamak demektir. Arapça olarak,
iy-vallah, vallahi öyledir anlamına gelir. Bu bakımdan mecbur kalmadıkça, bu
kelimeyi kullanmamalıdır!
Bazıları kalb ile yüreği
aynı manada kullanıyorlar. Bunlar farklı değil mi?
CEVAP
Kalb, göğsümüzün sol tarafındaki et parçası
değildir. Buna, yürek denir. Yürek, hayvanlarda da bulunur. Kalb, yürekte
bulunan bir kuvvettir. Görülmez. Ampulde bulunan elektrik cereyanı gibidir.
Buna, gönül diyoruz. Gönül insanlarda bulunur, hayvanlarda bulunmaz.
Bedendeki bütün aza, kalbin emrindedir. His uzuvlarımızın duydukları
bütün bilgiler kalbde toplanır. İtikad eden, yani iman eden, kâfir olan,
kalbdir. Kalbi temiz olan, dine uyar. Kalbi kötü olan dinden kaçar.
Güzel, iyi ahlakın ve kötü huyların yeri kalbdir. Allahü teâlâ dinlerini
peygamberleri, kalbi temizlemek için gönderdi. Kalbi temiz olan, herkese
iyilik eder. Dünyada rahat, huzur içinde yaşarlar. Ahirette de, ebedi,
sonsuz saadete kavuşurlar.
Baştaki göz mü yoksa
kalbdeki göz mü daha iyi görür?
CEVAP
Kalb
gözü, baştaki gözden daha keskin görür. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen,
(Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı)
buyuruluyor. (Necm 11)
Cenab-ı
Hak, İbrahim aleyhisselamdaki kalb gözünü kastederek buyuruyor ki:
(Biz İbrahime,
göklerin ve yerin gizli sırlarını gösterdik.) [Enam 75]
Bu
görme işinden habersiz olana da "kalbi
kör" buyuruyor. Kur'an-ı kerimde mealen, (Gerçekte gözler değil, sinedeki kalbler kör olur) buyuruluyor. (Hac
46)
Kalb
körlüğü çok kötüdür. Kur'an-ı kerimde yine buyuruluyor ki:
(Dünyada [kalb gözü] kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72]
Hadis-i
şerifte de, (Ümmetimden kalb
gözü açık, ilham sahibi [evliya]
kimseler vardır. [Hz.] Ömer
bunlardan biridir) buyuruldu. (Buhari)
Muhlis ve Murat isimlerinin
tasavvufi manaları nasıldır?
CEVAP
Muhlis, ihlas sahibi
demektir. İhlas, her işi, her ibadeti yalnız Allah rızası için yapmak
demektir. Şu halde Muhlis, her işini Allah rızası için yapan demektir.
Muhlis olarak ibadet etmek övülmüştür.
Kur'an-ı kerimde mealen
buyuruluyor ki:
(De ki, ben ancak Allah’a muhlis olarak ibadet ederim.) [Zümer 14]
Hadis-i şerifte de buyuruldu
ki:
(İhlas ile yapılan ibadet az da olsa insana kâfi gelir.) [Deylemi]
İmam-ı Rabbani hazretleri
de buyuruyor ki:
Zahmet çekerek elde
edilen, devamsız ihlasın sahiplerine Muhlis denir. Devamlı ihlas sahiplerine
Muhlas denir. Muhlas
olana ibadet yapmak, tatlı ve kolay olur. Çünkü bunlarda nefislerinin
arzusu ve şeytanın vesvesesi kalmamıştır. Böyle ihlas, insanın kalbine
ancak bir evliyanın kalbinden gelir. (c.1,
m.59)
Murad, istek, arzu demektir.
Tasavvufta ise Murad,
seçilmiş kimse demektir.
Allahü teâlânın rızasına
kavuşturucu iki yol vardır. Birisi
talibler yolu, ikincisi, muradlar yolu. Buna ictiba yolu da denir. Yani seçilmişlerin yoludur. Birinci
yoldaki talibler, sıkıntı çekerek yürürler.
İkinci yoldaki muradlar ise sıkıntı çekmeden,
hatta nazlı nazlı okşanarak maksada kavuşurlar. Bu yol, peygamberlerin
ilerledikleri yoldur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah, dilediğini kendine seçer, kendine kavuşmak isteyenlere
de, kavuşturan yolu gösterir.) [Şura
13]
Muradların yani seçilmişlerin bu yolu, peygamberlerin ilerledikleri yoldur.
Bu yol bazı evliyaya da ihsan edilir. (Mektubat-ı Rabbani c.3,m.121)
Seadet-i Ebediyye’nin üç yerinde, çalgı aletleri ile hayhuy etmenin
zikir olmadığı bildiriliyor. Hay Allah demektir. Hayhuy neden zikir
olmasın diyenlere nasıl cevap verelim?
CEVAP
Hayhuy, farsça bir kelimedir,
gürültü, patırdı, karışıklık, kargaşa demektir. Kelimenin yarısını alıp,
(hay, Allah demek) yanlıştır. Haydutluk kötü dense, hay kelimesine hakaret
sayılır mı? Eğer bu işte, Seadet-i Ebediyye’yi
tenkit etmek gibi, kötü bir maksat yoksa, bahsedilen tenkit koyu bir
cehalet eseridir.
Hay arabide diri, canlı olmak, hayatta olmak demektir. Hayat, ilim, semi,
basar, irade kudret, kelam, tekvin, Allahü teâlânın sıfatlarındandır.
Bu sıfatları söyleyerek de zikir yapılmıyor. Buradan, (Hay veya hayat
Allah’ın sıfatıdır. Hay diye zikredenlere karşı çıkılıyor) demek çok
yanlıştır.
Çalgı ile zikretmek,
la ilahe illallah demek de haramdır, küfürdür. Çalgı ile zikredenler,
hayhuy demiyor, hayhuy ediyorlar. Hayhuy etmek gürültü çıkarmak demektir.
Çalgılı zikir ibadet olmaz, hayhuy olur, haram olur, küfür olur. Bunları
vesikaları ile geçen günkü yazımızda anlatmıştık.
Haydan gelen huya gider, kolayca kazanılan şeyler, kolayca elden
çıkar demektir. (Hay da, huy da Allah’tır, Allah’tan gelen Allah’a gider)
demek yanlıştır.
Hayhay başüstüne demektir. Buradaki hayhay kelimesine de Allah demek yanlıştır.
Üveysilik nedir?
CEVAP
Peygamber
efendimiz veya evliyanın ruhları ile terbiye edilene üveysi denir. Peygamber
efendimize, evliyadan birine üveysi olmak için her gün tenha bir yerde
iki rekat namaz kılıp, bir Fatiha okuyup, sevaplarını Onun mübarek ruhuna
göndermeli, bir müddet Onun ruhunu düşünmeli. Birkaç gün sonra onun
üveysisi olunur. (Dürr-ül-mearif)
Evliyadan
birinin üveysisi olmak için tenha bir yerde iki rekat namaz kılıp, sevabını
o velinin ruhuna gönderip ruhunu düşünerek beklemelidir. (Makamat-i Mazheriyye)
Üveysi olmak için itikadın
düzgün olması ve dinimizin emirlerine uyulması gerekir. Ayrıca, çok
sevmek de şarttır. Böyle bir kimse, istediği velinin üveysisi olabilir.
Üveysi olan da, o veli tarafından terbiye edilerek yükselir.
Gazetelerde "Allah’ın
evi temizlendi" diye haber çıktı. Beytullaha
Allah’ın evi denir mi?
CEVAP
Beyt, ev; Beytullah,
Allah’ın evi demektir. Kâbe’ye "Beytullah" dendiği gibi, cami
ve mescide de "Beytullah" denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu
ki:
(Yeryüzünde Allah’ın evleri, mescidlerdir. Oraya gelene Allah
ikramda bulunur.) [Taberani]
(Mescidler Allah’ın evleridir. Oraya gelen müminler de Allah’ın
birer ziyaretçisidir. Allahü teâlâ da ziyaretçisine ikram eder.) [Hakim]
(Camiler, Allah’ın evleridir. Allahü teâlâ, camiye devam edenlerin,
beden ve ruhlarının rahatını ve Sırattan geçip Cennete girmelerini tekeffül
etmiştir.) [Beyheki]
[Tekeffül, kefil olmak, birinin işlerini üzerine
almak demektir.]
Beytullah, yani Allah’ın
evi demek, Allah’a ibadet edilen, namaz kılınan yer demektir. Allah
mekandan münezzehtir. Beytullah demekle Allahü teâlâya mekan ittihaz
edilmiş olmaz. Allah mekandan münezzehtir.
Veli ne demektir
Veli, evliya, Allahü
teâlânın sevgisine kavuşmuş salih insan demektir. Muhammed Salim hazretlerine, (Bir kimsenin veli olduğu nasıl
anlaşılır?) dediklerinde, (Tatlı dili, güzel ahlakı, güler yüzü, cömertliği,
münakaşa etmemesi, özürleri kabul etmesi ve herkese merhamet etmesi
ile bir kimsenin veli olduğu anlaşılır) buyurdu.
Devamı
var...
|