32- (Cevâb-ı Nu'man) adındaki vehhâbî kitâbına (Mektûbât) dan cevâb verildi. Mevlid kıssası ve Delâil-ül-hayrât okumanın meşrû olduğu isbât edildi.

32 - (Mesâil-i mühimmeye cevap-ı Nu'mân) adında bir kitap elimize geçti. İslâm harfleri ile 1385 [m. 1965] de Şâmda ikinci baskısı yapılmış. Kitabı yazan Anadolunun Gümüşhâne vilâyetinde, eski Şîrân müderrisi Mustafâ oğlu Osman efendinin oğlu, Gümüşhâneli Osman Zekî adında bir vehhâbî imiş. Bu çocuğun, Şîrân kazasından Hicâza gidip, sapıtmış olduğu anlaşılmaktadır. Bu bozuk ve zararlı kitap, Hicâzda Türk hacılarına, parasız dağıtılmaktadır. Din bilgisi az olanlar, kitaptaki yanlış ve yalan yazıları doğru sanarak, felakete sürüklenmektedir. Bid'at ehline aldananların hacları ve hiçbir ibâdetleri kabûl olmaz. Hâcı olalım derken, doğru yoldan çıkmış, bid'at, dalâlet felaketine sürüklenmiş olurlar.

Doksanaltı sayfa ve küçük olan bu kitabında diyor ki:

(Kur'an-ı kerim ve Resûl-i Rabbil'âlemîn, namaz kılmıyana müşrik ve kâfir dedi. Vitr namazını, kunût okumadan bir rekât kılmak yetişir. Resûlullah dahî şevvâl ayının hilâlini bilmiyordu. Bunun için, filan gaybı biliyor. İmdâd ediyor diyenler, Allahdan korkup, insanlardan utansınlar. Çünkü, böyle şeyleri Kur'an ve Peygamber yasaklamıştır. Bu utanmazlar, Peygamber efendimizle konuşup, Onun emri ile hareket ettiklerini, yutturuyorlar. Eşekten daha aşağı olduklarını yayıyorlar. Bu doğru olsaydı, Eshâb-ı kirâm arasında harp olmazdı. Resûlullah ile konuşup, Onun emri ile sıkıntıdan kurtulurlardı. Vesîle âyet-i kerimesinin mânası, emirleri yapmak, yasaklardan sakınmaktır. Nâfilelerle meşgûl olmaktır. Kabirde olanlardan imdâd ve bereket istemek değildir. Çünkü böyle yapmak eşeklik ve müşrikliktir. Müslümanlıkta böyle bir şey yoktur.Dîn-i islâm böylelere müşrik ve kâfir diyor.

Gayri ihtiyârî hâricinde farz namazı terk edeni Allah ve Resûlü tekfîr ediyor. Bunların kaza kılmaları da kabûl olmaz.

Filan falanın sözleri, âhırette insanı kurtarmaz. Kitaba ve sünnete güvenmeyip, filanların sözleri ile ibâdet yapanlar, Cehenneme gideceklerdir. Kabirde o büyük denilen zâtlardan suâl olmıyacak. Allahdan ve Resûlünden olacaktır. Allahü teâlâ, bilmediğinizi ehl olanlardan sorup anlayın buyurdu. Yakalarını kurtarmak için Kur'anın ve hadisin zâhirî ve bâtınî mânaları vardır. Biz bâtınîsini anlamayız derler. Allah, Ehl-i îmana, anlıyamıyacağı, yapamıyacağı şeyleri emretmez. Bu husûsta (Ömer Rıza)nın kitabına bakınız. Pırlanta dürbin takınız!

Korkulu zamanda, ayakta yürürken de namaz kılmak, Bekara sûresinin ikiyüzotuzsekizinci âyetinde emrolunuyor. Hadislerde kunût okumak emrolunmadı. Kunûtsuz vitr kılmak sahihdir. Yalnız farzları ve bir rekât vitri kılana dil uzatılmaz. Sünnetleri kılanlara sevap vardır. Kılmıyanlara günah yoktur.

Ey kardeşlerim! Âyetten, hadisten söyliyorum. Kafamdan söylemiyorum. Hırlıyan ve uluyan müşrikler, Resûlullaha yalancı, büyücü diyenler gibidir. Kitabı ve sünneti bildirenlerden kaçanlar, Haktan kaçan alçaklara benziyor.

Mevlid okumak, tarîkatlar, delâil-i şerif okumak, iskat ve telkîn, sonradan ortaya çıkarıldı. Bâtıl ve merdûddurlar. Bunları çıkaranlar, kendilerini Allahü teâlâ yerine koymuş oluyor. Kabûl edip yapanlar da, bunlara tapmış oluyorlar. Dinde herşey bildirildi. Söylenmedik kalmadı. (Ümmet yetmişüç fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız, benim ve Eshâbımın yolunda olanlar kurtulacaktır) buyuruldu. Bütün tarîkatler bâtıldır. Resûlullah zamanında olmıyan şeyler merdûddur. Kâdirî, Şâzilî, Mevlevî, Nakşibendî, Rıfâî, Ticânî, Hâlidî, Üveysî... daha nice tarîkatler, doğru yoldan ayrılmak, Kur'ana uymamaktır. Müslüman adından başka her ismi atmalıdır. Zaman-ı saadetteki gibi kardeş olmalıdır. Selâmeti, kabirlerden, ölülerin ruhlarından istemek gibi, dîn-i islâmda olmıyanı yaparak, kâfir müşrik olmamalıdır. Dînimiz, zikir, tesbîh ve tekbîr için boncuklar ve tekkeler ve kabirler üzerine türbe, kubbe yapmağı emretmedi. Türbeleri yıkmağı emreyledi. Allahü teâlâ, (Bana duâ ediniz! Kabûl ederim) dedi. Peygamberlere duâ ediniz veya Evliyâya duâ ediniz demedi. Yâni mevtâ ile tevessül veya kabirlerinden ve ruhaniyetlerinden imdâd taleb ediniz demedi. Peygamberlerin bize fayda ve zarar veremiyeceğini Allah bildiriyor. Kur'an-ı kerimin yoktur dediğini istemek, Allahü teâlâya inanmamak olur. Mevtâdan imdâd taleb edenler kâfir ve müşriktirler. Peygamberin okuduğu salevâtlar vahydir. Başkasının söylediği salevâtlar bid'attir. Bid'at, vahyden üstün olamaz. Delâil kitabını yazan, kendini Allah makamına koymuş. İbâdet îcâd etmiş. Okuması için günler tâyîn etmiş. Allaha inâbe yerine, şeyhlere inâbe ediyorlar. Eshâb-ı kirâm, tarîkat, mevlid ve salevât tertip ve ihdâs etmediler. Sonra gelenler, vatan himâyesi ve düşmanın kahr olması için, (salât-i münciyye), (salât-i nâriyye) gibi bid'atler emrettiler. Millet, iskât yapılır diyerek, ibâdeti terk ediyor. Telkîni de ölü işitmez. İslâmda yeri yoktur) diyor.

Allahü teâlâ ve Onun Resûlü, namazın emrolunduğuna inanmadığı, önem vermediği için kılmıyana kâfir dedi. Tenbellikle kılmıyan kâfir olmaz. Fâsık, günahkâr olur. Hanefî mezhebinde vitr namazını üç rekât kılmak vâcibdir. Peygamberimizin vitri üç rekât kıldığı, (Merâkıl-felâh)da ve (Sünen-i Ebî Dâvüd)de ve (Münâvî)de yazılıdır. Kunût duâsı okumak da vâcibdir. İmâm-ı Ebû Yûsüfe ve Muhammede ve imam-ı Ahmede ve Şâfi'îye göre sünnettir. Ebû Dâvüdün bildirdiği ve (Münâvî)de yazılı olduğu gibi, (Resûlullah, vitr namazını kılarken kunût duâsını okurdu.) Kunût olarak, belli olan duâyı okumak, sözbirliği ile sünnettir. Bunu bildiren hadis-i şerif, Şernblâlînin (Merâkıl-felâh) kitabında yazılıdır. Vâcib ve sünneti önem vermediği için terk eden kâfir olur. Önem ve değer verip tenbellikle vâcibi bir kere, sünneti ise, devamlı terk eden günaha girer. Bu adam, hanefî olan müslümanları mezhebinden çıkarmak istiyor. Mezhepsiz yapmak istiyor. Mezhepsiz olan, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur. Ehl-i sünnetten ayrılanın da, yâ sapık, yâhut kâfir olduğu, (El-besâir) kitabında yazılıdır. Bu kitabı Hindistân âlimlerinden Muhammed Hamdullah yazmış, 1395 [m. 1975] de İstanbulda da bastırılmıştır.

Resûlullah kendiliğinden gaybı bilmez. Fakat, Allahü teâlâ, Peygamberine vahy ile ve Evliyâsına ilhâm ve kerâmet ile gaybı haber verir. Hz. Ömerin Îrândaki askeri görmesi ve kumandanları Sâriyyeye söylemesi, onun da işitmesi, böyle olmuştur. Evliyânın kendisi gaybı bilmez. Fakat, Allahü teâlâ, dilediği şeyleri onlara bildirir. Veya ruhlarına kuvvet vererek, görür ve bilirler. Böyle olduğunu Kur'an-ı kerim ve hadis-i şerifler haber vermektedir. (Feth-ul-mecîd) kitabı da, (268). sayfasında, (Yeryüzü bana küçültüldü. Doğuyu, batıyı, avucumdaki aynada imiş gibi, hep gördüm) hadis-i şerifini yazmaktadır. Yirmidördüncü maddeyi lutfen okuyunuz! Resûlullah, Eshâbı arasında olacak fitneleri, diri iken de, öldükten sonra da, dilediklerine söyledi. Kazaya râzı olmalarını bildirdi. Çoğuna şehit olacaklarını müjdeledi. Taberânînin haber verdiği ve (Künûz-üd-dekâık) kitabında yazılı hadis-i şerifte, (Hüseyn, altmış senesinde öldürülür) buyuruldu. Bunun gibi, Hz. Osmanın ve Hz. Alînin ve başka Sahâbîlerin şehit olacaklarını haber verdi. Sabr eylemelerini emir buyurdu. Eshâb-ı kirâma şehit olacaklarını bildirmek, onlara müjde vermek idi. Onlar, şehit olmamak için değil, şehit olmak için duâ ederlerdi. Resûlullah, Eshâbının imdâdına niçin yetişmedi sözü, câhilce bir sözdür. Allahü teâlâ, Uhud muhârebesinde Resûlünün imdâdına niçin yetişmedi demeye benzemektedir. Resûlullah, Eshâbı arasındaki muhârebeleri görseydi, seslerini işitseydi, onlara emir verir, sıkıntıdan kurtarırdı gibi ahmakca sözler, hâşâ Allahü teâlânın, Uhud günü olan fâcia ve sıkıntıları görmediğini, duâ ve istigâseleri işitmediğini söylemek demektir. Bu kitabın, böyle ahmakca, alçakça sözlerine inanmaktan, aldanmaktan Allahü teâlâya sığınırız. Din büyükleri, kaza ve kaderi değiştirmek istemez. Onu haber alırlarsa râzı olurlar. Hadis-i şerifte, (İşlerinizi şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz!) buyuruldu. İşlerine gelmiyen hadis-i şerifleri örtbas ediyorlar. Fakat, güneş balçıkla sıvanamaz. Cevap veremeyince, şirktir, eşekliktir diye, işi gürültüye getiriyorlar. Tenbellik ederek, dünya işlerine dalarak namaz kılmıyan kâfir olmaz. Namazı vazîfe, borç bilmiyen, farz olduğuna inanmıyan kâfir olur.

Filan falanın sözleri diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerine taş atmaktadır. (Ehl-i sünnet âlimleri), Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve Eshâb-ı kirâmdan işittiklerini kitaplarına yazmışlardır. Kendi görüşlerine ve düşündüklerine güvenmemişlerdir. Her yazdıklarına, âyetten, hadisten veya Eshâb-ı kirâmın sözlerinden vesikalar, senetler bildirmişlerdir. Kitaba ve sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâmın yolunda bulunmak istiyenlerin, Ehl-i sünnet kitaplarını okumaları lâzımdır. (Feth-ul-mecîd) kitabının dörtyüzdoksanikinci sayfasında de yazılı olan hadis-i şerif ile övülmüş, hayrlı asrın en iyileri olan, Ehl-i sünnet âlimleri, kitabı ve sünneti anlıyamamış da, bin sene sonra, çölden meydana çıkan vehhâbî sapıkları, daha iyi anlamış demek için deli veya ahmak, yâhut zındık olmak lâzımdır. Akla, ilme uymıyan saçma yazıları, Kur'an-ı kerimi ve sünnet-i nebeviyyeyi hiç anlamadığını açıkça göstermektedir. Âyet-i kerimeleri ve hadis-i şerifleri oyuncak yapmış, dilediği gibi mâna veriyor. Kabirde Allah ve Resûlünden sorulacaktır. Bu suâllere, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi cevap veremiyenler, Cehenneme gideceklerdir. (Bilmediğinizi, ehl olanlardan sorup anlayın!) meâlindeki âyet-i kerimeyi kendi de yazıyor. Her müslümanın, bu âyet-i kerimeye uyarak, Ehl-i sünnet kitaplarını okuyup öğrenmeleri lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumıyanlar, bu âyet-i kerimeye uymamış olur. Câhil kalır. Mezhepsizlerin yalanlarına aldanıp, Cehenneme gider. Deylemînin ve Münâvînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Bâtın ilmi, Allahü teâlânın sırlarındandır. Emirlerinden biridir) buyuruldu. Resûlullah efendimiz, ilm-i bâtını haber veriyor. Allahü teâlânın emridir diyor. Bu kitap ise, ilm-i bâtını, Ehl-i sünnet uydurdu diyor. Allahü teâlâ, emirlerini ve yasaklarını herkes için bildirdi. Bunlar, anlaşılabilecek ve yapılabilecek şeylerdir. Bunlara uymak, herkese farzdır. Bâtın bilgilerini ve müteşâbih âyet-i kerimeleri ise, herkes anlıyamaz. Bunlarda bildirilenleri anlamak ve yapmak, ulemâ-i râsihîne mahsûstur. Bunlar, tasavvuf yolunda ilerleyip olgunlaşmış derin âlimlerdir. Bu ilimlerden ve bu râsih âlimlerden haberleri olmıyanlar, inkâr ediyorlar. Ömer Rızanın [Ömer Rıza, Muhammed Âkifin dâmâdıdır. Mezhepsizdir. 1371 [m. 1952] de öldü.] bozuk yazılarını yalnız mezhepsizler beğenir.

Bekara sûresi, düşman karşısında ve boğulmak ve yanmak tehlikesinde olanın ve hayvan saldırırken, mümkün olan tarafa dönerek namaz kılınacağını bildirmektedir. Fıkh kitapları buyuruyor ki, korku arttığı zaman, cemaat ile kılınmaz. Yalnız olarak ayakta durarak veya hayvan üstünde kılınır. Yukarıdaki tehlikelerden kaçarken, vakti kaçırmamak için, ancak hayvan üstünde giderek kılınabilir. Âyet-i kerimenin ayakta mümkün olan tarafa dönerek kılmak olduğu (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde yazılıdır. Âyet-i kerimedeki (Ricâlen) kelimesinin (yürüyerek) demek değil, (ayakta durarak) demek olduğu tefsîrlerde ve (Cevhere) fıkh kitabında açıkça yazılıdır. Bu kitap, burada da, hanefîleri aldatmaya, yürürken namaz kıldırmaya çalışmakta, bunun için de âyet-i kerimeye yanlış mâna vermekten çekinmemektedir. Bir müslüman, sünnetleri, önem vermiyerek kılmazsa kâfir olur. Önem verip, devamlı kılmazsa, günaha girer. Bu kitap, âyetten, hadisten söylüyor ise de, bunlara uydurma mâna veriyor. Ehl-i sünnet âlimleri, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın anladıklarını araştırıp, Onlardan öğrendikleri mânaları kitaplarına yazmışlardır. Böyle olduğunu vehhâbîler de bildiriyorlar. (Feth-ul-mecîd) kitabı (388). sayfasında, (Ebû Hanîfe dedi ki: Kitâbullaha ve Resûlullahın hadisine ve Sahâbenin sözlerine uygun olmıyan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! Onları alınız! İmâm-ı Şâfi'î dedi ki: Kitabımda, Resûlullahın sünnetine uymıyan birşey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resûlullahın sünnetini alınız!) diyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitâbullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhâbî kitabının bu yazısı da göstermektedir. Bunun içindir ki, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru mânalarını anlamak istiyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelâm ve fıkh kitaplarını okumalıdır. Kitabı ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların, Haktan kaçan alçaklara benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor.

(Mevlid okumak) demek, Resûlullahın dünyaya gelişini, mîracını ve hayatını anlatmak, Onu hâtırlatmak, Onu övmek demektir. Her müminin, Resûlullahı çok sevmesi lâzımdır. Onu çok seven, Onu çok anar, çok söyler, çok över. Deylemînin bildirdiği ve (Künûz-üd-dekâık)da yazılı hadis-i şerifte, (Birşeyi çok seven, onu çok anar) buyuruldu. Bu hadis kitabını Münâvî toplamıştır. Resûlullahı çok sevmek lâzım olduğunu bütün islâm âlimleri uzun yazmışlardır. Vehhâbî kitabı bile, üçyüzotuzaltıncı sayfasında bunu şöyle yazmaktadır:

(Hadis-i şerifte, (Bir kimse, beni çocuğundan ve babasından ve herkesten daha çok sevmedikçe, îman etmiş olmaz) buyuruldu. Yâni îmanı olgun olmaz. Allahı sevenin, Onun Resûlünü de sevmesi vâcibdir. Sâlih kulları da sevmesi lâzımdır.)

Resûlullah mevlid gecelerinde Eshâbına ziyâfet verir, dünyaya teşrîf ettiği ve çocukluğu zamanında olan şeyleri anlatırdı.Hazret-i Ebû Bekr, halîfe iken, mevlid gecesinde, Eshâb-ı kirâmı toplayıp, Resûlullahın dünyaya teşrîfindeki olağanüstü hâlleri konuşurlardı. Doğum gününe önem vermeyi hıristiyanlar, müslümanlardan öğrenip almışlardır. Dünyanın her yerindeki müslümanlar, Peygamberimizin ve Eshâb-ı kirâmın yaptıkları gibi, mevlid gecesinde, Resûlullahı anlatan kitapları okurlar ve Resûlullahın dünyaya teşrîf ettiği bu şerefli gecede şenlik yapar, sevinirlerdi. İslâm âlimleri, bu geceye çok önem vermişlerdir. Bu geceyi bütün mahlûklar, melekler, cin, hayvanlar ve cansız maddeler, birbirlerine müjdelemekte, Fahr-i âlem dünyaya teşrîf etti diye sevinmektedirler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, (mevlid okunan yerden belâlar, sıkıntılar gider) buyurmuştur. Mevlidi, nazm, şiir olarak okumak daha te'sîrli ve faydalı olur.

Mevlid okumanın bir ibâdet olduğunu ve nasıl okumak lâzım geldiğini ve faydalarını bildirmek için, islâm âlimleri, her dilde kitaplar yazdılar. Bu kitaplardan on adedini, Mustafâ Kâtib Çelebînin, [Kâtib Çelebî 1067 [m. 1656] da İstanbulda vefât etti.] (Keşf-üz-zünûn) kitabından ve zeylinden alarak bildiriyoruz:

1 - Bursalı Süleymân Çelebînin Türkçe mevlid kasîdesi çok şöhret kazanmıştır. Süleymân Çelebî, yıldırım sultan Bâyezîd hânın imamı idi. 800 [m. 1398] de Bursada vefât etmiştir. Osmanlıların ve Türkiyenin her yerinde seve seve okunmaktadır. Asl ismi (Vesîlet-ün-necât)dır.

2 - Muhammed Ak Şemsüddîn efendinin [Ak Şemsüddîn 864 [m. 1460] da Göynükte vefât etti.] oğlu Hamdullah efendi de bir mevlid kasîdesi yazmıştır.

3 - Molla Hasen-ül Bahrî de, bir mevlid yazmıştır. 994 [m. 1586] de vefât etmiştir.

4 - Vaiz Muhammed bin Hamza da yazmıştır.

5 - Şemsüddîn Ahmed Sîvâsî de yazmıştır. 1006 [m. 1598] da vefât etmiştir.

6 - Hâfız ibni Nâsıriddîn Dımışkî, (Câmi'ul-asâr fî mevlid-il-muhtâr) yazmıştır.

7 - İbni Esîr Muhammed Cezrî (Et-tarif bil-mevlid-iş-şerif) yazmıştır. 833 [m. 1430] de vefât etti.

8 - Ebül Kâsım Muhammed Lülüvî, (Dürr-ül-munzam fî-mevlid-in-Nebiyy-il-muazzam) yazmış, 867 [m. 1463] de Şâmda vefât etmiştir.

9 - Afîfüddîn Muhammed Tebrîzî, (Mevlid-in-Nebî) yazmış, 855 [m. 1451] de Medîne-i münevverede vefât etmiştir.

10 - Seyyid Muhammed Kavukcu hanefî, (Mevlid-in-Nebî) yazmış, 1305 [m. 1887] de vefât etmiştir.

Bunlardan başka, ibni Hacer Hiytemînin (En-Ni'met-ül-kübrâ alel'âlem fî-mevlid-i Seyyid-i veled-i Âdem) kitabı ve Celâlüddîn-i Süyûtînin, (Er-Reddü alâ men enkere kırâetel-mevlid-in-Nebî) kitabı ve Yûsüf Nebhânînin [Yûsüf Nebhânî 1350 [m. 1932] de vefât etti.] (Cevâhir-ül-bihâr) kitabının üçüncü kısmı ile (Huccet-ullâhi alel'âlemîn) kitabının 233 ve sonraki altı sayfası ve Ahmed Sa'îd-i müceddidînin (İsbât-ül-mevlid) kitabı ve allâme Muhammed Zerkanînin (Şerh-ul-Mevâhib-il-ledünniyye) kitabının birinci kısmının 136. ve sonraki dört sayfası, Mevlid okumanın ibâdet olduğunu vesikalarla isbât etmektedirler. Bu son altı kitap, bir arada 1397 [m. 1977] senesinde İstanbulda basılmıştır. Ahmed Sa'îd Fârûkî müceddidî 1277 [m. 1861] de Medînede vefât etti. Urdu dili ile yazdığı (Sa'îd-ül-beyan) mevlid kitabı ile seyyid Abdülhakîm Efendinin türkçe (Mevlid kırâetinin fazîleti) de çok kıymetlidir.

Hindistândaki islâm âlimlerinin büyüklerinden mevlânâ Muhammed Fadl-ur-Resûl 1266 [m. 1850] senesinde fârisî olarak yazdığı (Tashîh-ul-mesâil) kitabında, vehhâbîlere satılmış olan Muhammed İshak ismindeki Hindistânlı bir din adamının (Miete mesâil) kitabına cevap vermiştir.

Fadl-ür-Resûl-i Bedâyûnî 1289 [m. 1872] de vefât etti. Kitabının 253.  sayfasından başlıyarak diyor ki: Mevlid okumak, ilk üç asırda  yoktu. Bundan sonra meydana çıktı. Bunun için âlimler, mevlid cem'ıyyetinin [toplanmanın] câiz olup olmamasında ihtilâf etti. Sözleri birbirine uymadı. Âlimlerin bu ihtilâfları, (Sîret-i Şâmî) kitabında uzun yazılıdır. Sîret-i Şâmî kitabının yazarı, Muhammed bin Yûsüf Şâmîdir. 943 [m. 1536] de Mısrda vefât etmiştir. Kitabında yalnız ihtilâfları bildirmiş, bunlar arasında bir tercîh yapmamıştır. Bununla berâber, mevlid cem'ıyyetinin müstehab olduğunu bildiren birçok büyük âlimleri haber vermiştir. Üstâdlarının, buna karşı olanları red ettiklerini de bildirmiştir. Çoğunluğu bırakıp da, birkaç muhâlifi ileri sürerek, mevlid cem'ıyyetine câiz değildir denilirse, fıkh mes'elelerinin çoğuna itimat kalmaz. Sîret-i Şâmîde diyor ki:

Hâfız, [yâni hadis âlimi] Şemsüddîn Muhammed Sehâvî diyor ki, (Mevlid [cem'ıyyeti yapmak] hakkında, Seleften bir haber yoktur. Üçüncü asırda n sonra hâsıl oldu. Her sene, mevlid gecesinde, müslümanlar sadaka veriyorlar, seviniyorlar. Hayr ve hasenât yapıyorlar. Toplanıp, mevlid kasîdesi okutup dinliyorlar). [Şemsüddîn Sehâvî, 902 [m. 1496] de, Medîne-i münevverede vefât etti.] Hâfız İzzeddîn Ali ibni Esîr Cezrî diyor ki, (Mevlid okumak, bütün sene, zarar ve korkulu şeylerden korur. Mevlid okunan yere, o sene, rahmet ve bereket yağar). [İbni Esîr Ali Cezrî, 630 [m. 1234] da, Mûsulda vefât etti.] Hâfız İmâdüddîn İsmâ'îl ibni Kesîr, Erbil emîrinin, Rebîul-evvel ayında büyük mevlid cem'ıyyetleri yaptığını bildirmektedir. [İbni Kesîr, 774 [m. 1372] de vefât etmiştir.] Ebül-Hattâb Ömer ibni Dıhye, (Et-tenvîr fî-Mevlid-il-Beşîr) kitabında, Erbîl emîrinin yaptığı mevlid cem'ıyyetlerini uzun unlatmaktadır. Birçok âlimler, meselâ imam-ı Nevevînin üstâdı hâfız Ebû Şâme, bu kitabı medh ve senâ etmişlerdir. Abdürrahmân Ebî Şâmenin, (El-bâis alâ inkâr-il-bida' vel-havâdis) kitabı bu senâlarla doludur. [Ebû Şâme 665 [m. 1266] de, Ebûlhattâb Ömer 633 [m. 1236] de vefât etmişlerdir.] Allâme Seyfüddîn ibni Tuğrul beg, (Dürr-ün-nazîm fî-mevlid-in-Nebiyyil-kerim) kitabında diyor ki, (Resûlullahın âşıkları, mevlid gecelerinde, mevlid cem'ıyyetleri yapıyorlar. Bunlardan biri, İbni Eftal ismi ile meşhûr olan Ebül-Hasenin Mısrda yaptığı büyük mevlid cem'ıyyeti ve üstâdımızın üstâdı Ebû Abdüllah bin Muhammed bin Nu'mânın ve Cemâlüddîn acemi Hemedânînin ve Yûsüf bin Ali Haccâr-ı Mısrînin Mevlid cem'ıyyetleridir. Bunlar, Resûlullahı rü'yâda gördüklerini ve (Bizim için sevinenler, bizi de sevindirirler) buyurduğunu söylemişlerdir. [İbni Tuğrul beg, 670 [m. 1271] senesinde vefât etmiştir.]

İbni Battâl mâlikî, fetvâsında diyor ki, (Mevlid gecesinde sadaka vermek, müslümanları toplayıp câiz olan şeyleri yidirmek ve câiz olan şeyleri okutup dinletmek ve sâlih kimseleri giydirmek, bu geceye hurmet etmek olur. Bunları Allah rızası için yapmak câizdir ve çok sevap olur. Bunları yalnız fakirler için yapmak şart değildir. Fakat, muhtaç olanları sevindirmek daha sevap olur. Zamanımızda olduğu gibi, toplantıda uyuşturucu [sarhoş edici] şeyler kullanılırsa, genç oğlanlar toplanır, kadın erkek karışık olursa ve şehveti tahrik eden şiir ve şarkılar okunursa, [çalgı, ney, dümbelek gibi lehv âletleri çalınırsa], çok günah olur). [Böyle haram şeyleri, ibâdet olarak yapmanın, ibâdet arasında yapmanın günahı katkat ziyâde olur. Böyle haramlara, islâm müziği diyenlere aldanmamalıdır. İbni Battâl 449 da vefât etti.] İmâm-ı Celâlüddîn Abdürrahmân bin Abdil-Melik Kettânî diyor ki, (Mevlid günü ve gecesi, mübecceldir, mukaddestir, mükerremdir. Şerefi, kıymeti çoktur. Resûlullahın varlığı, vefâtından sonra, Ona tâbi olanlar için, kurtuluş vesîlesidir. Onun mevlidi için sevinmek, Cehennem azâbının azalmasına sebep olur. Bu geceye hürmet etmek, sevinmek, bütün senenin bereketli olmasına sebep olur. Mevlid gününün fazîleti, Cuma günü gibidir. Cuma günü, Cehennem azâbının durduğu, hadis-i şerifte bildirildi. Bunun gibi, mevlid gününde de azâb yapılmaz. Mevlid geceleri sevindiğini göstermeli, çok sadaka, hediye vermeli, dâvet olunan ziyâfetlere gitmelidir). [Haram işlenen, haram bulunan toplantılara gitmemeli, haram işlemekten ve haram işliyenlerin arasına karışmaktan ve ibâdetlere haram karıştırmaktan çok sakınmalıdır.]

Allâme Zahîrüddîn bin Câfer diyor ki, (Mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'at-i hasenedir. Sâlihleri toplayıp, salevât okumak, fakirleri doyurmak, her zaman sevaptır. Fakat, bunlara haram karıştırmak, çalgı, şarkı, raks gibi şeyler yapmak büyük günah olur). Allâme Nasirüddîn diyor ki, (Mevlid cem'ıyyeti yapmak, sünnet değildir. Fakat, o gün sadaka, hediye vermek, neşe ve sürûr izhâr etmek, oğlanlar ve kadınlar karışık olmadan mevlid kasîdesi okutmak ve bu cemiyete gitmek çok sevap olur. Fakat, zarûret olmadan, kimseden birşey istememelidir. Zarûret olmadan istemek haramdır. Sâlih müslümanların toplanarak, Allahü teâlâyı zikretmeleri ve salevât okumaları ibâdet olur. Sevabı çok olur). Allâme Abdürrahmân Ebû Şâme, [Ebû Şâme 665 [m. 1266] da vefât etti.] (El-Bâ'is) kitabında diyor ki, (Rebî, imam-ı Şâfi'îden haber verdi ki, (Bid'at iki kısmdır. Bir kısmı, Kitaba, sünnete, esere [yâni, Eshâb-ı kirâmın sözlerine] veya icmâ'a uymaz. Bunlar, dalâlet, sapıklıktır. Bid'atin ikinci kısmı, bu dört delîle uygun olan hayrlı şeylerdir. Hiçbir âlim bunların kötü olduğunu bildirmedi. Ömer, Ramazan gecelerinde, câmilerde, cemaat ile terâvîh namazı kılmaya, (çok güzel bid'at) dedi. Böyle bid'atlere (Bid'at-i hasene) denir. Bid'at-i haseneyi işlemenin câiz ve müstehab olduğu, sözbirliği ile bildirildi ve bunları Allah rızası için yapana sevap verilir denildi. İslâm ahkâmına uygun olan bütün yenilikler böyledir. Câmilere minber, yolculara hân, talebeye mektep, medrese gibi, islâm ahkâmına uygun olan iyi şeyler, bid'at-i hasenedir. Bunlar, Eshâb-ı kirâm ve Tâbiîn-i ızâm zamanlarında yoktu. Sonradan meydana çıktı. Fakat, Allahü teâlânın emirlerini yapmak için yardımcı olduklarından, bid'at-i hasene denildi). Bu bid'at-i hasenelerden biri, Mûsul civârındaki Erbil şehrinde, her sene yapılan Mevlid cem'ıyyetleridir. Mevlid-i Nebî gecelerinde, sadakalar verilir. Zînetler ve sevinçler gösterilir. Fakirlere ihsânlar yapılır. Böylece, Resûlullaha olan muhabbet ve tâzîm ilân olunur. Bu cem'ıyyeti Mûsulda ilk olarak, büyük âlim, sâlihlerden Ömer bin Melâ yaptı. Erbil sultânı [Ebû Sâid el-Muzaffer Kükbûrî], buna tâbi oldu. [Ebû Saîd, Salâhuddîn-i Eyyûbînin eniştesi idi. 630 [m. 1232] senesinde, hıristiyanların (Haçlı orduları) denilen saldırılarına karşı yapılan Akka kal'ası cihâdında şehit oldu.] Şâfi'î âlimlerinden allâme Sadr-üd-dîn Ömer diyor ki, (Mevlid cem'ıyyeti yapmak, câizdir. Mekruh değildir. Niyete göre sevap verilir). [Niyet, bozuk olursa, hiç sevap verilmez.] Hâfız diyor ki, Mevlid cem'ıyyeti yapmak, bid'attir. [Yâni, sonradan meydana çıkmış olan bir ibâdettir.] Fakat, iyi, faydalı şeyler yapıldığı için, fena şeyler bulunmadığı için bid'at-i hasenedir.

Resûlullah, Medîne şehrine gelince, yahudilerin, Muharrem ayının onuncu gününde oruç tuttuklarını gördü. Sebebini sordu. Bugün, Allahü teâlâ, Fir'avnı boğdu. Mûsâ aleyhisselâmı kurtardı. Bunun için, sevincimizden oruç tutarak Allaha Şükrediyoruz dediler. (Mûsâ aleyhisselâm kurtulduğu için, ben daha çok sevinirim) buyurarak, oruç tuttu. Müslümanlara da, Aşûre günü oruç tutmalarını emretti. Bir nîmet geldiği ve bir sıkıntıdan kurtulunduğu zaman, Allahü teâlâya Şükredildiği gibi, her sene, o gün yine Şükretmek lâzım olduğu, bu hadis-i şeriften anlaşılmaktadır. Allahü teâlâya Şükretmek, secde etmek ile, sadaka vermek ile, Kur'an-ı kerim okumak ile ve bunlar gibi, her ibâdeti yapmak ile olur. İhsân sahibi, rahmeti bol olan yüce Peygamberin dünyaya gelmesinden daha büyük nîmet var mıdır? Her sene, o günü arayıp, bu nîmeti düşünmek lâzımdır. Böylece, Resûlullahın, Mûsâ aleyhisselâmın kurtulması nîmeti için Şükretmesine tâbi olunur. Bu düşünülmezse, böyle niyet yapılmazsa, Resûlullahın bu sünnetine uyulmuş olmaz, sevabı olmaz). Hâfız Muhammed ibni Cezerî şâfi'î [İbni Cezerî 833 [m. 1429] da Şîrâzda vefât etti.] diyor ki, (Ebû Leheb rü'yâda görülüp, ne hâlde olduğu soruldukta, kabir azâbı çekiyorum. Ancak, her sene, Rebî'ul-evvel ayının onikinci geceleri, azâbım hafîfliyor. İki parmağım arasından çıkan serin suyu emerek ferahlıyorum. Bu gece, Resûlullah dünyaya gelince, Süveybe ismindeki câriyem, bunu bana müjdelemişti. Ben de, sevincimden, bunu âzâd etmiş ve Ona süt annelik yapmasını emretmiştim. Bunun için, bu gecelerde azâbım hafîfliyor dedi. Âyet-i kerime ile kötülenmiş olan Ebû Leheb gibi azgın bir kâfirin azâbı hafîfleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir mümin, bu gece sevinir, malını dağıtır, böylece, Peygamberine olan sevgisini gösterirse, Allahü teâlâ ihsân ederek, onu Cennetine sokar. Üstâdım fetvâlarında diyor ki, mevlid cem'ıyyeti yaparak, Kur'an-ı kerim ve Mevlid-in-Nebî okumak, sonra yiyecek ikrâm etmek, sonra dağılmak, bid'at-i hasenedir. Bunu yapana ve orada bulunanlara sevap verilir.) Hâfız, Beyhekîden alarak diyor ki, (Resûlullah, Peygamber olduğu bildirildikten sonra, kendisi için, Akîka kurbanı kesti. Hâlbuki, dünyaya geldiğinin yedinci günü, dedesi Abdül-Muttalibin, kendisi için, Akîka kesmiş olduğunu biliyordu. Akîkayı tekrar kesmek de câiz değildir. İkincisini, kendisinin âlemlere rahmet olarak yaratılmış olduğuna şükür olarak kestiği ve böyle yapmaları için, ümmetine örnek olmak istediği anlaşılmaktadır. Nitekim, ümmetini teşvîk için, kendine salevât okuduğu çok görüldü. Bunun için, müslümanların, mevlid gecelerinde toplanarak, mevlid kasîdesi okumaları, tatlı şeyler yidirmeleri ve hayrât ve hasenât yapmaları, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmeleri, müstehab oldu. (Sünen-i ibni Mâce) şerhinde, haram, yasak şeyler karıştırmadan mevlid cem'ıyyeti yapmanın bid'at-i hasene ve müstehab olduğu bildirildi).

(Sîret-i Şâmî) veya (Sübülül-hüdâ verreşâd) denilen kitapta, Fâkihânînin yazıları ve üstâdının bunlara vermiş olduğu cevaplar, şöyle yazılıdır:

Fâkihânî - Mevlid cem'ıyyeti yapmanın, Kitaba ve Sünnete uydurulacak bir yeri olduğunu bilmiyorum.

Üstâdı - Birşeyi bilmemek, onun yok olduğunu göstermez. Hâfızların imamı İbni Hacer, mevlid cem'ıyyetinin sünnetten bir aslı olduğunu bildirdi. Biz de, ikinci bir aslı daha bulunduğunu yukarda bildirdik.

F. - Büyük âlimlerden birinin, mevlid cem'ıyyeti yaptığı bildirilmiş değildir.

Ü. - Mevlid cem'ıyyetini ilk olarak, âlim sâlih olan bir Emîr yaptı. Bunu Allah rızası için yaptı. Sayısız âlimler, sâlihler, bu cem'ıyyette hazır oldular. İbni Dıhye, bunu medh eyledi. Büyük âlimler, Emîrin bu işini öven kitaplar yazdılar. Kötüleyen, hiç olmadı.

F. - Mevlid cem'ıyyeti nasıl müstehab olabilir? Müstehab, islâmiyetin taleb ettiği şey demektir.

Ü. - İslâmiyetin taleb etmesi, Nass ile veya Kıyâs ile olur. Burada Nass yok ise de Kıyâs vardır.

F. - Mevlid cem'ıyyetine mubâh da denilemez. Dinde bid'at çıkarmaya, hiçbir âlim mubâh dememiştir.

Ü. - Bid'at, yalnız mekruh ve haram değildir. Mubâh, müstehab ve vâcib olan bid'atler de bildirilmiştir. İmâm-ı Nevevî diyor ki, (Dinde bid'at, Resûlullahın zamanında bulunmayıp da, sonradan meydana çıkarılan şeyler olup ikiye ayrılır: Hasene ve seyyie). İzzeddîn bin Abdisselâm diyor ki, (Bid'at, vâcib, haram, müstehab, mekruh ve mubâh kısmlarına ayrılır. Han, mektep ve her hayr ve hasene, müstehab olan bid'atlerdir. Terâvîh namazı ve tasavvuf yolları da böyledir). Beyhekî, imam-ı Şâfi'îden haber veriyor ki, İmâm, (Bid'at, iki kısmdır. Kitaba veya Sünnete veya Esere veya İcmâ'a ters düşenler, dalâlettir. Bu dört temelden birine uygun olanlar, dalâlet değildir) buyurdu.

F. - Mevlid gecesi, çoluk çocuğunu ve arkadaşlarını toplayıp yidirirse günah olmaz. Herkesi toplamak, çirkin bid'at olur.

Ü. - O mübârek gecede, herkesi toplamak, Kitaba, Sünnete, Esere ve İcmâ'a muhâlif değildir.

F. - Bu toplantılarda tegannî, raks bulunur ve oğlanlar, kadınlar karışık olursa ve başka haramlar bulunursa, sözbirliği ile haram olur.

Ü. - Bu söz doğrudur. Fakat, toplantının haram olmasına, bu haram şeyler sebep olmaktadır. Böyle şeyler, Cuma namazı kılmak için yapılan toplantıda da bulunursa, o toplantı da, haram olur. Fakat, o toplantı haram olduğu için, Cuma namazı için toplanmak haram olur denilemez. Bunun gibi, mevlid gecesi için toplanmak haram olur denilemez. Ramazan gecelerinde terâvîh kılmak için yapılan toplantılara, böyle yasak şeyler karıştırıldığı görülmektedir. Bunlar karıştırıldığından dolayı terâvîh namazı için toplanmaya haramdır denilebilir mi? Aslâ denilemez. Terâvîh namazı kılmak için toplanmak iyidir. Bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karıştırmak fenadır denir. Bunun gibi, mevlid için toplanmak iyidir. Fakat, bu toplantıya çirkin, yasak şeyler karıştırmak fenadır demek lâzımdır.

F. - Resûlullah Rebî'ul evvel ayında dünyaya geldi ise de, vefâtı da, bu ayda olmuştur. Bu ayda sevinmek değil, üzülmek, mâtem yapmak lâzımdır.

Ü. - Resûlullahın vilâdeti büyük nîmet olduğu gibi, vefâtı da, şüphesiz büyük musîbettir. Dînimiz, nîmetlere Şükretmemizi, musîbetlere de sabr ve sükût etmemizi, onları örtmemizi emrediyor. Çocuk olunca, akîka kesmeyi emrediyor. Ölünce, hayvan kesmeyi veya başka birşey yapmağı emretmiyor. Hattâ bağırıp çağırmağı, mâtem yapmağı yasak ediyor. Bunun için, bu ayda ferah, neşeli, sevinçli olmak, üzüntülü olmamak, mâtem yapmamak lâzımdır. (Es-Sîret-üş-Şâmiyye)den tercüme tamam oldu.

[(Sîret-i Şâmî) müellifi Muhammed bin Yûsüf şâfi'î 942 [m. 1536] da vefât etti. Ömer bin Ali İskenderî mâlikî Fâkihânî, 734 [m. 1334] de, Şeyh-ul-islâm İzzeddîn ibni Abdisselâm şâfi'î, 660 [m. 1261] da vefât etti. İslâm ahkâmına göre, hem sevinç, hem de üzüntü bulunan bir günün yıl dönümlerinde, üzülmeyip, sevinmek, o gündeki sevinçli şeyleri hâtırlayıp, üzüntülü şeyleri düşünmemek lâzımdır. Dînimizin bu emrine göre, Muharrem ayının onuncu günü mâtem tutmayıp, Resûlullahın sünnetine uyarak, Şükretmek, sevinmek lâzımdır. Evet, Hz. Hüseyn, o gün şehit edildi. O yüce imamın şehit edilmesi, bütün müslümanlar için büyük musîbet ve üzüntüdür. Hz. Osmanın ve Hz. Hamzanın, pek feci şekilde şehit edilmeleri de, böyle büyük musîbet ve üzüntüdür. Fakat, Peygamberimiz, Hz. Hamzanın şehit edildiği günün yıl dönümlerinde mâtem yapmadı. Mâtem yapılmasını emretmedi. Rast geldiği günlerde kabrini ziyâret eder, duâ yapardı. Muharremin onuncu günlerinde, aklımıza uyarak, mâtem yapmamız değil, Peygamberimize uyarak, şükür orucu tutmamız, neşeli olmamız lâzımdır.]

Resûlullahın şairleri vardı. Düşmanların iftirâlarına cevap verirler ve Resûlullahı överlerdi. Bunlardan Hassân bin Sâbitin şiirlerini çok beğenirdi. Resûlullah, mescide, Hassân için bir minber koydurdu. Hassân buraya çıkıp, düşmanları kötüler, Resûlullahı överdi. Resûlullah, (Hassânın sözleri, düşmanlara ok yarasından daha çok te'sîrlidir) buyururdu. Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ bir kuluna yazı ve söz sanatı ihsân ederse, Resûlullahı övsün, düşmanlarını kötülesin!) buyuruldu. İslâm memleketlerinde mevlid okunması, bu hadis-i şerifteki emre de uygun bir ibâdet olmaktadır. Mevlid okumaya karşı gelen bir kimse, Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmın yaptıkları birşeyi beğenmemiş olduğu gibi, bu hadis-i şerife de karşı gelmektedir.

(Delâil-i şerif), bir salevât kitabıdır. Bir duâ kitabıdır. Resûlullaha salât ve selâm okumağı Kur'an-ı kerim emrediyor. Bu duâ kitabını okumaya mani olan kimse, Kur'an-ı kerimin bu emrine karşı gelmektedir. Her müslüman, her dil ile, duâ eder. Buna kâfir denemez. Evet, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bildirilen duâları değiştirmeden okumak lâzımdır. Âyet-i kerimede ve hadis-i şeriflerde bildirilmemiş olan duâlar namaz dışında okunabilir. İslâmiyet bunu yasak etmemiştir. Okunamaz diyen, yalan söylüyor. Allahü teâlânın ve Resûlünün yasak etmediği şeye yasak diyenin ve hele küfür, şirk diyenin kendisinin kâfir olmasından korkulur. Resûlullahı, ulûhiyyet derecesine çıkarmamak şartı ile, çok övmek, mahlûkların en üstüne çıkarmak, Allahü teâlânın, sevgili Peygamberine verdiği üstünlükleri saymak ve Ondan şefaat istemek, büyük ibâdettir. Buna karşı koymak, koyu bir câhillik, pek çirkin bir inattır. Hele, (Bu kitabın yazarı, kitabı yedi parçaya ayırmış, hergün bir parçasını okuyarak, hepsini bir haftada okumalı diyor. Bu sözü şirktir. Hergün beş vakit namaz kılınız demek gibi, Allahlık makamını işgâl etmektir. Kendisini Rabbül'âlemînden üstün tutmaktır) demek, ahmakca bir sözdür. Vehhâbî kitabı da, üçyüzotuzbeşinci sayfasında, Allahü teâlâyı sevmek için, on sebep vardır diyor. Bunları sıralıyarak anlatıyor. Onların Delâil-i hayrât kitabının yazarına müşrik demelerine karşılık, birisi çıkıp da, onlara îmanın şartı altıdır. Siz bunu on'a çıkarıyor, müşrik oluyorsunuz demesine benzemektedir.

(Delâil-ül-hayrât) kitabına çok saldırıyorlar. Bu kitabı, Ehl-i sünnet âlimlerinden, olgun velî, âriflerin önderi, Muhammed bin Süleymân Cezûlî Şâzilî yazmıştır. 870 [m. 1465] de şehit edildi. Resûlullaha Salevât okumanın önemini ve faydalarını anlatmaktadır. Sonra, hadis-i şeriflerden çıkardığı ve Eshâb-ı kirâmın okudukları salevât duâlarını toplayıp yazmıştır.

Tarîkat, yol demektir. Tasavvuf yolu demektir. Tasavvufun bid'at olmadığını, hepsinin Resûlullah efendimizin sünnetine uygun olduklarını, imam-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânî Ahmed Fârûkî ve Muhammed Mâsum-i Fârûkî (Mektûbât)ında uzun yazmışlardır. Bunlardan birkaçını fârisîden türkçeye tercüme ederek, yedinci ve ondokuzuncu maddelerde yazdık. Lûtfen oradan okuyunuz!

Tasavvuftan haberleri olmıyanlar, buna da saldırıyorlar. Müslümanları bu yüzden de kötülüyorlar. Muhammed Mâsum-i Fârûkî, birinci cildin yüzyetmişyedinci mektûbunda, tasavvufun ne olduğunu kısaca anlatmaktadır. Bu mektûbu da, aşağıya tercüme etmeyi uygun gördük:

Keşflere ve rü'yâlara güvenmeyiniz! Güvenilecek ve insanı Cehennemden kurtaracak şey, yalnız Kitap ile Sünnettir. Allahın Kitabına ve Peygamberin sünnetine var kuvvetinizle sarılınız! Bütün işlerinizin bu ikisine uygun olmasına çok önem veriniz! Zikretmek de, Allahü teâlânın emirlerinden biridir. Çok zikir yapınız! Her zamanınızı zikir ile geçiriniz!

[Enfâl sûresinin kırkaltıncı âyetinde meâlen, (Ey müminler! Allahü teâlâyı kalb ile ve dil ile çok zikrediniz. Felâh bulursunuz!) ve Cuma sûresinin onuncu âyetinde meâlen, (Her zaman, Allahü teâlâyı çok zikrediniz! Dünyada ve âhırette felâha kavuşursunuz!) ve Ahzâb sûresinin kırkbirinci âyetinde meâlen, (Ey müminler, Allahü teâlâyı her zaman zikrediniz!) buyurulmuştur. Tibyân tefsîrinde, Abdüllah ibni Abbâs buyurdu ki, Allahü teâlâ bütün emirleri için bir sınır koymuş, bu sınırı aşınca, özr saymıştır. Özr olanı affeylemiştir. Yalnız zikrediniz emri, böyle değildir. Bunun için bir sınır ve özr tanımamıştır. Hiçbir özr ile zikir terk edilmez. Dururken, otururken ve yatarken de zikrediniz dedi. Her yerde, her hâlde, dil ile ve kalb ile zikredin buyurdu. Beni hiç unutmayın buyurdu. Bekara sûresinin yüzelliikinci âyetinde meâlen, (Beni zikredin! Ben de sizi zikrederim!) buyuruldu.

Tibyândaki hadis-i kudsîde, (Beni zikreden kulumla birlikteyim) buyuruldu. Beyhekînin bildirdiği hadis-i şeriflerde, (Derecesi en yüksek olanlar, Allahı zikredenlerdir) ve (Allahı sevmenin alâmeti, Onu zikretmeyi sevmektir) ve (Allahın zikri, kalblerin şifâsıdır) ve (Zikir, [nâfile] sadakadan, orucdan daha hayrlıdır) ve (Allahı çok zikredeni, Allah sever) buyuruldu. Resûlullah, her ân zikrederdi. Tasavvuf, Allahü teâlâyı çok zikretmektir. Böyle tasavvuf kötülenebilir mi?]

Bu yolun en üstün derecesinin, Allahü teâlâya marifet, yâni Onu tanımak olduğunu, Allah adamları sözbirliği ile bildirmişlerdir. Bu marifet de, Allahü teâlâda yok olmak demektir. Yâni, Allahü teâlâyı tanımak demek, yalnız, Onun var olduğunu, Ondan başka herşeyin yok olduğunu anlamak demektir. İşte, tasavvuf, bu marifete, bu anlayışa kavuşturan yoldur. Nazm:

Kendini yok bil, kemâl ancak budur,

Onda yok ol, kavuşmak, işte budur!

Bu yokluğa (Fena) denir. İki türlü fena vardır: Biri (Fenâ-ı kalb) olup, kalbin Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmasıdır. Ne kadar uğraşsa, ondan başka hiçbirşeyi hâtırlayamaz. Kalb, Allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. Fenanın ikincisi, (Fenâ-ı nefis)dir. Nefsin fenası, onun yok olması demektir. İnsan kendisine ben diyemez olur. Ârifin kendisi ve eseri kalmaz. Allahdan başka hiçbirşeyi bilmez ve sevmez. Kendine ve başkalarına bir bağlılığı kalmaz. İnsanları felakete sürükliyen en büyük zehir, Allahü teâlâdan başka bir şeye düşkün olmaktır. Böyle bir ârifin îmanı, parlak bir ayna gibidir. Her işi islâmiyete uygundur. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymak, Ârif olana çok tatlı ve kolay gelir. Kendinde ucb [ibâdetlerini beğenmek] ve riyâ gibi kötü huy hiç yoktur. Her işi, her ibâdeti ihlâs iledir. Yâni, yalnız Allahü teâlâ içindir. Nefis, önce, Allahü teâlânın emirlerine âsî ve düşman iken, şimdi itmînâna kavuşmuş, kuzu gibi olmuştur. Hakîkî, tâm müslüman olmuştur.

Tasavvuf yolunda ilerlemek, kendini yok bilmek içindir. Allahü teâlâya tâm kul olmak içindir. Bu yolda ilerlemeye (Seyr) ve (Sülûk) denir. Bu yolun sonu (Fena) ve (Bekâ)dır. Yâni, Allahü teâlâdan başka herşeyi unutmak ve yalnız Allahü teâlâyı var bilmektir. Fena ile bekâya kavuşan kimseye, (Ârif) denir. İnsanın yapabileceği kulluğu, ârif yapabilir. Nefsten ileri gelen tenbellik, gevşeklik kalmaz. Tasavvuf yolunda olmak Allaha kul olmaktan kurtulmak için değildir. Kendini, başkalarından üstün yapmak için değildir. Ruhları, melekleri, cin ve nûrları görmek için değildir. Herkesin gözle gördüğü, düzgün, güzel, tatlı şeyler yetişmiyormuş gibi, başka şeyler aramanın ne kıymeti olur? Onlar da, bunlar da, hep Allahü teâlânın yarattığı varlıklardır. Hepsi yok idi. Sonradan yaratılmış şeylerdir. Allahü teâlâya kavuşmak, Onun cemâlini görmek ise, ancak âhırette, Cennette olacaktır. Dünyada olamaz. Böyle olduğunu, Ehl-i sünnet âlimleri ve tasavvuf yolunun büyükleri, sözbirliği ile bildirdiler. Dünyada ele geçen, ancak (Îkân)dır. [Bunun ne demek olduğu, (Saadet-i Ebediyye) kitabının üçüncü kısmında uzun bildirilmiştir.]

Tasavvuf yolculuğu, dünyada islâmiyeti tamamlamak içindir. İslâmiyet, üç şeyden meydana gelmiştir. Bunlar, ilim, amel ve ihlâstır. Tasavvuf, bu üçüncüsünü elde etmek içindir. Allahü teâlâya yaklaşmak, Ona kavuşmak, Onu görmek, ancak âhırette olacaktır. Bunun için, bütün gücünüzle Muhammed aleyhisselâmın yoluna sarılınız! Emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmağı huy edininiz! Unutulmuş sünnetleri ortaya çıkarmaya çalışınız! [Sünnetleri ortaya çıkarırken, fitne ve fesat uyandırmayınız. Fitne çıkarmak haramdır. Sünnet işleyeceğim derken, haram işlemeyiniz! Kaş yaparken, göz çıkarmış olursunuz!]. Rü'yâlara güvenmeyiniz. İnsan, kendini rü'yâda pâdişâh ve kutb olmuş görse, ne kıymeti olur? Bu iki mevkı' uyanık iken ele geçerse, kıymetli olur. Bir kimse, uyanık iken de pâdişâh olsa, yeryüzünde bulunan herşey onun emrinde olsa, büyüklük sayılır mı? Kabir ve kıyâmet azâblarından kurtulmaya yarar mı? Aklı olan, ileriyi görebilen kimse, böyle şeylere gönül bağlamaz. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeyleri yapmaya çalışır. Fena derecesine varmaya uğraşır. Yüzyetmişyedinci mektûbun tercümesi tamam oldu.

İmâm-ı Rabbânî, birinci cilt, üçyüzaltıncı mektûbunda buyuruyor ki: Fena, mâ-sivâyı [yâni, Allahü teâlâdan başka herşeyi, yâni Onun sevmediklerini] kalbin unutması demektir. Allahü teâlâdan başka şeylere muhabbeti, bağlılığı kalbden çıkarmak için, fena bulmak lâzımdır. Mahlûklar unutulunca, kalbin bunlara bağlılığı da yok olur. Vilâyet yolunda, mahlûkları sevmekten kurtulmak için, fena lâzımdır. Nübüvvet yolunda ise, lâzım değildir. Çünkü, nübüvvet yolunda Allahü teâlâya [ve Onun sevdiklerine] muhabbet vardır. Bu muhabbet varken, mahlûkları unutsa da, unutmasa da, onlara muhabbet olamaz. Mahlûkları bilmek, onları sevmeye sebep olduğu için kötü olmaktadır. Mahlûkları sevmek kalmayınca, onları bilmek, tanımak kötü olmaz. [Vilâyet yolu ile vâsıl olan için de böyledir.]

Muhammed Mâsum, birinci cildin 93.  mektûbunda buyuruyor ki, fena, bâtında [kalbde] olur. Ârif, fenaya kavuştuktan sonra da, zevcesini, çocuklarını ve ahbablarını, eskisi gibi tanır. [İbâdetleri yapmakta, mahlûklara olan vazîfelerini, borçlarını ödemekte kusur etmez.] Kalbin bilmesi başkadır. Zâhirin [aklın, fikrin] bilmesi başkadır. Kalb, görmekten, bilmekten kurtulduğu [yâni, fenaya kavuştuğu] zaman, zâhirin görmesi, bilmesi yine devam eder.

Tasavvuf yollarının hepsi, Resûlullahdan feyz [marifet, yardım] almaktadır. Eshâb-ı kirâmın hepsi, O kaynaktan, doğrudan doğruya ışık, marifet aldı. Sonra gelenler, bu marifetleri, Eshâb-ı kirâmdan aldı. Yalnız, Hz. Ebû Bekr ile Hz. Aliden alınan feyzler, marifetler bugüne kadar geldi. Başka Sahâbîlerden gelen feyzler, birkaç asırda n sonraya varamadı. Feyz almak için, bu feyze kavuşmuş olan sâlih bir kimseyi bulmak, onu sevmek, onun yanında yetişmek lâzımdır. Vehhâbî kitabı da, bunun lâzım olduğunu bildiriyor. Üçyüzotuzbeşinci sayfasında, (Allahü teâlâyı sevmeye kavuşturan on sebebden dokuzuncusu, Allahın sâdık olan sevenlerinin yanında bulunmaktır. Onların sözlerini dinleyip faydalanmaktır. Onların yanında az konuşmaktır) diyor. Böyle sâlih kullara (Mürşid-i kâmil) veya (Rehber) denir. Taberânînin bildirdiği ve (Künûz-üd-dekâık)de yazılı hadis-i şerifte, (Herşeyin bir kaynağı vardır. Takvânın kaynağı, âriflerin kalbleridir) buyuruldu. Deylemînin bildirdiği hadis-i şerifte, (Sâlihleri anmak, günahları temizler) ve (Âlimin yanında bulunmak ibâdettir) ve (Âlimin yüzüne bakmak ibâdettir) buyuruldu. Muhammed ibni Hibbânın [İbni Hibbân şâfi'î 354 [m. 965] de Semerkandda vefât etti.] bildirdiği hadis-i şerifte, (Zikir, sadakadan daha faydalıdır) buyuruldu. Deylemînin bildirdiği hadis-i şerifte, (Zikir, nâfile orucdan daha hayrlıdır) buyuruldu. (Künûz-üd-dekâık) kitabında (Resûlullah, yürürken her adımda zikrederdi) diyor. Buradaki hadis-i şerifte, (Allahı çok zikretmek, kalbi nifâktan temizler) buyuruldu. Deylemînin ve Münâvînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Her hastalığın şifâsı vardır. Kalbin şifâsı, Allahü teâlâyı zikretmektir) buyuruldu. Tasavvuf, zikretmek ve ârifleri hâtırlamak, onları sevmek ve Resûlullahın yoluna yapışmaktır. Bu ve benzeri hadis-i şerifler ve bunların çıkarılmış oldukları âyet-i kerimeler, tasavvufu emretmektedir.

Tasavvuf yollarının çeşidli ismler taşıması, câhilleri aldatmasın! Tasavvuf yolunda bulunanlar, kendilerine feyz gelmesine sebep olan Rehberlerin adını söylemiş, bu ismler, tarîkat adı hâline gelmiştir. Meselâ, bir memlekette, yüzlerce lise vardır. Her lisede aynı, ortak dersler okunur. Fakat, hocaları başka başka olduğundan, yetişme şeklleri de başkadır. Fakat, her lise mezunu, ortak bilgilere ve ortak haklara mâliktir. Herbiri, ölünceye kadar, hocalarını söyler ve över. Hocalarının ayrı olması, yetişme metodlarının farklı olması, hiçbiri için kusur olmaz. Tasavvuf yollarının farklı olması da, böyledir. Hepsine Resûlullahın mübârek kalbinden saçılan feyzler, marifetler gelmiştir. Üstâdlarının ve ismlerinin başka olması, hiçbiri için kusur olamaz.

Tasavvuf yollarının başka ismleri taşımalarının sebebi, yedinci maddede de bildirilmiştir.

Evet, islâm ahkâmına uymıyan, ibâdet yapmıyan, dünya menfaatleri peşinde koşan, nefslerine, şehvetlerine düşkün, kötü kimseleri, Allah da, kul da sevmez. Bunların tasavvufcuyum, kerâmet sahibiyim demelerine inanmamalıdır. Fakat bu yüzden tasavvufu kötülememelidir. Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten demelidir.

İskat ve telkîn, bid'at değildir. Dînimizin emri ile yapıldıkları (El-Besâir) ve (Saadet-i Ebediyye) kitaplarında vesikaları ile uzun yazılıdır. Lûtfen oradan okuyunuz! Buhârîde ve Müslimde ve imam-ı Ahmedin Müsnedinde ve Münâvîde yazılı hadis-i şerifte,(Ölülerinize kelime-i tevhîd telkîn ediniz!) buyuruldu. Tenbellerin, kötü kimselerin iskâta ve telkîne güvenerek ibâdet yapmıyacaklarını, kötülük yapacaklarını söylemek, dînimizin bu iki emrini kötülemek olur. Tenbeller ve kötüler, Allahü teâlânın merhametini, affedici olduğunu ileri sürerek, ibâdeti bırakıyor, her kötülüğü, taşkınlığı yapıyorlar. Acaba buna karşı ne diyecekler?

Dinde herşey bildirildi. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri araştırdı. Eshâb-ı kirâmdan işittiklerini, öğrendiklerini kitaplarına yazdılar. Biz de, dînimizi bu kitaplardan öğreniyoruz. Kitabın yazarı, bu bilgileri bozmaya, islâmiyeti değiştirmeye uğraşıyor. Herkesi aldatabilmek için, âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere yanlış, bozuk mânalar veriyor. Resûlullah, müslüman adını taşıyanların yetmişüç fırkaya [partiye] bölüneceklerini, bunlardan yetmişikisinin Cehenneme gideceklerini, yalnız Eshâbının yolunda gidenlerin Cennete gideceklerini bildirdi. Bu bir fırka, (Ehl-i sünnet) olan müslümanlardır. Çünkü, Ehl-i sünnet âlimleri, bütün bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan aldılar. Her işlerinde Kitaba ve sünnete sarıldılar. (Ehl-i sünnet vel-cemaat) demek, Resûlullahın ve Onun cemaatinin, yâni Eshâbının yolunda olan müslümanlar demektir. Ehl-i sünneti kötüliyeceği yerde, bozuk ve sapık olan yetmişiki fırkayı kötüleseydi, doğru bir iş yapmış olurdu. Fakat, böyle yapmadı. Çünkü, âyet-i kerimelerde meâlen, (Habîs, kötü olanlar, habîslerle işbirliği yaparlar) buyuruldu. Kendisi de habîs, sapık olduğu için, sapıklarla birleşerek, Ehl-i sünnete saldırdı. Bütün müslümanların birleşmeleri, kardeş olmaları lâzımdır. Fakat hak yolda, Ehl-i sünnet yolunda birleşmek lâzımdır. Resûlullah sapıkların birleşemiyeceklerini, yetmişiki fırkaya parçalanacaklarını bildirdi. Müslümanlar, sapıtmamalıdır. Hak yola, Ehl-i sünnetin doğru yoluna gelmeleri, hidâyete kavuşmaları, sapıklıktan kurtulmaları lâzımdır.

Resûlullah efendimiz, (İşlerinizi şaşırdığınız zaman, kabirdekilerden yardım isteyiniz!) buyurdu. Eshâb-ı kirâmın hepsi, bu hadis-i şerife uyarak, kabr-i saadeti ziyâret etti. Habîbullahdan istigâse ettiler, yardım dilediler. Böylece, murâdlarına kavuştular. Resûlullah da, vesîleye yapışırdı. Kul ile istigâse ederdi. İbni ebî Şeybenin bildirdiği ve Münâvînin (Künûz-üd-dekâık) kitabında yazılı olduğu gibi, (Resûlullah sıkıntılı olduğu zamanlarda Eshâb-ı kirâmın fakirlerini vesîle ederek, bunlar hurmetine, Allahü teâlâdan yardım isterdi). Böyle yaptığı, imam-ı Rabbânînin (Mektûbât)ında da yazılıdır. Asırlar boyunca, islâm âlimleri de, Velîler de, Sâlihler de, bu hadis-i şerife uydu. Kitabın yazarı, islâmiyette böyle şey yoktur diyerek, bu ve benzeri hadis-i şeriflere karşı geliyor. Yalanlarla, iftirâlarla, islâmiyeti bozmaya kalkışıyor. Hakîkî müslümanlara kâfir, müşrik diyor. Allahü teâlâ, nice âyet-i kerimelerde meâlen, (Zikrediniz, tesbîh okuyunuz! Allahü ekber deyiniz) buyuruyor. Resûlullah da, bunları okuyor ve okumamızı emrediyor. Çekirdeklerden dizilmiş tesbîhi görüp, mani olmadı. Bu ise, müslümanlıkta böyle şeyler yoktur diyor. Güneş balçıkla sıvanamaz! Dînimiz türbeleri yıkmağı emretti diyerek yalan söylüyor. Eshâb-ı kirâm Resûlullahın türbesini yıktı mı? Yıkmadılar. Türbeyi, ağlıyarak, yalvararak ziyâret ettiler.

Allahü teâlâ, (Peygamberime itaat ediniz!) buyurdu. Resûlullah da, (Kabirde olanlardan yardım isteyiniz!) buyurdu. Deylemînin ve Münâvînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (Kabirdekiler olmasaydı, yer üstündeki insanlar yanarlardı) buyuruldu.

Müslümanlar, hiçbir kabirden, hiçbir ölüden birşey istemez. Meyyit hurmeti ve hâtırı için, Allahü teâlâdan ister. Allahü teâlâ da, o sevdiği kulunun hâtırı için, bu dileği ihsân eder, verir. Müslümanlar, bir Ârifin, Velînin ruhundan, feyz ve marifet ister. Böylece o Velînin ruhaniyetinden feyz alır. Faydalanır. Böyle, ruhlardan istifâde ederek, Velî olanlara, (Üveysî) denir. Müslümanlar, dünya işleri için hem çalışır, teknikte ilerler. Hem de, Allahü teâlâya duâ eder, yalvarır, yardım dilerler.
Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri