|
Allahü teâlâyı sevmek -1
Sevgi nedir, Allah sevgisi nedir?
CEVAPİmam-ı
Gazali hazretleri buyuruyor ki: Sevgi, gönlün zevk aldığı şeye meyletmesi demektir. Bu meylin
kuvvetlisine aşk denir. Sevginin deyim anlamı ise şöyledir: Sevgi, hiçbir karşılık beklemeden sevgiliye [Allah’a] tâbi olmak, Ona itaat etmek, Onun her işini güzel, her eziyetini, her iyilikten daha tatlı görmek ve Onun dostlarını dost, düşmanlarını düşman bilmek, kısacası Onun rızası için yaşamaktır. Sevgi, sevgilinin dostlarını sevmeyi, düşmanlarına düşmanlık etmeyi gerektirir. Bu sevgi ve düşmanlık, sadık olan aşıkların elinde ve iradesinde değildir. Çalışmaksızın, zahmet çekmeksizin kendiliğinden hasıl olur. Dostun dostları güzel görünür ve düşmanları çirkin ve fena görünür. Dünyanın güzel görünüşlerine kapılanlara hasıl olan sevgi de, bunu gerektiriyor. Seven, sevgilisinin düşmanlarından kesilmedikçe, sözünün eri sayılmaz. İki zıt şey sevilmezSevgi, sevgilinin her şeyini sevmeyi
gerektirir. Ona yakından uzaktan ilgili olan her şeyi sevgili kılar.
Bunun için, "Sevgilinin kapısındaki köpek, sevenin kalbinde, diğer
köpeklerden üstündür ve ayrı bir yer tutar" demişlerdir. Şeyh-ül-İslam Abdullah-i
Ensari hazretleri
buyuruyor ki: (Biri, çok sevdiğim bir zatı incitmişti.
O andan beri, kalbimde ona karşı soğukluk duyuyorum.) Büyüklerin, (Sevdiğini
incitene darılmaz, gücenmez isen, köpek senden daha iyidir) sözü meşhurdur.
Sevginin şartı olan hubb-i fillah, buğd-i fillah, Kur'an-ı
kerimde ve hadis-i şerifte bildiriliyor. Allahü teâlânın düşmanlarını
sevmek, insanı Allah’tan uzaklaştırır. Teberri etmedikçe, tevelli olmaz.
Yani düşmanlarından uzaklaşmadıkça, sevgiliye dost olunmaz. (C.4,
m.29) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu
ki: Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tabi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek gerekir. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilmektir. Onu beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye müdahene, [gevşeklik] sığmaz. Aşıklar, sevgililerinin divanesi
olup, onlara aykırı bir şey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki
zıt şeyin sevgisi bir kalbte, bir arada yerleşemez. Cem-i
zıddeyn muhaldir. Yani
iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı icap ettirir. (C.1,
m.165) Abdullah-i Dehlevi hazretleri de
buyuruyor ki: Allah’ı seven, bilmediği bir aşk
ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Her işinde Allah’tan
korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak
için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda, kusuru
kendisinde görür. Her nefeste Allah’ı düşünür, gafletle yaşamaz. Kimseyle
münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın
evi bilir. (M. 85) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ya Rabbi,
kendi sevgini, sevdiklerinin sevgisini, sevgine kavuşturacak işlerin
sevgisini nasip et ve sevgini [susuzluktan yananın arzuladığı] soğuk sudan benim için daha kıymetli kıl!) [İ.Gazali] Bir kimse, Allah’ı seviyorsa, bilsin
ki Allahü teâlâ da onu seviyor demektir. Büyüklerden biri buyurdu ki: (Ben Allah’ı sevdiğimi zannediyordum.
Halbuki O beni seviyormuş.) Sevginin sebepleriBilip anlamadan sevgi gerçekleşmez. Ancak bilinen sevilir. Sevgi, cansızların değil, canlı ve anlayışlı olanların özelliğidir. İnsanın anladığı, zevk ve rahatlık duyduğu her şey, sevimli; acı duyduğu, nefret ettiği her şey sevimsizdir. Zevk alınan her şeyin, zevk alan için sevimli olması, gönlün ona meyletmesi demektir. Her duyu, ancak anladığı şeyden zevk alır, ona meyleder, onu
sever. Mesela gözün zevki, görüp hoşlandığı şeylerdir. Kulağın zevki,
duyduğu güzel seslerdir. Burnunki güzel kokulardır. Dilin zevki, yiyip
içtiği şeylerin tadıdır. Dokunma duygusunun, tutmanın zevki, yumuşaklık
ve zevki okşayan şeylerdir. İşte duyularla anlaşılan bu şeyler, hoşa
gittikleri için sevilir. Beş duyunun hiçbiri ile anlaşılmayan sevgi de vardır. Altıncı
bir duyu ile bilinir. Beş duyu ile elde edilen zevkte hayvanlar da ortaktır.
İnsanın kalb gözü, baştaki gözden daha kuvvetlidir. Aklın anladığı
güzellik, gözün gördüğünden daha büyüktür. Sevginin sebepleri üçtür: 1- Her canlı
kendini sever. Kendini sevmek, varlığının devam etmesini istemek ve
yok olmaktan hoşlanmamak demektir. İşte bunun için insan, yaşamayı sever
ve ölümden hoşlanmaz. Varlığımızın devamı gibi, her şeyimizin mükemmel
olması da sevilir. İnsan, önce kendi zatını, sonra uzuvlarının selametini
sever. Daha sonra malının, evladının, akraba ve dostlarının selametini
sever. Bunları, vücudunun devam ve kemaline sebep oldukları için sever.
Mesela evladından bir fayda görmese de sever. Çünkü kendinden sonra
neslini devam ettirecek odur. 2- İnsan, ihsanı
sever. İnsan, ihsanın kölesidir. Gönül, kendine iyilik edeni sever,
kötülük edenden nefret eder. İnsan, ister istemez iyilik edene karşı
sevgi duyar. Sağlık sevilir. Sağlığının devamı
için doktor da sevilir. Doktoru da kendimizi sevdiğimiz için severiz.
Bunun gibi ilmi de, öğretmeni de severiz. Öğretmeni ilme sebep olduğu
için severiz. Para, çeşitli ihtiyaçları karşılamaya ve yiyip içmeye vasıta olduğu
için sevilir. Yemeğin kendisi de yenmek için sevilir. Biri bizatihi,
diğeri ise vasıta olduğu için sevilir. İyilik edeni sevmek, onun şahsını
değil, iyiliğini sevmektir. İyilik kalkınca, sevgi de kalkar. İyilik
azalırsa, sevgi de azalır. 3- Bir kimseyi,
ettiği iyilikten dolayı değil, bizzat zatından dolayı sevmek, yok olup
tükenmeyen gerçek sevgidir. Bu da güzeli sevmek demektir. Güzelliği
anlayan güzeli sever. Güzelliği sevmek, güzelliğin zatındandır. Çünkü
ondaki güzelliği anlamak, zevkin kendisidir. Güzeli anlamak da bir zevktir.
Akarsu, yeşillik, tabiattaki güzellikler yiyip içildikleri için değil,
sırf güzel oldukları için sevilir. Bu insanın elinde olmayan sevgidir.
Allahü teâlânın güzel olduğu bilinirse, onu da sevmemek imkansızdır.
O ise, güzeller güzelidir. Sevgi ve üstün zevkZevkler anlayışlara bağlıdır. Herkes her şeyden aynı zevki
alamaz, yaratılışına uygun şeylerden zevk alır. Mesela, gazap ehli,
intikam almak ve galip gelmekten zevk alır. Her organın zevki de ayrıdır. Kalb, beş duyunun bilemediği manaları anlar. Mesela, âlemin
yaratıldığını, yani sonradan meydana geldiğini ve bunu yaratan bir Halıka
muhtaç olduğunu anlar. Bunlar beş duyu ile bilinmez. Akıl, insanı hayvandan
ayıran bir kuvvettir. Eşyanın hakikati akılla bilinir. Akıl da marifet
ve ilimden zevk alır. Bu, âdi, faydasız, hatta zararlı bir ilim bile
olsa, bunu başkasına öğretmekten zevk alır. Mesela, bir kumar oyununu
bilen, onu başkasına öğretmek ister. Bu da her çeşit bilginin zevkli
olduğunu gösterir. İlmin zevki, ilmin şerefi nispetinde kıymetli olur. İlmin zevki
de bilinen şeylerin kıymetine göre değer kazanır. Mesela insanların
gizli hallerini bilip onu anlatmak zevklidir. Bir valinin sırlarını
bilip açıklamak daha zevklidir. Hele dünyanın en büyük hükümdarının
sırlarını bilip açıklamak çok daha zevklidir. Görüldüğü gibi ilmin şerefi,
malumun [bilinen şeylerin] şerefine bağlıdır. Kâinatı yoktan yaratan, süsleyen,
devam ettiren Allah’ın ilminden daha yüce, daha şerefli, daha büyük,
daha olgun ilim olamaz. O halde en çok arzu edilen bu ilimdir. Bu ilmin
zevki; şehvet, gazap ve diğer duyulardan elde edilen zevklerden çok
daha fazladır. Allah’ı tanımak, Onun cemalini temaşa etmek, emirlerindeki
sırları anlamak, zevklerin en büyüğüdür. Zevk veren öyle şeyler var
ki, hayal etmek bile mümkün değildir. Allahü teâlâ, (Salihler
için, gözlerin görmediği, kulakların duymadığı ve insanların hatırından
geçmeyen şeyler hazırladım) buyurdu. Evliya, üst olmanın sıkıntılarla dolu olduğunu ve ölümle de sona ereceğini bildiği için, baş olmaya değer vermez. Ahiret nimetleri sonsuz ve sıkıntısız olduğu için hep onlarla meşgul olur. Ölüm de buna mani değildir. Çünkü Allah’ı bilen yok olmaz. Ölüm onun halini değiştirir. Ruh, beden kafesinden kurtulur. Beden ölür, fakat ruh ölmez. Ölüm yok olmak değildir. Batıni olan baş olma zevki, zahiri olan 5 duyunun zevkinden
daha üstündür. Batıni zevkleri, hayvan, ve bunak anlayamaz. Allahü teâlânın
işlerinin sırlarını bilmek, baş olmak gibi bütün zevklerden çok üstündür.
Manevi zevkler anlatılmakla bilinmez, tatmayan anlayamaz. Çocuk,
önce oyundan, oyuncaktan zevk alır. Sonra süslenmek, vasıtalara binmekten
zevk alır. Erginlik çağına girince evlenmek ister. Daha sonra da baş
olma sevdasına düşer. Bir çocuk, oyuncakları bırakıp da, makam sevdasına
düşenlere güler. Makam sevdasında olanlar da, marifetullah ile uğraşan
evliyaya güler. Kişi bilmediğinin düşmanıdır. Ahiret nimetleri, sevginin kuvvetiyle
ölçülür. Sevgi ne kadar kuvvetli olursa, zevk de o nispette artar. Her
müminde sevgi bulunur. Çok sevebilmek için iki sebep vardır: 1- Bir bardaktaki
hava çıkmadıkça içine su girmez. İçine su koyunca da, bu suyu çıkarmadan
başka şey konulmaz. Kalb de bardak gibidir. Kalbi Allah sevgisiyle doldurmak
için, başka her şeyi temizlemek gerekir. İhlas, kalbte Allah sevgisinden başka şeye yer bırakmamak,
başka şeyleri temizlemek demektir. Kalbi başka sevgilerden temizleyenin
imanı kuvvetlenir. 2- Kalbi masivadan
[yani Allah sevgisinden başka her sevgiden] temizledikten sonra, Allah
sevgisini kalbe iyice yerleştirmek gerekir. Toprağı sürüp yabancı otlardan
temizledikten sonra temiz tohum atmaya benzer. Bu tohumdan sevgi ağacı
büyür. Bunun için de salih amel gerekir. Amel için de ilim gerekir.
Demek ki, istenilen sevgiye kavuşabilmek için ilim, amel ve
ihlas şarttır. Sevgide farklı olmakİnsanlar, imanın aslında müşterek olduğu gibi, sevginin aslında
da müşterektir. Her mümin, imanın altı esasına inandığı halde, kiminin
imanı çok parlak, kimininki ise çok sönüktür. İnsanlar, Allah’ı tanımakta
farklı olduğu için, sevgide de farklıdır. Bunu bir misalle açıklayalım: İmam-ı Gazali hazretlerini her Müslüman sever. Çünkü hepsi
onun büyük bir âlim olduğunu bilir. Onun ilmini bilen âlimler, onu halk
tabakasından daha çok sever. Âlimi, âlim olan anlar. Âlimin güzel bir
eseri okununca, ona karşı sevgi duyulur. Ondan daha güzel bir eseri
okununca, bu sevgisi artar. Eserini tetkik edip, orada bulunan ince
bilgilere vakıf olunca, ona karşı olan hayranlık ve sevgi daha da artar. Kâinatta bulunan her şey Allahü
teâlânın eseridir. Halk, her şeyi Allah yarattığı için Onu sever. Fakat
âlimler, basiret sahipleri, Allahü teâlânın eserindeki, sanatındaki
inceliklere, harikalara vakıf olduğundan, halktan daha çok sever. Mesela
bir doktor, insan vücudundaki harikaları ve akıllara durgunluk veren
incelikleri görürse, sevgisi kat kat fazlalaşır. Bu sevgi, Onun eserindeki
incelikleri bildiği ölçüde fazlalaşır. Onun için âlimlerin, ariflerin
sevgisi fazla olur. Çok bilen çok sever. Allahü teâlâyı zatı için değil de, verdiği nimetleri için sevenin,
ihsanındaki değişiklik sebebiyle sevgisi de değişir. Bolluk ve refahtaki
sevgisi ile, darlık ve beladaki sevgisi aynı olmaz. Fakat zatı için,
sırf her şeyin maliki, Rabbi olduğu için sevenin sevgisi, ihsanın azalıp
çoğalması ile değişmez. Zenginlik-fakirlik, hastalık-sağlık onun sevgisini
etkilemez. İnsan, Allah’a olan sevgisi nispetinde, ahirette nimetlere
kavuşacaktır. İbrahim bin Edhem hazretleri, (Ya Rabbi, seni seven bu kulunun
kalbini huzura kavuştur) diye dua edince, rüyasında, (Ey İbrahim, bana kavuşmadan nasıl huzur istersin?
Sevgiliye kavuşmadan huzura hiç erilir mi) buyuruldu. Hz. Musa, (Ya Rabbi,
sevdiğin ve buğzettiklerini nasıl ayırabiliriz) diye sual edince,
Allahü teâlâ buyurdu ki: (Sevdiğim kulun iki alameti vardır. O beni anar ve günahlardan
sakınır. Ben de onu, meleklerin yanında anar ve günah işlemekten muhafaza
ederim. Buğzettiğim kulun da iki alameti vardır. Beni unutup, hiç anmaz,
günah, isyan içinde yüzer. Buğzettiğim kimsenin gönlü kibirli, dili
kötü söyler, gözü kötülüktedir, eli de cimridir. Böyle kimseye gazaplanır,
azap ederim.) Beni seveni severimYine Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Beni sevenin sevgilisiyim.
Beni gerçekten seveni, herkesten üstün tutarım. Beni arayan bulur; başkasını
arayan ise beni bulamaz. Öyle kullarım vardır ki, ben onları severim,
onlar da beni sever. Onlar bana müştak, ben onlara müştakım. Onlar beni
anarlar, ben de onları anarım. Onların yolunda olanı severim. Onların
yolundan ayrılana buğzederim. O kullarım, gece olup, herkes sevdiği
ile baş başa kaldığı zaman, onlar yatıp uyumaz, bana münacatta bulunur,
namaz kılar, nimetlerime şükreder, gözyaşı dökerler. Bütün sıkıntılara
beni sevdikleri için katlanırlar. Onlara büyük ihsanlarda bulunurum.) Ömer bin Abdülaziz’in bir hizmetçisi
vardı. Gündüz hizmet eder, gece olunca bir köşeye çekilir, dua eder,
gözyaşları içinde Allahü teâlâdan bir şeyler isterdi. Ömer bin Abdülaziz
hazretleri hizmetçinin neler söylediğini merak etti. Bir gün dinledi.
Hizmetçi, (Ya Rabbi, bana olan sevgin hürmetine, beni mağfiret eyle,
bana rahmet et) diyordu. Hizmetçinin duasına hayret edip, (Ey hizmetçi,
bu ne cüret) diye sordu. Hizmetçi, (Allahü teâlâ beni sevmeseydi, sen
uykuda iken, beni uyanık tutar, kendisiyle meşgul eder miydi? Kur’an-ı
kerimde, “Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever” buyuruyor. Önce kendi
sevgisini bildiriyor. Sonra da sevdiğinin sevgisini bildiriyor. Sevmek
için sevilmek gerekir) dedi. Sevgi ve aşkın kuvvetiBazı kimseler, (Allah bazı şeyleri yasak ettiği, çeşitli haramlar
koyduğu için, Onu sevmek mümkün olur mu) diyorlar. Bu çok yanlıştır.
Çünkü bir annenin, ateşe elini uzatan çocuğunu ikaz etmesi, onun eline
vurması, çocuğun annesini sevmesine mani değildir. Akıllı insan, Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerde, kendisi
için çok faydalı hikmetler olduğunu bilir. Yasak edilen şeyleri yapmamayı
nimet olarak görür. Mesela, (İçki
yasak edilmemiş olsaydı, alkolik olabilirdim) der, içkinin haram
edilişini nimet olarak görür. Bu bakımdan, Allahü teâlânın emrettiği
şeylerde olduğu gibi, yasakladığı şeylerde de sayısız hikmetler vardır.
Emirlere uyup, yasaklardan kaçmak bir nimet olduğu için, nimeti
gönderen Rabbimizi sevmeye hiçbir şey engel olamaz. Allahü teâlânın lutfettiği nimetlerden istifade ederken, bazı
sıkıntılara katlanmak gerekir. Gülü koklamak için yanına gitmek
külfetine katlanmak gerekir. (Külfetsiz
nimet, dikensiz gül ve engelsiz yâr olmaz) demişlerdir. Bir nimet külfetsiz
ele geçerse, kıymeti olmaz. Mirasyedi gibi harcarız, şükrünü düşünmeyiz.
Allahü teâlâdan gül isteyen aşık, dikenine de katlanmalıdır.
Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: (Zavallı aşığa, sevgilinin kendisini aradığını bilme saadeti yetişir. Ayrılık hasretini çektiğini gördüğünü bilmesi yeter. Çünkü, Allahü teâlâ onu elbette görüyor.) Yusuf aleyhisselamdan sonra Allah’a aşık olan Hz. Zeliha, (Bugün Yusuf’u gördüm) diyen herkese bir kolye verir. Sevgisi
uğruna, malını, mülkünü, güzelliğini, hatta 70 deve yükü cevahir ve
gerdanlık feda eder. Hz. Yusuf ile evlenince, yanına gitmez. Hz. Yusuf
sebebini sorunca, (Allah sevgisi bana yeter) der. Gülün
kadrini ancak bülbül bilir. Leyla’nın uğruna
deliren Mecnun’a,
(Adın ne) diye sorarlar. O da, Leyla
der. (Leyla ölmedi mi) derler. (Hayır ölmedi.
Kalbimde... Ben Leyla’yım) der. (Leyla’nın evine doğru bak) derler. O da, (Leyla’nın evini gören yıldıza bakmak bana
yeter) diyerek ağlar. Gül, demişler bülbüle, Ağlamış feryat ile. Büyükler, (Aşktan maksat, dert ve gam çekmektir. Kavuşmak,
hiç hatıra bile gelmez) demişler, aşkı böyle tarif etmişlerdir. Gerçek sevgi üç şeyle belli olur: 1- Seven, sevdiğinin
sözünü, başkasının sözüne tercih eder. 2- Sevdiğinin
yanında bulunmayı, başkalarının yanında bulunmaktan üstün tutar. 3- Sevdiğinin
kendisinden razı olmasını, başkalarının hoşnut olmasından çok kıymetli
bilir. Allah’ı sevmekAllahü teâlâyı sevmenin beş sebebi vardır: 1- Herkes, kendisinin
olgunlaşmasını ve hiç yok olmadan devam etmesini ister. Kendini ve Rabbini
bilen, varlığının devam etmesinin kendi elinde olmadığını, ancak Allahü
teâlânın dilemesiyle var olduğunu anlar. Varlıkların hepsi Allahü teâlânın
kudretiyle vardır. Hiç kimse, kendi kendini yaratıp, hayatını devam ettiremez. O halde, kişinin, kendini yaratan, çeşitli nimetler veren,
yaşatan Rabbimizi sevmemesi mümkün değildir. Eğer sevmiyorsa, kendi
yaratılışını bilmediğinden, cehaletindendir. Çünkü sevgi, marifetin
[bilmenin, anlamanın] meyvesidir. Bir şey önce bilinip anlaşıldıktan sonra sevilir. Yani marifet
olmadan sevgi olmaz. Sevgi marifete göredir. Marifet ne nispette ise,
sevgi de o nispette olur. Rabbini bilen Onu sever. Çünkü kendisini seven bir kimsenin,
kendisini yaratıp çeşitli nimetler vereni sevmemesi düşünülemez. Güneşin yakıcı sıcağına maruz
kalan, gölgeyi sever. Gölgeyi seven de ister istemez, gölge veren ağaçları
sever. Kâinatta ne varsa, Allah’a nispetle, gölgenin ağaca nispeti gibidir.
Gölgenin varlığı ağacın varlığına bağlı olduğu gibi, her şey Allah’ın
eseri olup, hepsinin varlığı, Onun varlığına bağlıdır. 2- Bir kimse,
kendine iyilik edeni sever. Bir zengin, bütün mallarını sana verse, Bunların hepsi senindir. Dilediğin gibi tasarruf et dese, bu ihsanı
zenginden bilmek yanlış olur. Zengini ve o malı yaratan, seni zengine
sevdiren, sana mal vermesinin, zengin için hayır olduğu düşüncesini
veren kimdir? Eğer zengin, seni sevmeseydi, malı sana vermekle, dünya ve
ahirette hiçbir kazancının olmayacağını bilseydi, sana malının zerresini
verir miydi? Şu halde, cenab-ı Allah bu sebepleri yarattı. Demek ki, sana asıl ihsanda bulunan, bu işe zengini vasıta
edendir. Zengin, o malı sana vermekle peşin veya ilerisi için bir menfaat
düşünmüştür. Seni minnet altına almak, kendini övdürmek, cömertlikle
meşhur olmak, gönülleri kendine bağlamak, herkesi kendine sevdirmek
ve saydırmak gibi peşin menfaati vardır. Ayrıca, ahirette çok sevap
kazanmak üzere ilerisi için yatırım yapmaktadır. Yoksa hiç kimse, malını
boşu boşuna vermez, bir maksat için verir. Maksadı sen değilsin. Sen
onun maksadını yerine getirmek için bir vasıtasın. Demek ki, sana iyilik eden,
sana değil, kendine iyilik etmiş olur. Sonra o, verdiğinden fazlasını
beklemektedir. Çünkü o, Allah’ın en az bire on veya bire yediyüz, hatta
daha fazla vereceğini biliyor. Böyle bir ümidi olmasa sana bütün malını
verir miydi? 3- İnsan, kendine
faydası dokunmasa bile, iyilik edenleri sever. Kendine zararı dokunmasa
bile kötülük edenlerden de nefret eder. O halde, bütün mahlukatı yaratıp,
onlara çeşitli nimetler ihsan eden yalnız Allah’tır. Herkese iyilik
eden de sevilir. 4- Kendine hiçbir
faydası olmasa da insan, güzeli, güzelliğinden dolayı sever. Beş duyu
ile de anlaşılmayan; fakat kalb gözü ile görülen güzellikler de vardır.
Güzel ahlak böyledir. İmam-ı a’zam hazretlerini güzel vasıflarından
dolayı severiz. Demek ki güzel sevilir. Mutlak güzel, ortağı eşi, benzeri olmayan,
dilediğini yapan yalnız Allahü teâlâdır. 5- İnsan, benzediği
şeye meyleder. Çocuk çocukla, büyük büyükle arkadaşlık kurar. Âlim âlimi, bir sanatkârdan daha çok sever. İlim sahibi olan da, her şeyi bilen Allah’ı sever. Basiret sahipleri gerçek sevgiye layık olanın yalnız Allah olduğunu bildirmişlerdir. |