“Allah gökte” demek küfürdür -1 

 

Hıristiyanlar da Vehhabiler gibi tanrı gökte diyorlar. Bu inanç İncillerde var mıdır?

CEVAP

Hz. İsa’nın, göğe çıkıp, Allah’ın sağına oturduğu ve Allahü teâlânın gökte olduğu inancı Hıristiyanlığa sonradan sokulmuştur. Hıristiyan İngilizler tarafından kurulan Vehhabi inanışına göre de tanrı gökte, Hz. Muhammed de sağ tarafında oturmaktadır. Kitabül-Arş isimli Vehhabi kitabında, “Allah Arş’ın üzerinde oturur, yanında Resulullaha da yer bırakır” deniyor. Hıristiyanlarla Vehhabiliğin bu konuda da birbirine benzemesi tesadüf değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsi “Allah mekandan münezzeh” buyuruyor.

 

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, zamanlı, mekanlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. Allah, madde, cisim ve hâl değildir. Benzeri, ortağı, zıddı yoktur. Bildiğimiz, düşünebileceğimiz şeyler gibi değildir. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. Hatıra gelen her şey yanlıştır. O kâinatın ne içinde, ne de dışındadır. İçinde, dışında olmak, var olan iki şey arasında düşünülür. Halbuki kâinat, hayal mertebesinde yaratılmıştır. Hayal mertebesindeki âlemin devamlı var görünmesi, Allah’ın kudreti ile oluyor.

 

Bir filmdeki cansız resimler, aynen canlı gibi hareket etmektedir. Bir kimse hayal kursa, hayalinde çeşitli işler yapsa, (Bu kimse, hayalinin içindedir, dışındadır) denemez. Çünkü hayal gerçek değildir. Rüya da hayale benzer. Rüya gören kimse, rüyasının ne sağındadır, ne solundadır. Rüyasında gözsüz görür, kulaksız işitir, dilsiz konuşur, yer, içer, hatta rüyasında rüya bile görür. Allahü teâlânın kudreti ile hep devam etse, insan rüyayı gerçek bilir, rüyadan başka hayat yok zanneder. Bu dünya hayatı da bir rüyadan ibarettir. Demek ki; kâinat hayal mertebesinde yaratıldığı için bize var gibi görünmektedir. Ezeli ve ebedi var olan yalnız Allahü teâlâdır. O halde, Allah, hayal olan bu kâinatın içinde, dışında denemez.

 

Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki:

Allah, yukarıda, aşağıda, yanda değildir. Her varlık, Arş’ın altındadır. Arş ise, Onun kudreti, kuvveti altındadır. O, Arş’ın üstündedir. Fakat bu, Arş Onu taşıyor demek değildir. Arş, Onun lütfu ve kudreti ile vardır. O, ezelde, sonsuz öncelerde nasıl ise, şimdi hep öyledir. Arş’ı yaratmadan önce nasıl idi ise, ebedi sonsuz geleceklerde de, hep öyledir. Onda değişiklik olmaz.

 

İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:

(Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. Ehl-i bâtıl, istiva, vech, yed gibi kelimeleri tevil etmedikleri için sapıtmışlardır. Allah’ın, Arşı istiva etmesi, Arşı hükmü altına alması demektir. “Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti” demek, “Irak’ı kansız olarak ele geçirdi” demektir. Bu sapıklıklarına da “Selefin yolu” diyerek selef-i salihine, [Eshaba ve Tabiine] iftira ediyorlar. Yedullahtaki yed kelimesini el gibi düşünmemeli. Mesela “Falanca şehir, filanca valinin elinde” denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır. İstiva, vech gibi kelimeler böyle tevil edilir.) [İlcam-ül-avam]

 

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:

Allahü teâlâ, zamanlı ve mekanlı olmadığı için, hazır ve nazırdır sözü mecazdır. Yani zamansız ve mekansız [hiçbir yerde olmayarak] hazırdır [bulunur] ve nazırdır [görür] demektir. Allahü teâlânın bütün sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hazır ve nazır olması da, zaman ile ve mekan ile değildir.

 

Müteşabih âyet ve hadisler 

Kur’an-ı kerimde manası açık olan âyetlere Muhkem âyetler, manası açık olmayan, tefsire, izaha muhtaç olanlara Müteşabih âyetler adı verilir. Müteşabih olanlara açık manalarını vermek akla ve dine uygun olmazsa, uygun mana vermek, yani tevil etmek gerekir. Açık manalarını vermek günah olur. Âyetler gibi hadis-i şerifler de, muhkem ve müteşabih diye ikiye ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kur’anda yedi şey bildirilir: Yasak, emir, helal, haram, muhkem, müteşabih ve misaller. Helali helal, haramı haram bilin, emredilenleri yapın! Yasak edilenlerden sakının! Misal ve hikaye olanlardan ibret alın! Muhkem olanlara uyun! Müteşabih olanlara inanın!) [Hakim]

(Gece seher vakti, Allahü teâlâ dünya semasına iner), (Resulullah, Allah gökte diyen cariyeyi tasdik etmiştir) hadis-i şerifleri müteşabihtir. Mücessime ve Müşebbih fırkaları, (Allah cisim gibidir. Arş üzerinde oturur, iner, yürür) gibi şeylere inandıkları için kâfirdir. (Tatarhaniye, Milel ve Nihal)

[Mısır, Şam, Kudüs kadılıkları da yapmış olan Şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed ibni Cemaanin (Erreddü-alel-müşebbihi fi-kavlihi teâlâ Errahmanü alel Arş-isteva) kitabı bu konuda çok güzeldir.]

 

Mevlana Halid Bağdadi hazretleri buyuruyor ki:

Allahü teâlânın yönü, karşıda bulunması yoktur, madde, cisim değildir. Sayılı değildir. Ölçülmez. Onda değişiklik olmaz. Mekanlı değildir. Bir yerde değildir. Zamanlı değildir. Öncesi, sonrası, önü arkası, altı üstü, sağı solu yoktur. Bunun için, insan düşüncesi, insan bilgisi, insan aklı, Onun hiçbir şeyini anlayamaz. Onun nasıl görüleceğini de kavrayamaz. El, ayak, yön, yer ve bunlar gibi, Allah için caiz olmayan kelimelerin, âyet ve hadislerde bulunması, bizim anladığımız ve bildiğimiz, bugün kullanılan manalarda değildir. Böyle âyet ve hadislere Müteşabihat denir. Bunlar, kısa veya uzun olarak, tevil olunur. Yani, Allah’a yakışacak başka mana verilir. Mesela, (Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir) ve (Arş’ın üzerine istiva eden Allah, nerede olursanız olun, sizinle beraberdir) mealindeki âyetler için, burada ne murat edilmişse, öylece inandım demeli. Allah’ın ilmi, bizim ilmimize, benzemez. Onun eli de, elimiz gibi değildir, istivası da bizim istivamıza benzemez, beraber olması bizim beraber olmamıza benzemez demelidir. (İtikadname)

 

Selefiyeciler, bu âyetin beraber olma kısmını tevil ediyorlar da, istiva kısmını tevil etmiyorlar. Tevil etmeyince ikincisindeki tuhaflığı görüyorlar da, birincisindekini göremiyorlar. Birçok âyette, (Onlar kördür) buyuruluyor. Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler Kureyş lügatı ve lehçesi iledir. Kelimelere, 1400 yıl önce, Hicaz’da kullanılan manaları vermek gerekir. Zamanla değişip, bugün kullanılan manaları vermek yanlış olur.

 

Zıllullah için, Allah’ın gölgesi diyorlar. Âlimler, zıl=gölge kelimesine himaye, koruma gibi manalar vermiştir. Mesela, (Ali, Veli’nin gölgesinde geçiniyor) denince, Ali’nin Veli’nin himayesinde olduğu anlaşılır.

(Allah, gölgesinden [himayesinden] başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamette, yedi sınıf insanı kendi gölgesinde gölgelendirir.) [Buhari]

(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir.) [Taberani] mealindeki hadislerde geçen gölge himaye demektir. Sultan, Allah’ın gölgesidir demek, (Sultan Allah’ın emirlerini uygulamak yetkisine sahip) demektir. (Din, kılıçların gölgesi altındadır) hadis-i şerifi ise, (Din, devletin himayesi ile yayılır) demektir. Nasıl ki, Beytullah=Allah’ın evi kelimesini, hâşâ Allah’ın barındığı ev olarak anlamıyorsak, gölge, el, yüz, istiva gibi kelimeleri de böyle anlamak gerekir.

 

Yanlış düşünenlere cevaplar 

İbni Teymiyeci diyor ki: İbni Kayyım en-Nuniyye şiirinde Allah Arş’a oturdu diye açıklıyor.

CEVAP

İbni Kayyım, İbni Teymiye’nin talebesidir. Onun açıklaması ölçü olamaz. Çünkü hocasının mücessimeden olduğunu Ehl-i sünnet âlimleri bildiriyor. Dört mezhep imamı ne demiş? İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani ne demiş? Bunlar önemli. Hepsi de Allah mekandan münezzeh diyor. Bunu yukarıdaki yazımızda açıklamıştık.

 

İbni Teymiyeci diyor ki: “Ehl-i sünnet vel cemaate göre yüce Allah’ın kendi zatı hakkında haber verdiği şekilde Arş’ı, üzerinde yüce zatının bildiği bir keyfiyet ile yarattıklarından ayrı olmak üzere istiva etmiştir. Nitekim imam Malik ve başkaları da, istiva haktır, ancak keyfiyeti meçhuldür (nasıllığı bilinemez.) Ehl-i sünnet vel cemaat, Onun Arş’ın üzerinde oluşu herhangi bir mahlukun, bir başka mahlukun üzerinde oluşu gibidir, demiyor. Burada ve Allah’ın diğer sıfatlarında da uydukları kaide şudur: Onun benzeri hiçbir şey yoktur ve o her şeyi işitendir, görendir. (Şura 11)”

CEVAP

Şu açıklaması bile, kendini tezata düşürüyor. Madem Allahü teâlâ insanlara hiç benzemiyor, onun benzeri yoktur. O halde nasıl Allah Arş’ta oturuyor denebilir? İstiva, insanların oturması gibi nasıl kabul edilebilir. Kendisi de itiraf ediyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri, istiva haktır, keyfiyeti meçhuldür, yani nasıl olduğu bilinmez dedi. Peki meçhul olan, bilinmeyen şey hakkında nasıl kesin konuşulabilir? İbni Teymiye, bu meçhulleri bilinmeyenleri kesin olarak söylüyor, Allah oturur, yürür, iner çıkar diyerek mücessime fırkasından olduğunu gizlememiştir. Bunun için Ehl-i sünnet âlimleri ona kâfir demiştir. Yed=el kelimesi de, istiva kelimesi gibidir. Yed var ama keyfiyeti meçhuldür. İmam-ı Gazali hazretleri bunu şöyle açıklıyor:

 

(Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. İstiva demek, Arş’a hükümran olması, Arş’ı hükmü altına alması demektir. “Hükümdar, Irak’ı kansız olarak istiva etti” demek, “Irak’ı kansız olarak ele geçirdi” demektir. Yedullahtaki yed kelimesini el gibi düşünmemelidir. Mesela “Falanca şehir, filanca valinin elinde” denilince, o şehrin valinin elinin içinde değil, onun idaresi altında olduğu anlaşılır. İstiva, vech gibi kelimeler böyle tevil edilir.) [İlcam-ül-avam]

 

İbni Teymiyeci, Bektaşinin yaptığı gibi, Hadid suresinin dördüncü âyetinin yarısını almış, Nerede olsanız, O sizinle beraberdir kısmını gizleyerek şöyle yazmıştır:

(O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş’a istiva edendir.) [Hadid 4]

Halbuki âyet tam olarak Vehhabi mealine göre şöyledir:

(O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva edendir. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.) [Hadid 4]

Diyanetin mealinde ise, (Arş’a istiva eden) yerine (Arş’a hükmeden) denmiş. Doğrusu da budur. Vehhabi meali de yanlış değildir. Ama istivayı, Arş’ta oturuyor gibi tevil etmek yanlıştır. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir kısmı da tevil edilmezse, hâşâ Allah her yerde herkesle beraber anlaşılır. Ehl-i sünnet âlimleri Allah mekandan münezzeh diye açıklamışlardır. İbni Teymiyeci de, âyetin bu kısmını, tevil ediyor da, ilk kısmını tevil etmiyor. Halbuki âyet müteşabihtir, tevili gerekir.

 

İbni Teymiyeci âyetleri değiştiriyor 

Denize düşen, yılana sarılır. İbni Teymiyeci de yalana sarılıyor. Bir âyeti şöyle değiştirmiş: (Allah semadan bütün dünya işlerini idare eder.) [Secde 5]

CEVAP

Vehhabi meali bile şöyle diyor: (Allah, gökten yere kadar her işi yönetir.) [Secde 5]

İbni Teymiyeci, gökten yere kadar olanları idare etmeyi, gökten idare diye değiştiriyor. Bir âyeti de şöyle değiştirmiş: (Üstlerindeki Rablerinden korkarlar.) [Nahl 50]

Halbuki Diyanet’in mealinde şöyle deniyor:

(Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.) [Nahl 50]

Rablerinden korkan kim? Âyette geçen fevk ne demek? Fevk, rütbesi üstün demektir. Peygamberler insanların fevkindedir. Allah ise peygamberlerin de, meleklerin de fevkindedir. H. Basri Çantay, (Kahir ve hakim olan Rablerinden korkarlar) diyor. Muteber tefsirlerde ise şöyle deniyor: Kendi güçlerinin üstünde olan Rablerinin gücünden korkarlar; çünkü helak edici azap gökten iner. Melekler, yeryüzünden yukarıda olmalarına rağmen korktuklarına göre yerdekilerin daha önce korkması lazım gelir. Burada meleklerin olduğunun delili, âyetteki (emrolundukları şeyleri yaparlar) ifadesidir. Meleklerin hepsi emre uyar, insanların hepsi emrolunana uymazlar. (Kurtubi)

 

İbni Teymiyeci gökteki Allah diyerek şu âyeti de yazmış: (Göktekinin sizi yere geçirmesinden, taş yağmuruna tutmasından emin mi oldunuz?) [Mülk 16,17]

CEVAP

Göktekinin kim olduğunu açıklamadan önce, şunu bildirelim. Nasıl Amerika ile Türkiye birbirinden farklı yer ise, dünya ile gök, gök ile Arş birbirinden çok farklıdır. Yedi kat sema vardır. Hepsinin üstünde Arş vardır. Hâşâ Allah Arş’ta ise, gökte demek doğru olur mu? Gökte denirse o zaman Arş’ta denir mi? Aralarında muazzam uzaklık vardır. Dünya, gezegenlere göre bile çok küçüktür. Hele göklere göre nokta bile değildir. Gökte olan bir şey, yerde niye olmasın ki? Bu tam bir tenakuzdur. Âyette bahsedilen gökteki kelimesi için Vehhabi meali bile Ehl-i sünnete uygun olarak diyor ki:

(Âlemin tedbiri ile görevli olan meleklere, işaret bulunduğu belirtilmekle beraber, asıl fiili yaratan ve cezayı veren cenab-ı Allah’tır. Her şey onun izni ve emri ile meydana gelmektedir.) [S. 562]

İmam-ı Beydavi ise, (Sizi yere batıracak veya sizi taş yağmuruna tutacak olan Allah’ın bu âlemin tedbirine müvekkel kıldığı melekten emin misiniz?) diye açıklıyor.

Canımızı ölüm meleği Hz. Azrail aldığı halde, âyette buyuruluyor ki:

(Allah, ölümüne hükmettiği kimselerin canını alır.) [Zümer 42]

Allahü teâlâ, bu işi müvekkel kıldığı ölüm meleği ile yapar. İşte âyet meali:

(Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11]

Canımızı alan da, gökten taş yağdıracak olan da Allah’tır. Ama bunu meleklerine yaptırır. Görüldüğü gibi göktekine Allah demek ne kadar yanlıştır. İbni Teymiyeci, Firavun’a da sarılarak şu âyeti yazmış:

(Firavun, Ey Haman, bana yüksek bir kule yap; belki göklerin yollarına erişirim de Musa’nın Tanrısı’nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalancı sanıyorum, dedi. Böylece Firavun’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı.) [Mümin 36/37]

CEVAP

Firavun’un Allah’ı gökte sanması bir delil mi? Hem âyette, Firavun’un yaptığına kötü iş, yanlış iş deniyor. Yani Onun zannettiği gibi Allah gökte değil deniyor. Görüldüğü gibi İbni Teymiyecinin delil getirdiği âyetlerin hiç birisinde Allah gökte denmiyor. Gökte diyenin kâfir olacağını Ehl-i sünnet âlimleri açıkça bildiriyor. Bu âlimler, o âyetleri bilmiyor muydu da, Allah’a mekan ittihaz edenleri tekfir eylediler?

 

Onun eşi benzeri olmaz 

Feraid-ül fevaid kitabında diyor ki:

Allahü teâlânın zati sıfatları altıdır:

1- Vücud=Ezelden ebede kadar vardır.

2- Kıdem=Varlığının öncesi yoktur, ezelidir.

3- Beka=Varlığının sonu yoktur, ebedidir.

4- Vahdaniyet=Eşi, benzeri ve ortağı yoktur.

5- Kıyam bi-nefsihi=Mekana muhtaç değildir. Madde, mekan yok iken de, o vardı.

6- Muhalefetün lilhavadis=Yarattıklarına yani hiçbir mahluka benzemez.

Allah’ın sübuti sıfatları ise sekizdir:

1- Hayat=Diridir, hayattadır.

2- İlim=Her şeyi bilicidir.

3- Sem=Her şeyi işiticidir.

4- Basar=Her şeyi görücüdür.

5- Kudret=Her şeye gücü yeter.

6- İrade=Dilediğini yapıcıdır.

7- Kelam=Konuşur.

8- Tekvin=Yaratıcıdır.

Bu sıfatlar Kur’an-ı kerimde de bildirilmiştir. Allahü teâlâ hiçbir mahluka benzemez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:

(Leyse ke mislihi şeyün=Onun benzeri hiçbir şey yoktur.) [Şura 11]

Allahü teâlâ, noksan sıfatlardan münezzehtir, sıfatlarının hepsi kâmildir. Zaten Sübhaneke=Seni noksan sıfatlardan tenzih eder, kemal sıfatlar ile tavsif ederim demektir. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:

(Sübhanekellahümme=Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih eder, kemal sıfatlar ile tavsif ederim.) [Yunus 10]

 

Âyetlerde geçen Sübhanallah, Sübhanehü, sübhanellezi gibi kelimeler. Allah’ın hiçbir noksanı olmadığını, her bakımdan tam mükemmel olduğunu bildirir.

 

Bir kimse, Allah, oturur, iner çıkar, yürür, eli ayağı vardır derse, Allah’ın bir şeylere muhtaç olduğunu söyleyerek insanlara benzetmiş olur. Müteşabih olan istiva kelimesi, oturmak anlamında kullanılırsa, hâşâ Allah’a noksan sıfat izafe edilmiş olur. Arş’a oturdu demekle de, ikinci bir noksan sıfat daha verilmiş olur. Allah’ın mekana ve oturmaya ihtiyacı olur mu? O yarattıklarına nasıl benzer?

 

Allah’ı bir mahluk gibi bildiren âyet ve hadisler var. Bunlar müteşabihtir, hiç yorum yapmadan öylece kabul edilir. Allah’ın sıfatlarına aykırı olarak tevil etmek asla caiz olmaz. Nitekim Kur’an-ı kerimde bildiriliyor ki:

(Müteşabih âyetleri, kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamaya çalışırlar. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. Ulema-i rasihin, ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındadır, derler. Bu inceliği ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.) [A. imran 7] (Mevduat-ül-ulum ve Mektubat-ı Rabbani gibi eserlerde müteşabihatı ulema-i rasihin de anlar buyuruluyor.]

 

Müteşabih bir âyet olan istiva kelimesini oturdu diye yanlış tevil edenlerin kalblerinde eğrilik olduğunu bu âyet-i kerime açıkça bildirmektedir. Allah’ı Arş’a ve oturmaya muhtaç sanmak küfürdür. Hadis-i şerifte de, (Allah her türlü noksandan münezzehtir) buyuruluyor. (Müslim)

 

Gökleri altı günde yaratmasının hikmetini bilmeyiz. Bir anda da yaratırdı. Çünkü Allah, Ol dediği zaman oluverir. Kur’an-ı kerimde bunu açıkça bildiriyor:

Allah bir şeyin olmasını isterse, kün feyekün=Ol der, o da hemen oluverir. Kün feyekün geçen âyetler. (Bekara 117, A. imran 47, Enam 73, Nahl 40, Meryem 35, Yasin 82, Mümin 68)

 

Müteşabih nasların keyfiyeti bilinmez

Müteşabih olan âyetlerden üçünün meali şöyledir:

(Kıyamet günü bütün yeryüzü Allah’ın kabzasında [avcundadır]. Gökler Onun sağ eliyle dürülmüş olacaktır. O, müşriklerin şirkinden yüce ve münezzehtir.) [Zümer 67]

(Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır [sıkıdır] dediler. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]

(Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.) [Fetih 10]

 

Bu üç âyette bildirilen el, insan eli gibi bir el sanılır. Halbuki Allah hiçbir mahluka benzemez. O halde selef-i salihin [sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin] gibi, el var, ama keyfiyeti meçhuldür demek lazımdır. Bekara suresinin, (Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır) mealindeki 115. âyetinde Allah’ın bir mahluk gibi yüzü olduğu anlaşılabilir. Yüzden kasıt nedir bilinmez. Nur suresinin, (Allah yerin ve göklerin nurudur) mealindeki 35. âyetinden Allah nur sanılır. Halbuki nur yaratıktır. Bunun da keyfiyeti meçhuldür. Esas konumuzu teşkil eden âyet ise şudur:

(O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

 

Allah için yaratmak zor değildir, yaratması için altı güne ihtiyacı olmaz. Ol derse hemen olur. Kün feyekün âyetleri de bunu göstermektedir. Altı günde yarattığına inanırız, fakat keyfiyeti meçhuldür deriz. Bazı âlimler günden maksat devirdir demişlerdir. Gökleri yarattıktan sonra Arş’a istiva ettiği bildiriliyor. Arş’a istiva ettiğine inanırız ama keyfiyetini bilemeyiz. İbni Teymiyeciler gibi Arş’ta oturuyor demeyiz. Çünkü böyle söylemek onu mahlukata benzetmek olacağı için küfürdür. Âyetin sonunda ise, (Nerede olursanız olun, sizinle beraberdir) buyuruluyor. İbni Teymiyeci, bu âyeti tevil ediyor da ötekini tevil etmiyor. Bu da, bir kimsenin bir kimse ile beraber olması gibi elbette değildir. O zaman mahluka benzemiş olur. Allah her yerde demek de, mekan isnat edildiği için küfürdür. Bir hadis-i şerifte, (Allah her yerde hazır ve nazırdır) buyuruluyor. Halbuki Allah mekandan münezzehtir. O halde, (Allah her yerde hazır ve nazırdır) ifadesi mecazdır. Yani zamansız ve mekansız hiçbir yerde olmayarak hazır ve nazır demektir. (Eşedd-ül-cihad)

 

Vehhabiler, müteşabih âyet ve hadislere veya zahir ifadelere bakarak, (amel imandan parçadır) diyorlar. Günah işleyene mesela içki içene veya namaz kılmayana kâfir diyorlar. (Şu günahı işleyen Cennete giremez veya mümin değildir) demek, (O günahtan tövbe edilmezse, af veya şefaate uğramazsa, günahının cezasını çekmeden Cennete girmez) demektir. Çünkü zerre kadar imanı olan Cennete girecektir. Günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir. (Hadika)

 

Tevilsiz yanlış anlaşılacak bazı hadisler:

(Allah, gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyamette, yedi sınıf insanı kendi gölgesinde gölgelendirir.) [Buhari] (Burada gölge himaye demektir.)

(Sultan, yerde Allah’ın gölgesidir.) [Taberani] (Müslüman sultan yetkilidir.)

(Allah gece sabaha doğru yer semasına iner.) [Buhari] (Rahmeti iner)

(Üç sınıf kimseye, Allah güler.) [Taberani] (Gülmek razı olmaktır.)

(Cennet kılıçların gölgesi altındadır.) [Müslim] (Cihad eden mümin Cennete gider.)

(Cennet anaların ayakları altındadır.) [Müslim] (Cennet müslüman ana babanın rızasındadır.)

(Namazı kasden terk eden kâfirdir.) [Taberani] (Namazın farz olduğuna inanıp, tembellikle kılmayana kâfir denmez.)

(Mümin, zina ederken, şarap içerken ve hırsızlık ederken mümin değildir.) [Müslim] (Bunlar bu halde iken kâmil mümin değildir.)

 

Kur’an-ı kerimdeki mecazlar

Her kelimenin belli bir manası vardır. Buna hakiki manası denir. Bir kelime, kendi hakiki manasında kullanılmayıp da, bir bağlantısı, ilişkisi bulunan başka bir manada kullanılınca, bu kelimeye Kinaye veya Mecaz denir. Kinaye, bir şeyi, açık anlamı başka olan kelimelerle anlatmaktır.

 

Kur’an-ı kerimde mecazi ifadeler çoktur. Müteşabih âyetler vardır. Bunlara görünen manayı vermek çok yanlış olur. Bilhassa Allahü teâlâ ile ilgili mecazlar, müteşabih olanlar daha önemlidir.

Allahü teâlâ hiçbir mahluka, yani hiçbir şeye benzemez. Çünkü, Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Leyse ke mislihi şeyün = Onun benzeri hiçbir şey yoktur.) [Şura 11]

(Sübhanekellahümme = Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih eder, kemal sıfatlar ile tavsif ederim.) [Yunus 10]

 

Peki Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemediği halde, sanki benzediğini bildiren âyetlere ne denecek o zaman? Onlara müteşabih âyetler denir. Bunlardan bazısının meali şöyledir:

(Kıyamet günü yeryüzü Allah’ın kabzasında olur, gökler de sağ eliyle dürülür.) [Zümer 67]

(Yahudiler, Allah’ın eli bağlıdır, dediler. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]

(Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.) [Fetih 10]

(Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.) [Bekara115]

(Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

(Allah yerin ve göklerin nurudur.) [Nur 35]

 

Bu âyetlerde bildirilen el, yüz ifadeleri, bir mahlukun eli veya yüzü gibi sanılabilir. Halbuki Allah hiçbir mahluka benzemez. İstiva kelimesi oturmak sanılırsa Allah mahluklara benzetilmiş olur ve yukarıdaki âyetlere aykırı olur. Nerede olursanız sizinle beraberdir ifadesi de mecazidir. Çünkü O mekandan münezzehtir. Son âyette Allah nur sanılır. Halbuki nur da yaratıktır. Kur'anda tevil gereken Kinaye, Mecaz ifade eden bir çok âyet vardır. Birkaç örnek daha verelim:

 

Cima için lems = dokunmak kelimesi kullanılmıştır. (Kadınlara dokununca gusledin, su yoksa teyemmüm edin) [Maide 6], Kadınlar için libas = giysi kelimesi kullanılmıştır. (Kadınlar size, siz de onlara libassınız) [Bekara 187]

Zalim köylüler için (zalim köy) denmiştir. (Nisa 75), (Köy halkına sor) yerine, (köye sor) denmiştir. (Yusüf 82) Böyle ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Sınıftan maksat öğrencilerdir.

 

Resulullaha, (Vahfid cenaheke lil mü’minin = Kanadını müminler için indir) buyuruluyor. (Hicr 88) [Resulullahın tek kanadı mı var? Elbette mecazdır. Yani şefkat et, tevazu göster demektir.]

 

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn, Beydavi] Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın) buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

 

İşittirmek kabul ettirmek demektir

Vehhabiler, ruhun ölmediğini söyledikleri halde, Resulullah da ölüdür, işitmez, şefaat ya resulallah diyen kâfir olur diyorlar. Mecazı bilmiyorlar. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:

(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman da, sen değil, Allah attı.) (Enfal 17) Birileri, ötekileri öldürüyor, Allah, ben öldürdüm diyor, Resulullah atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor. Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.

(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler.) [Bekara 18], (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bakara 171] Yani hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir. Buradaki işitmek, kabul etmek demektir. (Beydavi)

 

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72] (Bu âyette de yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.

 

(Sağırlara işittiremezsin. Körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40] Bu âyette işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir. Kabirlerdekilere işittiremezsin demek de,

inatçı kâfirlere işittiremezsin, yani hakkı kabul ettiremezsin demektir. (Beydavi)

 

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [Cennetle Cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn, Beydavi] Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

 

(Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46] Cenab-ı Hak burada kâfirlerin gözlerinin değil, basiretlerinin kör olduğunu açıkça bildiriyor. Yani öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde sadece onlar kör, sağır ve dilsiz diye geçiyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmamalıdır.

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52 53] Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir.

 

Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte kâfir ölü de işitir buyuruluyor.

 

Devamı var...