Mektubat-ı Rabbani-Tam Metin Tercümesi-Abdülkadir Akçiçek-Çile Yayınları-1979
507.Mektup
- Ayrıntılar
- Kategori: Mektubat-ı Rabbani
- Gösterim: 3867
507. MEKTUP
MEVZUU: Hazret-i Şeyhimize (İmam-ı Rabbani)'ye mahsus velayet sırları.
NOT: İmam-ı Rabbani Hz. bu mektubu,
Mevlâna Salih Külâbi'ye yazmıştır.
***
Bu Fakir'in velayeti, her ne kadar Velâyet-i Muhammediye ve Velâyet-i Museviye terbiyesi ile olmakta, -o velayetlerin sahiplerine salât ve selâm olsun-, onların uyumuyla mahbubiyet ve muhibbiyet nisbetinden mürekkeb -çünkü mahbubların reisi Allah'ın Resulü Muhammed (sav) olup, muhiblerin reisi dahi Musa Kelimüllah (as) olmuştur- ise de; lâkin onda bir başka iş vardır. Ona, kendine mahsus bir muamele sağlanmıştır.
Bu velayetin aslı, her ne kadar Velâyet-i Muhammediye olan peygamberinin velayeti ise de, o velayet dahi, asaleten sırf mahcubiyetten neş'et etmiştir; lâkin bu velayete, Velâyet-i Museviye dahi inzimam ettiğinden, o dahi, asaleten sırf muhibbiyetten neş'et etmiştir; dolayısı ile onun boyasına da girip kendisine bir başka durum arız olmuştur. Hatta onun için şöyle demek de mümkündür:
-O, bir başka hakikat olmuştur; bir başka semere vermiştir; bir başka netice vermiştir.
Şu şiiri söyleyen ne güzel söylemiştir:
Saki, bir afyon atmış ki bu şaraba;
Ne baş bıraktı, ne de kavuk ahbaba...
Dua makamında bir ayet-i kerime meali:
"Rabbimiz, bize katından rahmet ver;
bizim için isimizde muvaffakiyet hazırla..."(18/10)
***
BİR FASL-I HAYR
Bu velayete bağlı muameleden bir nebze izhar edecek olsam; boğaz kesilir ve gırtlak koparılır.
Ebu Hüreyre ki, Resulullah (sav) Efendimizin aldığı bazı ilimlerden ötürü:
-Boğazın kesilmesi... manasından bahsettikten sonra, başkası hakkında ne denir? Allah ondan razı olsun.
Sübhan Allah, anlaşılması zor, derin ve çetin sırların zatı ile hasın hası kullan arasında saklı kıldı. Yabancıları, onların etrafında gezmeye dahi bırakmadı.
Hatemü'r-rüsül Resulullah (sav) Efendimiz, alemlere rahmetti. Bu saklı sırlan, marifetinin kemalinden ve ilminin çokluğundan Ebu Hüreyre (ra) ve başkasına söyledi. Onların, hayrı serden ayırma kabiliyetlerini bildiği için, bu saklı incileri onlara vermeyi tercih etti.
Ben Müflis Kalibülbidaa kula gelince, bu sırları anlatmaktan korkuyorum. Hatta hatırlatmaktan da... Bu su-i halim ve istidadsızlığımla o yüce matluplara karşı bir münasebet bulamıyorum. Lâkin durumu anlıyorum ve şu manayı itiraf ediyorum:
Olmaz bir işte zorluk, olunca
keremlilerle...
Evet, Allah için durum budur. Bu kerem dahi, Sübhan Zatına lâyıktır.
Sübhan Hakkın keremi, bize yalnız bugün için gelmemiştir. Bu kerem, yerden bir avuç toprak alıp da bizi ondan yarattığı günden başlar (hatta daha da evvel).
Bu yarattığını, zatına halife kıldı. Zatından vekâleten eşyanın kıyamını onunla sağladı. Arada bir vasıta kılmadan, bütün eşyanın ilmini ona öğretti. Kendisinin mükerrem kullan olan melekleri dahi, onun talebeleri eyledi. Üstün şanlarına rağmen, meleklere emretti ki, ona secde edeler.
-Muallim-i melekût (meleklerin öğretmeni) diye nam salan İblis'i de tard etti. İbadette ve taatta onun büyük bir şanı vardı. Halife kıldığına secde etmekten imtina ettiği, zami ve saygıda bulunmadığı için onu mel'in, melum, mat'un eyledi.
Bu toprağa bir kuvvet ve himmet verdi ki, semaların, yerin ve dağların taşımaktan çekindiği, ondan korktuğu emaneti yüklene... Sonra ona, keyfiyetten münezzeh, misalden yüce olan yerin ve semaların yaratıcısını görme kuvveti ve kabiliyeti vardı. Halbuki kendisi, keyfiyet ve misal durumundadır. Bununla beraber, dağ bütün salâbetine rağmen, o Sübhandan gelen bir tecelli ile parça parça toz haline geldi.
O yüce Allah kadim ihsan sahibidir. Merhametliler merhametlisidir. Bizim gibi acizleri de, sabikun zümrenin derecelerine yükseltmeye de kadirdir. Keza, onların eriştiği devlete ortak kılmaya da... Yani onların bir uydusu olarak...
Bir şiir:
Padişah çalarsa kapısını kocakarının;
Olmaya gidesin yolunmasına bıyığının...
***
BİR TENBİH
Bilesin ki,
Hazret-i Sübhan Hak, daima tenzih ve takdis üzere olup hüdus sıfatlarından münezzeh, noksan damgalarından da beridir. O yüce Sultan'ın Zatına tagayyür ve tebeddül yolu yoktur. Orada ittisal ve infisal mecali de yoktur. O makam için haliyet ve mahalliye! cevazı dahi küfürdür, ittihad ve ayniyet hükmü dahi aynen ilhaddır; zındıklıktır.
Şayet Sübhan Hak kullarına bir yakınlık ve vuslat hasıl olur ise, lâkin bu, bir cismin diğer cisme yakınlığı kabilinden değildir; cevherin arazla ittisali cinsinden dahi değildir. Şayet burada bir yakınlık var ise, bu keyfiyetten münezzehtir. Eğer bir vuslat var ise, o dahi kemmiyetten ve bir yerde olmaktan (eyneden) beridir.
Bu büyüklerin, o makamdaki muamelesi, lâkeyfi alemdendir. Lâkeyfi alemin, keyfi aleme nisbetle durumu, umman denize nisbetle bir damla gibidir.
Nasıl böyle olmasın ki?.. O mümkindir; bu dahi Vacib Taala'dır. O, dar bir mekâna sığdırılmıştır; bu ise, zaman ve mekân darlığından münezzehtir.
Evet, ibare sahası, o alemde geniştir. Amma ibareden yana yüksekliğe sahip olduğundan, bu alemde dardır. Keza işaret edilmekten yana uzaktır.
Merhametliler merhametlisi, has kullarına lâkeyfi alemden bir nasip ve bir seyir vermiştir. Lâkeyfi kuamele ile de, onları müşerref eylemiştir.
Şayet lâkeyfi alemden faraza keyfi ile tabir etmek mümkin olsa, böyle bir tabir, çocuklara; buluğa ermişlerin, şeker ve bal lezzetini cima lezzeti ile tabir etmelerinden daha uzak bir mana ifade eder.
Sonra, üstte anlatılan iki lezzet bir alemdendir. Halbuki, o tabir edilenle tabir eden iki ayrı alemdendir.
Her kim, lâkeyfiyi, keyfi ile tabir etmeye kalkar da, keyfinin hükümlerini lâkeyfi üzerine yürütmeye giderse, onun için hak olur ki, taan ve tard uğrağı ola... Zaruri olmaktan da, ilhad ve zındıklıkla itham edile.
Şunun için ki: O sırlar, incedir; çetindir. Onlar da, ancak ibare ve tabir cihetinden gelmektedir; tahakkuk ve husul cihetinden değildir.
insanın o sırlarla tahakkuku, imanın kemalidir; amma keyfiyetle onları tabir etmek aynen küfür ve ilhaddır. Bu makamda gerekir ki:
"Allah'ı bilenin dili tutulur..." manasına göre amel edile...
Bir ayet-i kerime meali:
"Rabbimiz, nurumuzu tamamla; bizi bağışla. Çünkü sen her şeye kadirsin."(66/8)
Evel ahir Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Allah'ın Resulüne; daima ve her zaman.