Allah gökte demek küfürdür -2

 

Baba kelimesinin anlamları

Hıristiyanlar niçin Allah’a baba diyorlar. Bir de Peygamber efendimizin dedelerinden olan Hz. İbrahim’in babasına kâfir denir mi?

CEVAP

Kur'an-ı kerimde, Hz.Yakub’a, (Baban İbrahim, İsmail ve İshak) buyuruluyor. (Bekara 133) Bilindiği gibi, Hz.Yakub, Hz. İshak’ın oğludur. Hz.İsmail amcası, Hz. İbrahim ise dedesidir. Demek burada, amcaya da, dedeye de baba denmiştir. Hz. İbrahim’in babası Taruh olduğu halde, amcası ve üvey babası Azer için Kur'an-ı kerimde (İbrahim’in babası) ifadesi geçmektedir. (Enam 74)

 

Hz. Âdem'e baba dendiği gibi, Hz. Nuh’a da ikinci baba denmektedir. Hadis-i şerifte, (Âdem ile Nuh arasında on baba vardır) buyuruldu. (Taberani)

 

Resulullah, amcası Ebu Talib’e baba ve bunun hanımı Fatıma binti Esed’e anne demiştir. Bu hadis-i şeriflerle sabittir. Türkistan’da, hürmet edilen kimselere de baba denildiği, Reşehat kitabında yazılıdır. Çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara baba demek âdettir. İnsanlara iyilik eden, onları himayesine alanlara mecaz olarak, baba adam veya fakir babası denir. Yaşlı kimselere de hürmeten baba denir. Eskiden tekke büyüğüne de baba denirdi. Bektaşi babası gibi. Bugün çete başlarına mafya babası denmektedir. Yaşlı kadınlara da, Ayşe ana, Fatma ana veya Hacı anne dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir. Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, Amca, dede, yaşlı kadınlara da, Teyze, nine deriz. Bunlar, gerçek anlamda değil, bir saygı ifadesidir.

 

Kayınvalideye ve kayınpedere, Ana-baba demek ise pek normaldir. Ceddimiz, kayınvalideye ve kayınpedere, Hanım anne, Bey baba da demişlerdir. Hakiki ana baba ile karışmamaları için böyle söylemek daha iyidir. Bazı yerlerde kayınvalideye Cici anne de diyorlar. Bunlar mubah âdetlerdir. Günah olmayan âdetlere uymakta mahzur yoktur. Hatta mubah olan âdete uymamak şöhrete, kalb kırmaya sebep olursa böyle âdetlere uymak gerekir. (Hadika)

 

Bugün bazı Hıristiyanlar, (Hepimiz Allah’ın çocuğuyuz. Allah hepimizin babasıdır. İncillerdeki Baba ve oğul kelimelerini böyle anlamak gerekir) diyorlar. Hıristiyanların çoğu ise, İncillerdeki baba kelimesini yanlış anladıkları için, hâşâ Allahü teâlâya İsa’nın babası demişlerdir. İncillerde baba, mübarek bir varlık ve oğul da sevgili bir kul demektir. Yani maksat, üç tanrı değildir. Baba ve oğul kelimelerinin kullanıldığı yerlerden çıkan mana şöyledir:

(Her şeyin hakimi ve maliki Allahü teâlâ, Hz. İsa gibi sevgili bir kulunu insanlara peygamber olarak göndermiştir.)

 

İncillerin eski İbranice nüshalarından yanlış tercüme edildiğini söyleyenler haklıdır. Zira İbranice’de Baba kelimesi, (Hürmete layık büyük bir şahsiyet) manasına da gelmektedir. Bunun için Kur'an-ı kerimde, Hz.İbrahim’in amcası olan Azer’e, (Azer denilen babası) denilmektedir. Oğul kelimesi de İbranice’de, kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvir etmek için kullanılır. Matta İncilinin 5. babı, 9. âyetinde, (Ne mutlu barışçılara! Onlara Allah’ın oğlu denecektir) deniliyor. Burada Oğul kelimesi, (Allah’ın sevgili kulu) demektir. O halde, hakiki İncilde Baba, mübarek bir mevcut ve oğul da sevgili bir kuldur.

 

Kur’an-ı kerimi tercüme etmek

Kur'an-ı kerimin tefsiri ve tevili ancak ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı ilahi anlaşılamaz. Hadis-i şeriflerin de kelime kelime tercümesi çok zaman yanlış manalara gelir. Hatta bir dildeki deyim, terim ve atasözlerinin kelime kelime tercümesi çok yanlış olur.

 

Mesela Fransızca, (De bonne guerre), kelime olarak, iyi savaştan demektir. Deyim olarak, kanunlara uygun demektir.

 

İngilizce, (Rain cats and dogs) = kedi köpek yağıyor demektir. Deyim olarak sağanak halinde yağmur yağıyor demektir. Bir Gazetenin İngilizce bilen muhabiri, bu ifadeyi okuyunca, (Amerika’ya kedi köpek yağdı) diye haber vermişti. İngilizce’de bu hatayı yapan, Kur’an-ı kerimdeki ifadelerde ne çamlar devirmez ki.

 

Selefilerin Allah gökte demesi bu yüzdendir. Allah’ı eli gözü kulağı olan bir insan gibi düşünmeleri bu sebepledir. Arapça’daki deyimlere geçmeden önce Türkçe’deki deyimlere bakarsak konunun önemi iyi anlaşılır.

 

Mesela (Göz boyamak) tabirini kelime kelime yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir mana çıkar. Halbuki, Türkçe’de göz boyamak, aldatmak demektir. (Göze girmek) gözün içine girmek değil, takdir toplamak, itibar kazanmak demektir. (Gözden düşmek) de itibarını kaybetmek demektir. Eli açık deyiminde de, el ve açık kelimelerini kullanmadan, cömert anlamına gelen kelimelerle tercüme etmek gerekir. Türkçe’de hırsızlık yapana eli uzun derler. Arapça’da ise cömert demektir. Hz. Zeyneb binti Cahş, cömert ve marifetli idi. Peygamber efendimiz onun hakkında, (Bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun [cömert] olanıdır) buyurmuştur.

 

Dünya kelimesi, Türkçe’de, yeryüzü manasından başka, fikir ve inanç bütünlüğü manasına (İslam

dünyası) denir. Görüş manasına da gelir. (Dünyaları ayrı iki insan) gibi. Çok kalabalık manasına da, (Dünyanın insanı gelmiş) denir. Başka manaları da vardır. Bunlar dünya olarak başka dile nasıl tercüme edilir ki. Elbette açıklayarak çevrilir. Kur’an-ı kerimin böyle kelime kelime yapılan mealleri çok yanlıştır.

 

Dünya, Arapça’da alçak, mal gibi başka manalara da gelir. Üç örnek:

(Dünya [deni, alçak şeyler, haram ve mekruhlar] melundur.) [İbni Mace]

(Dünya [dünya malı] bana yaklaşmak istedi. "Benden uzaklaş" dedim. Giderken, "Sen benden kurtuldun ama, senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzar]

(Cennet anaların ayakları altındadır) hadis-i şerifini, (Cennet, ananın rızası altındadır) şeklinde açıklamak gerekir. Ancak bu kadar bir açıklama da kâfi gelmez. Çünkü ana babanın gayrı meşru emirlerine de riayet edilmesi gerekeceği anlaşılır. Ayrıca bir çocuk, Müslüman olmasa; ama ana babasının rızasını alsa, Cennete gideceği de zannedilebilir. O halde hadis-i şerifi İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde bildirmelidir. Yani, (Müslüman bir evlat, Müslüman ana babanın dine uygun emirlerine riayet edip rızalarını kazanırsa, Cenneti kazanır) demek gerekir. (Eş-şeru tahtesseyf) ve (El Cennetü tahte zılalissüyuf) hadis-i şeriflerini kelime kelime tercüme edersek (İslam kılıç altındadır) ve (Cennet kılıçların gölgesi altındadır) demektir. İslam kılıcın altında ne demektir? Kılıç ile atom bombası, roket, radar, füze gibi her çeşit savaş araçları kastedilmektedir. Müslümanlar, ekonomide, teknolojide ileri seviyede olursa, dinlerini korumuş olurlar. Yani, İslamiyet, kılıç ve diğer araçların koruması altındadır. Amerika’nın, Rusya’nın tekniğini almak gerekir. O halde yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması şöyle olur:

(İslamiyet, kâfirlerdeki silahların hepsini yapmakla ve bunları iyi kullanmakla sağlam kalır.)

 

Kur’anı yanlış tercüme etmek

Birçok kelimenin bir hakiki manası, bir de, kinaye mecaz manası olur. Kinaye, bir şeyi, açık anlamı başka olan kelimelerle anlatmaktır. Kur’an-ı kerimde mecazi ifadelerden başka, Müteşabih âyetler vardır. Bunlara görünen manayı vermek çok yanlış olur. Bilhassa Allahü teâlâ ile ilgili mecazlar, müteşabih olanlar daha önemlidir. Allahü teâlâ hiçbir yaratığa benzemez. Çünkü, Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Leyse ke mislihi şeyün = Onun benzeri hiçbir şey yoktur.) [Şura 11]

(Sübhanekellahümme = Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih, kemal sıfatlarla tavsif ederim.) [Yunus 10] Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemezken benzediği sanılan âyetler de vardır. Birkaçı şöyledir:

(Kıyamet günü yeryüzü Allah’ın kabzasında olur, gökler de sağ eliyle dürülür.) [Zümer 67]

(Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]

(Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.) [Fetih 10]  

(Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.) [Bekara115]

(Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

 

Bu âyetlerde bildirilen el, yüz ifadeleri, bir mahlukun eli veya yüzü gibi sanılabilir. Halbuki Allah hiçbir mahluka benzemez. Benzemediğini de birinci âyette bildirdik. İstiva kelimesi oturmak sanılırsa Allah mahluklara benzetilmiş olur ve yukarıdaki âyetlere aykırı olur. Nerede olursanız sizinle beraberdir ifadesi de mecazidir. Çünkü O mekandan münezzehtir. Selefiler bu âyeti tevil ettikleri halde, ötekileri tevil etmiyorlar. Selefilere değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarına itibar etmeli.

 

Açıklamasız tercümeler yanlış olur. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Kadınlara dokununca gusledin.) [Maide 6] (Cima için lems = dokunmak kelimesi kullanılmıştır. Bu haliyle yazılırsa kadına dokunanın gusletmesi gerektiği anlaşılır.)

(Kanadını müminler için indir.) [Hicr 88] (Şefkat et, tevazu göster demektir. Sadece kanadını indir dememeli.)

(Ellerini boynuna bağlama, büsbütün de açma.) [İsra 29] (Cimrilik etme, israfa da kaçma demektir. Açıklamasız yazmamalı.)

(İbil’in nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?) [Gasiye 17] (İbil deve demektir. İbil’in başka manalarını da düşünen bir Yahudi dönmesi, İbil’i yağmur yüklü bulut diye tercüme ederek Kur'anın manasını değiştirmeye çalışmıştır.)

 

Rahman suresinin baş taraflarında vezn, mizan kelimeleri geçiyor. Piyasadaki bazı meallerde vezn = tartı, terazi diye tercüme edilmiştir. vezn kelimesinin tartı, terazi olarak tercüme edilmesi hatalı olur. Âyette güneş ve ayın bir hesap, bir muvazene, bir denge, bir sistem, bir nizam üzere hareket ettikleri bildirilmektedir.

 

Mümin, kâfir, fasık, salih, münafık gibi kelimeler aynen alınmalı, bundan sonra gerekli açıklamalar yapılabilir. Bunların yerine tercümesi diye uydurma bir kelime konursa manası bozulur. Mesela bir mezhepsiz, kâfirun suresindeki kâfir kelimesini nankör diye tercüme etmiştir. Bir başka mezhepsiz de salih kelimesini barışsever olarak tercüme etmiştir. Bir başka mezhepsiz de, Salat kelimesini dua diye tercüme etmiştir. Salat kelimesi dua anlamına da gelirse de, birçok yerde namaz yerine kullanılmaktadır. Salat = dua diye yazan mezhepsizin mealini esas alan ve kendilerine mealciler denen bir grup türemiştir. Bunlara göre namaz diye bir şey yoktur. Biraz dua etmekle namaz kılınmış olur.

Bu acı örnekler gösteriyor ki, Kur’anı kelime kelime tercüme etmek yanlış olduğu gibi, böyle yanlış tercümelerle amel etmeye kalkmak da çok yanlış olur.

 

Ölüler elbette işitir 

Tevil gereken Kinaye, Mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Selefiler, hem ruh ölmez diyorlar, hem de Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki bazı âyet-i kerime mealleri şöyledir:

(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17) Birileri, ötekileri öldürüyor, Allah, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor. Aynen bunun gibi aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.

 

(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18]

(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

 

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72] (Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.)

 

(Sağırlara işittiremezsin. Körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40] Bu âyette işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir. Kabirlerdekilere işittiremezsin demek de, inatçı kâfirlere işittiremezsin, yani hakkı kabul ettiremezsin demektir. (Beydavi)

 

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn]

 

Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abesle iştigal olmaz mı? Hâşâ peygamberimiz cahil mi de kabirdekileri hidayete kavuşturmaya uğraşsın? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

 

(Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46] Burada kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğu açıkça bildiriliyor. Yani öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde sadece onlar kör, sağır ve dilsiz diye geçiyordu. Bu âyette ise, maddi gözün değil, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmamalıdır.

 

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52, 53] Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu. Hem de kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte, (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

 

Resulullahı yalanlayanlar 

Okuyuculardan e-mailler geliyor. Hadis, icma, âlim, mezhep falan tanımayanlar çıkıyor. Yalnız Kur’an diyorlar ama Kur’ana da inanmıyorlar. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80]

(O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4]

(Allah’ın yolu ile, peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150-1]

 

Bunları kabul etmeyen Kur’ana inanmış sayılmaz. İbret vesikası olacak bir sapığın yazısı:

Sayın hocam, şunu peşinen söyleyeyim ki ben hiçbir gruptan değilim. Bana hizbulKur’an derler. Kur’an ne diyorsa o benim yolumdur. Ben mezhep meşrep tanımam. Kur’ana aykırı kim ne söylerse ret ederim. Babam bile olsa teper atarım. İmam-ı a’zam dediğiniz Ebu Hanife olsun, İmam Buhari olsun, İmam Gazzali olsun Kur’ana aykırı ise hiçbirisini kabul etmem. Hatta Resulullah bile Kur’ana aykırı söylese asla kabul etmem. Rivayetleri sahih de olsa Kur’ana aykırı olan hiçbir hadisi kabul etmem. Mesela Buhari’de, aynı zamanda Müslim’de senedi sahih, rivayeti kuvvetli olmasına rağmen Kur’ana aykırı olan şu hadis naklediliyor. Resulullah kâfir ölülerine seslenmiş, Hz. Ömer de leşlere mi söylüyorsun demiş. Resulullah da, onlar sizden daha iyi işitir demiş. Bu rivayet istendiği kadar sahih olsun, isterse Resulullah bizzat benim yanımda söylesin, bu hadis Kur’ana aykırıdır. Birçok âlim bunu kitabına almışsa da hepsi Kur’ana aykırı hareket etmiştir. Çünkü Kur’anda, (Sen ölülere, kabirdekilere işittiremezsin) deniyor. Resulullah da diğer ölülerden farksızdır. O da ölüdür. Ona şefaat ya Resulallah diyen müşrik olur. Sahabe kabirleri yıkıldığı gibi, Resulullahın kabri de yıkılması gerekirdi. Çünkü onun kabrinden şefaat isteyip müşrik oluyorlar. Onun kabrini yıkmayanlar milletin müşrik olmasına sebep oldukları için sorumludur. Peki onlar sorumlu oluyor da sizler bu hadisleri nakletmekle sorumlu olmuyor musunuz?

CEVAP

Sen inkâr etsen de, düşünce olarak tam selefi fikirlisin. Bunlara cevap vermek için bir kitap yazmak gerekir. Zaten bu konularda kitaplar da yazılmıştır. Kıyamet ve Ahiret kitabının Müslümana Nasihat kısmında vesikaları ile gerekli cevaplar verilmiştir. Yukarıdaki yazılarımızda da yeterli cevap vardı. Yukarıdaki yazıda deniyordu ki:

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn]

 

Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek

de işittirecek? Hâşâ bu abesle iştigal olmaz mı? Hâşâ peygamberimiz cahil mi de kabirdekileri hidayete kavuşturmaya uğraşsın? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

 

Müfessirlerin şahı İmam-ı Beydavi’ye, en kıymetli iki hadis kitabı olan Buhari ve Müslim’e inanmayana söylenecek söz olmaz ki? Üç âyet meali:

(Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43]

(Bilmiyorsanız âlimlerden sorunuz.) [Nahl 43]

(Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9]

 

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi]

(Âlimler vârislerimdir.) [Tirmizi]

(Âlimler birer rehberdir.) [İ.Neccar]

 

Devamı var...