1- Tesavvufcuların kitâbları şirk dolu imiş. Cevap verildi.
- Ayrıntılar
- Kategori: Vehhabilere cevaplar
- Gösterim: 2257
1- Tesavvufcuların kitâbları şirk dolu imiş. Buna İmâm-ı Rabbânî hazretleri cevâb vermektedir
1 - Vehhâbîlerin (Feth-ul-mecîd) kitabı, yetmişbeşinci sayfasında, (Abdülvehhâb-i Şa'rânînin kitapları ve Abdülazîz-i Debbağın (İbriz) kitabı ve Ahmed Ticânînin kitapları, Ebû Cehlin ve benzerlerinin hâtırlarına gelmiyen şirk ile doludur) diyor. [Abdülvehhâb-i Şa'rânî 973 [m. 1565] de vefât etti.]
Ahmet Ticânî, 1150 [m. 1737] de Cezâyirde tevellüd, 1230 [m. 1815] de Fasta vefât etmiştir. Halvetînin bir kolu olan Ticânîlik yolunun rehberidir. Bu yolda yazılmış olan (Cevâhir-ül-meânî-fî feyz-i şeyh Ticânî) kitabı meşhûrdur.
İnsanların üstünlerinin, yâni Peygamberlerin, meleklerin üstünlerinden daha yüksek olduklarını, bu vehhâbî kitabı da yazmakta, meleklerin tasarruf ve te'sîrlerine inanmakta, fakat Allahü teâlânın Evliyâsına kerâmet olarak, te'sîr ve tasarruf verdiğine ise inanmamakta, buna inananlara müşrik demektedir. Ehl-i sünnet âlimleri, vehhâbîlerin ortaya çıkacaklarını, kerâmet olarak, bilmişler, bunlara, yıllarca önce cevaplar yazmışlardır. Bunların başında Muhyiddîn-i Arabî ve Sadreddîn-i Konevî ve Celâleddîn-i Rûmî ve Seyyid Ahmed Bedevî gibi Velîler bulunmaktadır. Vehhâbîler, işte bunun için, bu Velîleri beğenmiyorlar. [Celâleddîn-i Rûmî 672 [m. 1273] senesinde, Sadreddîn 671 de Konyada vefât ettiler.]
İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (Mektûbât)ının ikinci cilt, ellinci mektûbunda buyuruyor ki:
İslâm dîninin bir sûreti, bir de hakîkati, özü vardır. Sûreti, önce îman etmek, sonra, Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymaktır. İslâm dîninin sûretine kavuşanların nefs-i emmâreleri inkârda ve ısyân etmektedir. Bunların îmanı, îmanın sûretidir. Kıldıkları namaz, namazın sûretidir. Oruç ve başka ibâdetleri de böyledir. Çünkü, nefs-i emmâre, insan varlığının temelidir. Herkes (Ben) deyince, nefsini göstermektedir. İşte, bunların nefsleri îman etmemiş, inanmamıştır. Böyle kimselerin îmanları ve ibâdetleri hakîkî, doğru olabilir mi? Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için, yalnız sûrete kavuşmağı kabûl buyurmuştur. Bunları, râzı olduğu Cennetine sokacağını müjdelemiştir. Yalnız kalbin inanmasını kabûl buyurması, nefsin inanmasını da şart koşmaması, Onun büyük ihsânıdır. Evet, Cennet nîmetlerinin de, hem sûretleri, hem hakîkatleri vardır. İslâm dîninin sûretine kavuşanlar, Cennetin sûretinden pay alacaklardır. Dünyada, islâm dîninin hakîkatine kavuşanlar, Cennetin hakîkatine kavuşacaklardır. Sûrete kavuşmuş olanlarla hakîkate kavuşmuş olanlar, Cennetin aynı bir meyvesini yiyecek. Fakat, herbiri başka tat alacaktır. Resûlullah efendimizin mübârek zevceleri Cennette, Resûlullahın yanında olacak, fakat duydukları lezzet başka olacaktır. Eğer, başka olmasaydı, bu mübârek zevcelerin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lâzım gelirdi. Her üstün olan kimsenin zevcesinin de, bunun gibi üstün olması gerekirdi. Çünkü zevceler, Cennette zevclerinin yanında olacaktır. İslâm dîninin sûretine kavuşanlar, buna uydukları zaman, âhırette kurtulabileceklerdir. Buna uyanlar, umûmî evliyâlığa yâni Allahü teâlânın rızasına, sevgisine ermiş demektir. Bununla şereflenen, tasavvuf yoluna girebilecek, (Vilâyet-i hâssa) denilen özel evliyâlığa kavuşabilecek kimse demektir. Bunlar, nefs-i emmârelerini itmînâna ulaştırabilirler. Şunu iyi bilmelidir ki, bu vilâyette, yâni İslâm dîninin hakîkatinde ilerliyebilmek için, islâm dîninin sûretini elden bırakmamak lâzımdır.
Tasavvuf yolunda ilerlemek, Allahü teâlânın ismini çok zikretmekle olur. Bu zikir de, islâm dîninin emrettiği bir ibâdettir. Zikretmek, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde övülmüş ve emredilmiştir. Tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için, islâm dîninin yasakladığı şeylerden sakınmak şarttır.Farzları yapmak, insanı bu yolda ilerletir. Tasavvuf yolunu bilen ve yolculara önderlik edebilen bir (Rehber) aramak da, islâm dîninin emrettiği birşeydir. Mâide sûresinin otuzsekizinci âyetinde, (Ona kavuşmak için vesîle arayınız) buyuruldu. (Vesîlenin, insan-ı kâmil olduğu, onsekizinci maddede uzun bildirilmiştir). Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, islâm dîninin sûreti de, hakîkati de lâzımdır. Çünkü, evliyâlık üstünlüklerinin hepsi, islâm dîninin sûretine uymakla ele geçer. Peygamberlik üstünlükleri de, islâm dîninin hakîkatinin meyveleridir.
Evliyâlığa kavuşturan yol tasavvuftur. Tasavvuf yolunda ilerliyebilmek için, Allahdan başka herşeyin sevgisini kalbden çıkarmak lâzımdır. Allahü teâlânın ihsânı ile, kalb hiçbirşeyi görmez olursa, (Fena) denilen şey hâsıl olur. (Seyr-i ilallah) tamam olur. Bundan sonra, (Seyr-i fillah) denilen yolculuk başlar. Böylece, (Bekâ) denilen şey hâsıl olur ki, aranılan da budur. İslâm dîninin hakîkati buradadır. Buna kavuşan zata (Velî) denir ki, Allahü teâlânın râzı olduğu, sevdiği kimse demektir. Burada (Nefs-i emmâre) mutmainne olur. Nefis, küfürden kurtulup, Allahü teâlânın kaza ve kaderinden râzı olur. Allahü teâlâ da, ondan râzı olur. Kendini anlar. Büyüklük, kendini beğenmek hastalığından kurtulur. Tasavvuf büyüklerinden çoğu nefis itmînâna kavuşunca da, Allahü teâlâya âsî olmaktan kurtulamaz demişlerdir. Resûlullah bir gazâsından dönüşte, (Küçük cihâddan döndük. Büyük cihâda başlıyoruz) buyurdu. Bu büyük cihâd, nefs-i emmâre ile cihâddır demişlerdir. Bu fakir [yâni imam-ı Rabbânî] böyle anlamıyorum. Nefis itmînâna kavuşunca, hiç ısyânı, kötülüğü kalmaz diyorum. Nefis de, herşeyi unutmuş olan kalb gibi, Allahdan başka hiçbirşey görmez. Mevkı', rütbe, mal, hattâ bunların vereceği tat ve acılıklardan kurtulmuştur. Nefis ezilmiş, yok gibi olmuştur. Allah için, kendini feda etmiştir. Hadis-i şerifte, (Cihâd-ı ekber) buyurulması, bedeni meydana getiren maddelerin fizik ve kimyâ ve biyolojik isteklerine karşı olan cihâd olsa gerektir. Şehvet, yâni istek kuvvetleri, gadap, yâni ürkmek, çekinmek istekleri, hep maddî isteklerdir. Hayvanlarda nefis yoktur. Fakat bu kötü istekler, onlarda da vardır. Her hayvanda bulunan şehvet, gadap, birşeye çok düşkün olmak, hep maddelerin hâssalarından ileri gelmektedir. [Bu isteklere (Sevk-ı tabî'î) içgüdü denir.] İnsanların bunlarla cihâd etmesi lâzımdır. Nefsin itmînâna kavuşması, insanı bu kötülüklerden kurtarmaz. Bunlarla cihâdın çok faydası vardır. Bedeni de temizlemeye yarar.
Nefis itmînâna kavuşunca, (İslâm-ı hakîkî) nasip olur. Hakîkî îman hâsıl olur. Yapılan her ibâdet hakîkî olur. Namaz, oruç ve hac, hakîkî yapılmış olur.
Görülüyor ki, tasavvuf ve hakîkat denilen şeyler, islâm dîninin sûreti ile hakîkati arasındadır. (Vilâyet-i hâssa)ya kavuşamıyan kimse, mecâzî müslümanlıktan kurtulamaz. Hakîkî islâma kavuşamaz.
İslâm dîninin hakîkatine kavuşan ve islâm-ı hakîkî ile şereflenen kimse, Peygamberlik üstünlüklerinden pay almaya başlar. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadis-i şerifinde bildirilen müjdeye kavuşur. Evliyâlık üstünlükleri, islâm dîninin sûretinin meyveleri olduğu gibi, Peygamberlik üstünlükleri de, islâm dîninin hakîkatinin meyveleridir. Vilâyetin üstünlükleri, nübüvvetin üstünlüklerinin sûretleridir.
İslâm dîninin sûreti ile hakîkati arasındaki fark, nefsten ileri gelmiş oldu. Vilâyet üstünlükleri ile, nübüvvet üstünlükleri farkı da, bedendeki maddelerden ileri gelmektedir. Vilâyetin kemâlâtında, maddeler, fizik, kimyâ ve biyoloji özelliklerine uyar. Fazla enerji, taşkınlık yaptırır. Maddeler, gıda ister. Bu isteğe kavuşmak için, uygunsuz işler yapılır. Nübüvvet kemâllerinde, böyle uygunsuz işler de kalmaz olur. (Şeytanım müslüman oldu) hadis-i şerifi, bu hâli bildirmiş olabilir. Çünkü, insanın dışında şeytan olduğu gibi, içinde de vardır. Fazla enerji insanı azdırır. Kendini beğendirir. Bu ise, fena huyların en kötüsüdür. Bunun müslüman olması, bu kötülüklerden kurtulmasıdır. Peygamberlik kemâlâtında, hem kalbin, hem nefsin îmanı, hem de bedendeki maddelerin düzeni ve dengesi vardır. Nefsin tâm itmînâna gelmesi, bedendeki madde ve enerjinin dengeye gelmesinden sonradır. Bu itmînândan sonra, artık kötülüğe dönemez. Bütün bu üstünlükler, hep islâm dîninin üstüne kurulmaktadır. Ağaç ne kadar dallanır, meyvelenirse, yine köksüz olamaz. Her üstünlükte Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak lâzımdır. Ellinci mektûbdan tercüme burada tamam oldu.
Görülüyor ki, vehhâbî kitabının yazarı, tasavvuftan haberi olmadığı için, Evliyâ-i kirâma dil uzatıyor. Onları islâm dîninin dışında sanıyor.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |