15- Mescide girenlerin, hucre-i se'âdeti ziyâret etmeleri caiz değilmiş. Buna (Mir'ât-i Medîne kitâbından cevâb verildi.

15 - İkiyüzellidokuzuncu sayfasında, (Mescid-i nebevîye namaz kılmak için girenin, selâm vermek için, kabre gitmesi yasaktır. Mescide her girişte, kabr-i Nebîye gitmeye, imam-ı Mâlik mekruhtur dedi. Sahâbe ve Tâbiîn mescide gelir. Namaz kılar ve çıkarlardı. Selâm vermek için kabre gelmezlerdi. Çünkü, islâmiyette böyle birşey emredilmemiştir. Meyyitin ruhunun, kendi şeklinde görünmesi yalandır. Böyle görünmek, yalnız Mîraç gecesi olmuştur. Eshâbın yapmadıklarını, sonra gelenler yaptılar. Eshâbdan birkaçı, yalnız uzaktan gelince, yalnız selâm vermek için kabre uğrardı. Abdüllah ibni Ömer yoldan gelince, kabre uğrar selâm verirdi. Başkasının böyle yaptığı görülmedi. Ahmed Rıfâ'înin Peygamberin elini öptüğü yalandır, uydurmadır. Hucre-i saadet önünde duâ ederken, kabre dönmeyip kıbleye dönmek lâzım olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. Hucre-i saadeti ziyâret için, uzak yerlerden gelmek hadis ile yasak edilmiştir) diyor.

(Mir'ât-i Medîne) kitabında diyor ki:

Hadis-i şerifte, (Kabrimi ziyâret edene şefaatim vâcib oldu) buyuruldu. Bu hadis-i şerifi ibni Huzeyme ve Bezzâr ve Ali DâreKutnî [Dâre-Kutnî 385 [m. 995] de vefât etti.] ve Süleymân Taberânî [Taberânî 360 [m. 971] de vefât etti.] haber vermektedir. Bezzâr hazretlerinin bildirdiği başka bir hadis-i şerifte, (Kabrimi ziyâret edene şefaatim helâl oldu) buyuruldu. Müslim-i şerifteki ve Ebû Bekr bin Mekkârînin (Mu'ceme) kitabında bildirilen hadis-i şerifte, (Bir kimse beni ziyâret etmek için gelse ve başka birşey için niyeti olmasa, kıyâmet günü, ona şefaat etmemi hak etmiş olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerif, Resûlullahı ziyâret etmek için Medîne-i münevvereye gelenlere, şefaat edeceğini haber vermektedir.

İmâm-ı Taberânînin ve Dâre-Kutnînin ve diğer hadis imamlarının bildirdikleri hadis-i şerifte, (Hac edip kabrimi ziyâret eden kimse, beni diri iken ziyâret etmiş gibi olur) buyuruldu. İbni Cevzî de, bu hadis-i şerifi haber vermektedir. Dâre-Kutnînin haber verdiği başka bir hadis-i şerifte, (Hac edip de, beni ziyâret etmiyen kimse, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerifi imam-ı Mâlik de bildirmiştir. Resûlullahın ziyâret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevap kazanmaları içindir. İmâm-ı Beyhekînin haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ, ruhumu geri verir. Onun selâmına cevap veririm) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadis-i şerife dayanarak, Peygamberler mezarlarında diridirler buyurdu. Mübârek ruhunun geri verilmesi demek, yüksek makamında iken, selâm verene cevap verir demektir.

Peygamberlerin mezarlarında diri olduğunu bildiren hadis-i şerifler o kadar çoktur ki, birbirlerini kuvvetlendirmektedirler. Meselâ, (Kabrimin yanında, benim için okunan salevâtı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir) buyurulmuştur. Bu hadis-i şerifi Ebû Bekr bin Ebî Şeybe bildirmiştir ve altı büyük hadis imamının kitaplarında vardır.

Abdüllah bin Abbâstan ibni Ebiddünyanın haber verdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selâm verse, meyyit onu tanır ve cevap verir. Tanımadığı meyyite selâm verirse, meyyit sevinir ve cevap verir) buyuruldu. Resûlullah, dünyanın her yerinde, aynı zamanda salât ve selâm edenlerin herbirine ayrı ayrı nasıl cevap verir denilirse, güneşin bir anda binlerce şehre ışık salması gibidir cevabı verilir. Resûlullah hazretlerine selâm verince, onu tanıdığı ve cevap verdiği anlaşılınca, bir müslüman için bundan büyük bir şeref ve saadet olabilir mi? İbrâhîm bin Bişâr, (Hac ettikten sonra, kabr-i saadeti ziyâret için Medîneye gittim. Hücre-i saadet önünde selâm verdim. Vealeykesselâm cevabını işittim) buyurmuştur. Şiir:

Sakın terk-i edebden, küy-i mahbûb-i Hudâdır bu,

Nazargâh-ı ilâhîdir, makam-ı Mustafâdır bu!

Murâ'ât-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâhe,

Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-i Enbiyâdır bu!

Hadis-i şerifte, (Ben öldükten sonra, diri iken olduğu gibi anlarım) buyuruldu. Başka bir hadis-i şerifte, (Peygamberler kabirlerinde diri olup namaz kılarlar) buyuruldu. Bu hadis-i şerifler, Peygamberimizin kabirde, bilmediğimiz bir hayat ile diri olduğunu göstermektedir. Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfâ'înin ve birçok Velîlerin, Resûlullaha verdikleri selâmın cevabını işittikleri ve Ahmed Rıfâ'înin, Resûlullahın mübârek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitaplarda yazılıdır. Bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamaya benzer. Seyyid Ahmed Rıfâ'î, 578 [m. 1183] de Basrada vefât etti. İkinci Abdülhamîd hân bunun türbesini ve mescidini tâmîr ve fevkal'âde tezyîn etti. İslâm âlimlerinin büyüklerinden Celâleddîn Abdürrahmân Süyûtî (Şeref-ül Muhkem) adındaki kitabında bunlara vesikalarla cevap vermekte, Resûlullahın kabrinde diri olup, selâm verenleri işittiğini isbât eylemektedir. Bu kitabında bildirdiği hadis-i şeriflerden biri (Mîraç gecesinde, Mûsâ Peygamberi kabrinde namaz kılarken gördüm)dür. Bu hadis-i şerifi, (Hilye) kitabının sahibi Ebû Nu'aym da bildirmektedir. Abdürrahmân Süyûtî, 911 [m. 1505] de Mısrda vefât etmiştir.

Ebû Ya'lânın [Ahmed Ebû Ya'lâ 307 [m. 920] de Mûsulda vefât etti.] (Müsned)inde bulunan bir hadis-i şerifte, (Peygamberler, kabirlerinde diri olup namaz kılarlar) buyuruldu. Resûlullah son hastalığında, (Hayberde yimiş olduğum yemeğin acısını her zaman duyardım. O gün yidiğim zehir, şimdi ebherimi, yâni avort damarımı koparmaktadır) buyurdu. Bu hadis-i şerif, Resûlullahın şehit olarak vefât ettiğini bildiriyor. Allahü teâlâ, İmrân sûresinin yüzaltmışdokuzuncu âyetinde meâlen, (Allah yolunda şehit olanları, ölü sanmayınız! Onlar diridirler) buyurdu. Resûlullah efendimizin de bütün şehitler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmaktadır.

İmâm-ı Süyûtî kitabında, (Yüksek derecedeki Velîler Peygamberleri ölmemiş gibi görürler. Peygamber efendimizin Mûsâ aleyhisselâmı mezarında diri olarak görmesi bir [Mucize] idi. Evliyânın da böyle görmeleri [Kerâmet]dir. Kerâmete inanmamak, câhillikten ileri gelir) buyurmaktadır.

İbni Habbân ve İbni Mâce ve Ebû Dâvüdün bildirdikleri hadis-i şerifte, (Cuma günleri bana çok salevât okuyunuz! Bunlar, bana bildirilir) buyuruldu. Öldükten sonra da bildirilir mi denildikte, (Toprak, Peygamberlerin vücûdünü çürütmez. Bir mümin bana salevât okuyunca, bir melek bana haber vererek, ümmetinden falan oğlu filan, sana selâm söyledi ve duâ etti der) buyurdu. Bu hadis-i şerifler, Peygamberimizin mezarında, dünyadakilerin bilemediği bir hayat ile diri olduğunu göstermektedir. Zeyd bin Sehl buyurdu ki, bir gün Resûlullahın huzurunda oturuyordum. Mübârek yüzü gülüyordu. Niçin tebessüm buyurduklarını sordum. (Nasıl sevinmiyeyim? Biraz önce Cebrâîl aleyhisselâm müjde getirdi: Allahü teâlâ buyurdu ki, ümmetinden biri sana bir salevât söyleyince, Allahü teâlâ, ona karşılık on salevât eder dedi) buyurdu.

Resûlullah diri iken, Eshâbına Allahü teâlânın bir rahmeti olduğu gibi, öldükten sonra da bütün ümmeti için, büyük nîmettir. İyiliklere sebebdir.

Mehâl bin Amr diyor ki, bir gün Sa'îd bin Müseyyib ile birlikte Ümm-i Seleme vâlidemizin odasının yanında oturuyordum. Birçok kimse ziyâret için Hucre-i saadet önüne geldiler. Sa'îd, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! Resûlullahı kabirde sanıyorlar. Peygamberler kabirlerinde kırk günden ziyâde kalırlar mı? dedi. Hâlbuki Sa'îd Medînedeki Harre denilen felaket gününde, Kabr-i saadetten ezan sesi işittiğini haber vermiştir. Hz. Osman evi sarıldığı zaman, (Ben Medîneden ve Resûlullahın yanından ayrılıp başka yere gitmem) buyurmuştur. Mehâl bin Amrın Sa'îdden işittim dediği söz doğru olsaydı, Resûlullah kabrini ziyâret için çağırmazdı. Şöyle ki: Bilâl-i Habeşî Kudüsün fethinden sonra, rü'yâsında Resûlullahdan aldığı emir üzerine Medîneye gelip, Kabr-i saadeti ziyâret etti. Müslümanların halîfesi olan Ömer bin Abdülazîz Şâmdan Medîneye husûsî memurla salât ve selâm gönderirdi. Hz. Ömer Kudüsü aldıktan sonra, Medîne-i münevvereye dönünce, önce Hucre-i saadete girip, Resûlullahı ziyâret etti ve salât ve selâm söyledi. [Sa'îd bin Müseyyib, Medînedeki yedi meşhûr âlimden biri olup, 91 [m. 710] de Medînede vefât etmiştir.]

Yezîd bin Mehrî diyor ki, Şâmdan Medîneye giderken, Mısr vâlîsi olan Ömer bin Abdülazîze uğradım. [Ömer bin Abdülazîz 101 [m. 720] de şehit edildi.] Bana dedi ki, ey Yezîd! Resûlullahı ziyâret saadetine kavuştuğun zaman benden salât ve selâm söylemeni ricâ ederim!

Abdüllah ibni Ömer, her seferden dönüşte, Hucre-i saadete girer, önce Resûlullahı, sonra Hz. Ebû Bekri, ondan sonra babası Hz. Ömeri ziyâret edip, her birine selâm verirdi. Bunu, imam-ı Nâfi' haber vermektedir. Doğru olduğunu (Feth-ul Mecîd) vehhâbî kitabı da yazmaktadır. Hem, Peygamberin kabrini ziyâret etmek, islâmiyette bildirilmemiştir diyor. Hem de, yalnız Abdüllah bin Ömer ziyâret ederdi diyor. Başkaları ziyâret etmedi diyor. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâmın çoğunun ziyâret ettikleri, kıymetli kitaplarda bildirilmiştir. [Nâfi', Abdüllah bin Ömerin âzâdlısı idi. 120 [m. 737] de, Medînede vefât etti.] Abdüllah ibni Ömerin islâmiyette izin verilmemiş bir şeyi yaptığını söylemek çirkin bir iftirâdır. Kitabın yazarı, işine geldiği zaman, Eshâb-ı kirâmı çok övmekte, işine gelmediği zaman da, böyle çok çirkin iftirâ yapmaktan sıkılmamaktadır. Kabr-i saadeti ziyâret edip, salât ve selâm okumak câiz olmasaydı, Abdüllah bin Ömer böyle yapmazdı ve onu gören Eshâb-ı kirâm yasak olduğunu ona söylerlerdi. Onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, câiz ve sevap olduğunu göstermektedir. İmâm-ı Nâfi' diyor ki, Abdüllah ibni Ömerin Resûlullahın kabri başına gelip, (Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!) dedikten sonra, (Esselâmü aleyke yâ Ebâ Bekr!) dediğini ve sonra (Esselâmü aleyke yâ ebî) dediğini, belki yüzden fazla gördüm.

Hz. Ali, birgün mescid-i şerife girip, Fâtımanın odası önünde çok ağladı. Sonra Hucre-i saadete girip, (Esselâmü aleyke yâ Resûlallah) dedi. Yine ağladı. Sonra, (Aleykümesselâm ya ehaveyye ve rahmetullah) diyerek, Hz. Ebû Bekr ile Hz. Ömere selâm verdi. Sonra çekilip gitti.

Bunun için, fıkh âlimlerimiz hac vazîfesini yaptıktan sonra, Medîne-i münevvereye gelerek, Mescid-i şerifte namaz kıldılar. Sonra (Ravda-i mutahhera) ile minber-i münîri ve Arş-ı âlâdan eftal olan Kabr-i şerifi, sonra oturdukları, yürüdükleri, dayandıkları yerleri, vahy geldiği zaman dayandıkları direği ve mescid yapılırken ve tâmîr edilirken çalışan ve para vermekle şereflenen Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin geçtikleri yerleri ziyâret ederler, görmekle bereketlenirlerdi. Onlardan sonra gelen âlimler, sâlihler de, hacdan sonra Medîneye gelirler, fıkh âlimlerimiz gibi yaparlardı. Bugüne kadar hâcılar da, bunun için Medîne-i münevverede ziyâretler yapmaktadırlar.

Âlimler, önce Medîneye mi gitmeli, yoksa Kabr-i saadeti hacdan sonra mı ziyâret etmeli suâline başka başka cevap verdiler. Tâbiînin büyüklerinden Alkama ve Esved ve Amr bin Meymûn önce Medîneye gitmeli dediler. İslâm âlimlerinin güneşi olan imam-ı a'zam Ebû Hanîfe önce Hac yapmak, sonra Mekkeden Medîneye gitmek daha iyi olur buyurdu. Ebülleys-i Semerkandînin fetvâsında da böyle yazılıdır. [Ebülleys Nasr Semerkandî, 373 [m. 985] de vefât etmiştir.]

Sultan ikinci Abdülhamîd hân [Abdülhamîd hân 1336 [m. 1918] de vefât etti.] zamanında bundan dolayı Osmanlı hâcılarının iki bayram arasında Medîne-i münevvereye gidip, hac zamanı gelince, Medîneden Mekkeye gitmeleri âdet olmuştur. Hâcıların bir kısmı da, önce Mekkeye gidiyor. Arafâttan sonra Medîneye gelip ziyâretleri yapıyorlar. Buradan Yenbû' iskelesine gelip vapurlara biniyorlar. Süveyş kanalı yolu ile memleketlerine dönüyorlardı.

(Şifâ-i şerif) kitabının yazarı kâdı İyâd ve Şâfi'î âlimlerinden imam-ı Nevevî ve Hanefî âlimlerinden ibni Hümâm buyurdular ki, Resûlullahın mübârek türbesini ziyâretin çok sevap olduğu, icmâ'i ümmet ile belli olmuştur. Vâcib diyen âlimler de vardır. Kabir ziyâreti sünnettir. Kabirlerin en kıymetlisi olan (Hucre-i saadet)i ziyâret, sünnetlerin en kıymetlisi olur. [Kâdı İyâd 544 [m. 1150] de Merrâkişte, Yahyâ Nevevî 676 [m. 1277] de Şâmda, İbni Hümâm Muhammed Sivâsî de 861 [m. 1456] de vefât ettiler.]

Resûlullah Bakî kabristanını ve Uhud şehitlerini ziyâret ederdi. Hindistânın büyük âlimlerinden, Abdülhak-ı Dehlevî 1052 [m. 1642] de vefât etti. Fârisî (Medâric-ün-nübüvve) kitabında Uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki, Ebû Ferde buyurdu ki, Resûlullah, birgün Uhud şehitlerini ziyâret etti. (Ey ibâdete lâyık olan Rabbim! Senin bu kulun ve Resûlün şâhidim ki, bunlar senin rızanı kazanmak için şehit oldular!) dedikten sonra, bize dönerek, (Bir kimse bunları ziyâret ederse ve selâm verirse, bunlar o selâm sahibine cevap verirler. Kıyâmete kadar, böyle cevap verirler) buyurdu. Peygamberimiz, Uhud şehitlerini ziyârete gider, (Sabr ettiniz. Size selâm olsun!) buyururdu. Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer de, halîfe iken, Uhud şehitlerini ziyâret ederek, böyle söylerlerdi. Fâtıma-ı Huzâiyye diyor ki, Uhud meydanından geçiyordum. (Ey Resûlün amcası Hamza, sana selâm olsun!) dedim. (Allahın selâmı ve rahmeti ve bereketi sana olsun!) cevabını işittim. Utâf bin Hâlid Mahzûmî teyzesinden haber verdi ki, Uhud şehitlerini ziyârete gitmişti. Şehitlere selâm verdi. Selâmına cevap verdiler ve (Biz sizi tanıyoruz) dediler.

Nisâ sûresinin altmışüçüncü âyetinde meâlen, (Onlar nefslerine zulmettikten sonra, gelirler. Allahü teâlâdan af dilerler. Resûlüm de, onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tevbeleri kabûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, Kabr-i saadeti ziyâret etmeyi emretmektedir. Bu âyet-i kerime, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. Kabr-i saadeti ziyâret ederken, bu âyet-i kerimeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmiştir.

İmâm-ı Ali buyurdu ki, Muhammed bin Harp Hilâlîden işittim. Dedi ki, Resûlullah defnolunduktan üç gün sonra, Hucre-i saadeti ziyâret edip, bir köşeye oturmuştum. Bir köylü gelip, kendini Kabr-i saadet üzerine attı. Kabr-i şerif üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçtı. Yâ Resûlallah ! Hak teâlâ senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki âyet-i kerimeyi okudu. Ben, nefsime zulmettim. İstiğfâr için seni vesîle ediyorum, dedi. Kabr-i saadetten bir ses gelerek, sana müjde olsun! Günahların affedildi dediği işitildi.

Resûlullah, Uhud şehitlerini ziyâret için, Medîneden Uhuda teşrîf etmiştir. Bundan dolayı, Kabr-i saadeti ziyâret için, Medîne-i münevvereye gitmek de elbette ibâdet olur. Bunun çok sevap olduğunu, islâm âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir.

(Yalnız üç mescide ziyâret için gidilir) hadis-i şerifi, Kabr-i saadeti ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmenin çok sevap olduğunu göstermektedir. Bu ziyâreti yapmıyanlar, bu çok sevaptan mahrum kalırlar. Belki de, vâcibi terk etmiş olacaklardır. Bu üç mescidden başkasını ziyâret için, uzak yola çıkmak, Allah rızası için olursa câizdir. Başka niyetlerle olursa haramdır. [Bu üç mescid: Mescid-i haram ve mescid-i Nebevî ve mescid-i Aksâdır.]

Suâl: İmâm-ı Hasen bin Ali, Kabr-i saadet yanında ziyâretcilerin kabre yaklaşmalarına izin vermezdi. İmâm-ı Zeynel'âbidîn [Zeynel'âbidîn Ali 94 [m. 713] de şehit edildi.] de, Resûlullahın, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Evlerinizi mezarlık yapmayınız! Bulunduğunuz yerde bana salât ve selâm söyleyin! Söyledikleriniz bana bildirilir) buyurduğunu söyliyerek, Kabr-i saadete yaklaşmaya izin vermezdi. Buna ne dersiniz?

Cevap: Bu sözler, (yalnız üç mescide ziyâret için gidilir) hadis-i şerifine uygun değildir. Fakat, bu iki imamın sözü, ziyârette saygısızlık yapanlar için olsa gerektir. Hattâ imam-ı Mâlik, Kabr-i saadet yanında çokca oturmaya izin vermemiştir. İmâm-ı Zeynel'âbidîn Hucre-i saadeti ziyâret ederdi. (Ravda-i mutahhera) tarafındaki direk yanında durup, selâm verirdi. Resûlullahın mübârek başının, hucrenin bu tarafında olduğu, bundan anlaşılırdı. Resûlullahın mübârek zevcelerinin odaları (Mescid-i saadet) içine katılmazdan önce, burası, ziyâret yeri idi. Hucre-i saadetin kapısı önünde durup selâm verirlerdi.

Hârun bin Mûsâ Hirevî, ceddi Alkamaya sordu ki, Peygamberimizin mübârek zevcelerinin odaları Mescid-i saadete katılmazden önce Kabr-i saadet hangi tarafından ziyâret olunurdu? Alkama, Hz. Âişenin vefâtından önce, Hucre-i saadet kapısı kapatılmamış olduğundan, bu kapı önünden ziyâret olunurdu cevabını verdi.

Hadis âlimlerinden hâfız Abdülazîm Münzirî, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadis-i şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyâret ediniz demektir, dedi. Yâni, (Benim kabrimi, yılda bir iki kere ziyâret etmekle bırakmayınız! Her vakit ziyâret ediniz!) demektir dedi. (Evlerinizi mezarlık yapmayınız!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demektir dedi. Mezarlıkta namaz kılmak câiz olmadığı için, Abdülazîm-i Münzirînin sözü doğru olmaktadır. Âlimlerin çoğuna göre, Kabr-i saadeti ziyâret için, bayram günleri gibi belli zamanlar ayırmayın demektir dediler. Yahudiler ve hıristiyanlar Peygamberlerin mezarlarını ziyâret etmek için çalgılı, oyunlu toplantı yaparlardı. Abdülazîm Münzirî, 656 [m. 1257] de Mısrda vefât etti.

Bunlardan anlaşılıyor ki, Kabr-i saadeti ziyâret için gelenler, selâm verip duâ ettikten sonra, durmayıp gitmelidir. Müslümanlar, Kabr-i saadeti ziyâret etmeği, ibâdet ve çok sevap bilmeli. Ne kadar uzak olursa olsun, ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmeli. Sık sık ziyâret etmeye çalışmalıdır. Yâni hac farîzası ömründe bir kere olduğu gibi, Medîne-i münevvereye gitmeyi de, ömründe bir kereye bırakmamalıdır. Gücü yettikçe gidip ziyâret etmeli. Fakat, (Hucre-i saadet) önünde çok durmamalıdır.

İslâm âlimlerinin güneşi Ebû Hanîfe, müstehabların en üstünlerinden olan, Kabr-i saadetin ziyâreti, vâcib derecesine yakın bir ibâdettir buyurdu.

Kabr-i saadeti ziyâret etmeyi adak yapanların, şâfi'î mezhebine göre, bu adaklarını yapmaları lâzım olur. Başka mezarları ziyâreti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları için sözbirliği yok ise de, adaklarını yapmaları daha iyi olur.

Mescid-i haramı yürüyerek ziyâreti nezr edenlerin, bu adaklarını yapmaları lâzımdır. Çünkü, (Mescid-i haram) içinde, hac farîzeleri yapılmaktadır. (Mescid-i saadet)de ise, Kâbe-i muazzamadan ve Kudüsteki (Mescid-i aksâ)dan daha kıymetli olan (Kabr-i saadet) vardır. Bu mübârek mescide yürüyerek gitmeyi nezr etmek, Kabr-i şerifi ziyâret etmeyi de niyet etmek olduğu için, bu nezri yerine getirmek de, elbet lâzım olur.

(Kâbe-i muazzama)yı ziyâret için yapılan nezri yerine getirmek dört mezhepte de lâzımdır. Mescid-i saadet ile Mescid-i aksânın ziyâreti için yapılan nezri yerine getirmek lâzım olduğunda sözbirliği olmadı. Bu ayrılık, Mescid-i saadeti ziyâret içindir. Kabr-i saadeti ziyâret için nezr yapanların, bu adaklarını yerine getirmeleri lâzımdır.

Suâl: Ebû Muhammed bin Ebû Zeydden soruldu ki, vekîl olarak hacca gönderilen ve Kabr-i saadeti de ziyâret etmesi emrolunan kimse, hac edip, Kabr-i saadeti ziyâret etmeden geri dönse, ziyâret için, kendisine verilmiş olan parayı geri vermesi lâzım olur mu?

Cevap: İbni Zeyd cevabında buyurdu ki, bu parayı geri vermesi lâzım olur. [Abdüllah Ebû Muhammed bin Zeyd, mâlikî âlimlerinin büyüklerindendir. 389 [m. 999] da vefât etti.]

Kabr-i saadeti ziyâret için imam-ı Mâlik buyurdu ki, Mescid-i şerife girdikte, kıbleyi arkaya almalı, yüzünü Hucre-i saadete karşı dönmelidir. Edeb ve saygı ile, selâm verip, salevât-ı şerife okumalıdır. Mescid-i şerife girince, önce iki rekât (Tehıyye-tülmescid) namazı kılmalıdır. Bunu (Ravda-i mutahhera) içinde kıldıktan sonra, (Muvâcehe-i saadet) karşısında durup, önce Resûlullaha, sonra Hz. Ebû Bekre ve Hz. Ömere selâm vermeli, sonra belli duâları okumalıdır. Çünkü, Resûlullah ve her mümin, ziyârete gelenleri ve bunların selâmlarını, duâlarını işitirler. Dilediği gibi ve hâtırına geldiğini söyleyerek duâ etmek câiz ise de, âlimlerin bildirdikleri belli duâları okumak daha faydalı olur.

İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe buyurdu ki, ben Medînede iken, sâlihlerden Eyyûb-i Sahtiyânî gelip, Mescid-i şerife girdi. Yüzünü Kabr-i nebevîye döndü. Kıble arkasında kaldı. Ayakta ağladı. [Eyyûb-i Sahtiyânî, 131 [m. 748] de, Basrada vefât etti.]

Ebülleys-i Semerkandînin [Ebülleys Nasr Semerkandî 373 [m. 983] de vefât etti.] imam-ı a'zam Ebû Hanîfeden haber verdiğine göre, kıbleye dönülür. Hucre-i saadet arkada kalır. Şeyh Kemâleddîn ibni Hümâm, imam-ı a'zam Ebû Hanîfenin Müsnedinde bildirdiği üsûle bakılırsa, Ebülleys ile ona uyanların bildirdikleri, İmâm-ı a'zamın önceki ictihâdı olduğu anlaşılır. Sonra, Hucre-i saadete karşı ziyâret edilmesini bildirmiştir. Abdüllah ibni Ömer de, Hucre-i saadete dönerek selâm vermelidir dedi.

İbni Cemâ'a (Menâsik) kitabında, ziyâret eden, Resûlullahın mübârek başı bulunan köşeyi sol tarafına ve kıbleyi sağ tarafına alıp, köşeden iki metre kadar uzakta durmalıdır. Sonra kıble duvarını yavaş yavaş arkaya alıp, (Muvâcehe-i saadet) penceresine karşı oluncaya kadar dönmelidir. Tam Kabr-i saadete dönünce selâm vermelidir) demektedir. [Muhammed ibni Cemâ'a, şâfi'î âlimlerinden olup, 733 [m. 1333] de Şâmda vefât etti.]

Görülüyor ki, Hucre-i saadetin, Ravda-i mutahhera köşesi ile kıble duvarı arasına gelip mübârek başı sol tarafa almalı. İki metre uzak durmalı. Sonra yavaş yavaş, Hucre-i saadete doğru dönmeli ve Kıbleyi arkaya almalıdır. Sonra salât ve selâm verip, duâ etmelidir. İmâm-ı Şâfi'î ve başka imamlar, böyle ictihâd buyurmuşlardır. Şimdi de böyle ziyâret edilmektedir.

Resûlullahın mübârek zevcelerinin odaları, Mescid-i saadete katılmadan önce, Hucre-i saadetin kıble tarafında yer pek azdı. Muvâcehe-i saadete karşı durmak güçtü. Ziyâretçiler, Hucre-i saadetin Ravda-i mutahhera duvarındaki kapısı önünde kıbleye karşı durup, selâm verirlerdi. Sonra imam-ı Zeynel'âbidîn Ravda-i mütahherayı arkaya alıp, selâm verirdi. Mübârek zevcelerin odaları, mescide katıldıktan sonra, (Muvâcehe-i şerife) penceresi önünde durup ziyâret edildi.

Din imamları, Medîne-i münevverede kalacaklar ve ziyâretçiler için birçok edeb ve şartlar bildirmişlerdir. Bu şartlar ve edebler, fıkh ve menâsik kitaplarında yazılıdır. (Mir'ât-ül-Haremeyn) kitabının yazarı Eyyûb Sabri pâşanın (Tekmile-tül-menâsik) kitabında hepsi yazılıdır.

İslâmiyette ilk yapılan türbe, Resûlullahın medfûn olduğu (Hucre-i muattara)dır. Resûlullah efendimiz, çok sevdiği zevcesi Âişe vâlidemizin odasında, hicretin onbirinci 11 [m. 632] senesi, Rebî'ulevvel ayının onikinci pazartesi günü, öğleden önce vefât etti. Çarşamba gecesi, bu odaya defnedildi.

Âişe hazretlerinin odası, üç metre yüksekliğinde, kerpiçle hurma dallarından yapılmıştı. Biri garp, öteki şimâl tarafında iki kapısı vardı. Garp kapısı, Ravda-i mutahhera tarafındadır. Hz. Ömer halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i saadeti genişletirken, Hucre-i saadetin etrâfına kısa bir taş duvar çevirdi. Abdüllah bin Zübeyr halîfe iken, bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup, şimâl tarafında bir kapısı vardı. Abdüllah bin Zübeyr, 73 [m. 692] de şehit edildi. Hz. Hasen, kırkdokuz senesinde vefât edince, vasıyeti gereğince, Hz. Hüseyn, kardeşinin cenâzesini Hucre-i saadet kapısına getirip, duâ ve istigâse edeceği zaman, buraya defnedeceklerini sanarak, içeri sokmasını istemiyenler oldu. Gürültüyü önlemek için, içeri sokulmayıp, Bakî' kabristanına defnolundu. İleride böyle hâller olmaması için, duvarın ve odanın kapısını duvarla örüp kapattılar.

Emevî halîfelerinin altıncısı olan Velîd Medîne vâlîsi iken, duvarı yükseltti ve üzerini küçük bir kubbe ile örttü. Üç kabir, dışardan görülemez ve içeri girilemez oldu. Ömer bin Abdülazîz, Medîne-i münevvere vâlîsi iken, 88 [m. 707] de, halîfe Velîdin emri ile, zevcât-ı tâhirâtın odalarını yıktırıp, Mescid-i saadeti genişletirken, etrâfına ikinci bir duvar yaptırdı. Bu duvar beş köşeli idi. Hiç kapısı yoktu.

Irakta Zengîlerin idare ettiği Atabekler devletinin vezîri, yâni başvekîli ve Salâhuddîn-i Eyyûbînin [Salâhuddîn Eyyûbî 589 [m. 1193] de Şâmda vefât etti.] amcası oğlu olan Cemâleddîn-i İsfehânî, 584 [m. 1189] senesinde, Hucre-i saadetin dış duvarı etrâfına sandal ve abanos ağaçlarından bir parmaklık yaptırdı. Parmaklık, mescidin tavanına kadar yüksekti. Fakat, birinci yangında yandı. Altıyüzseksensekiz (688 [m. 1289]) senesinde demirden yapılıp yeşile boyandı. Bu parmaklığa (Şebeke-i saadet) denir. Şebeke-i saadetin kıble tarafına (Muvâcehe-i saadet), şark tarafına (Kadem-i saadet), garp tarafına (Ravda-i mutahhera) ve şimâl tarafına (Hucre-i Fâtıma) denir. Mekke-i mükerreme şehri, Medîne-i münevvere şehrinin cenûbunda olduğu için, Mescid-i nebînin ortasında, yâni Ravda-i mutahherada, kıbleye dönen kimsenin sol tarafında Hucre-i saadet, sağ omuzu tarafında ise, Minber-i şerif bulunur.

232 [m. 847] senesinde, Şebeke-i saadetin bulunduğu yer ile dış duvarlarının arasına ve bu yerin dışına mermer döşendi. Mermerler, zaman zaman değiştirildi. Son olarak sultan Abdülmecîd hân döşetti.

Hucre-i saadetin beş köşeli duvarları yapılırken üzerlerine bir de küçük kubbe yapılmıştı. Bu kubbeye (Kubbe-tün-nûr) denir. Osmanlı pâdişâhlarının gönderdikleri (Kisve-i şerife) bu kubbe üzerine örtülürdü. Kubbe-tün-nûr üzerine gelen, Mescid-i saadetin büyük yeşil kubbesine (Kubbe-tül-hadrâ) denir. Şebeke-i saadet denilen parmaklığın dış tarafına örtülen kisve, Kubbe-i hadrâ altındaki kemerlere asılırdı. Bu iç ve dış perdelere (Settâre) denir. Şebeke-i saadetin şark, garp, şimâl taraflarında birer kapısı vardır. Şebeke-i saadet içine harem-i şerif ağalarından başka kimse giremez. Duvarların içine ise, hiç kimse giremez. Çünkü kapıları ve pencereleri yoktur. Yalnız kubbe ortasında ufak bir delik olup, tel kafes ile kapalıdır. Bu deliğin hizâsında olarak, Kubbe-i hadrâya da bir delik açılmıştır. Mescid-i şerif kubbesi 1253 [m. 1837] senesine kadar kurşun renginde idi. Sultan Mahmûd-i Adlî hânın emri ile yeşile boyandı. 1289 [m. 1872] da, sultan Abdülazîz hânın [Abdülazîz hân 1293 [m. 1876] da şehit edildi.] emri ile yeniden boyandı.

Mescid-i saadeti tâmîr ve tezyîn için sultan Abdülmecîd hân kadar çok para harc eden ve gayret eden hiçbir kimse olmamıştır. Haremeyni tâmîr için yediyüzbin altın sarfetmiştir. Tâmîr 1277 [m. 1861] de tamam olmuştur. Hergün Resûlullaha bir hizmette bulunmuştur. Bu yolda keşf ve kerâmetleri de görülmüştür. Sultan Abdülmecîd hân, Mescid-i nebevînin eski şeklini, İstanbulda Hırka-i şerif câmiinde bulundurmak için emir buyurmuş, bunun için, 1267 senesinde, mühendis mektebi hocalarından binbaşı ressam hâcı İzzet efendi Medîneye gönderilmiştir. İzzet efendi her yeri ölçerek elliüç defa küçültülmüş bir modelini yapıp İstanbula gönderdi. Sultan Abdülmecîd hânın yaptırdığı (Hırka-i şerif) câmiine kondu.

Abdülmecîd hânın tâmîrinden sonra, kıble duvarı ile Şebeke-i saadet arası yedibuçuk metre, şark duvarından Kadem-i saadet şebekesine altı metre, Şebeke-i Şâmî genişliği onbir metre, Muvâcehe-i şerife şebekesi genişliği onüç metre, Muvâcehe-i şerife şebekesi ile şebeke-i Şâmî arasındaki uzunluk ondokuz metredir. Mescid-i nebevînin kıble tarafında genişliği yetmişyedi metre, Kıble duvarından, duvar-ı Şâmîye kadar uzunluğu yüzonyedi metredir. Hucre-i saadet ile minber-i şerif arası olan (Ravda-i mutahhera) genişliği ondokuz metredir. Bu ölçüler, bir Medîne zrâ'ı kırkiki santimetre olduğuna göredir. Hanefî fıkh kitaplarındaki şer'î zrâ ise, kırksekiz santimetredir.

Süûd oğullarından Abdülazîz, Osmanlıların Haremeyn-i şerifeyne olan muazzam hizmetlerini gizlemek, Osmanlıların gözleri kamaştıran zînetli, kıymetli eserlerini yok etmek için, 1368 [m. 1949] tarihinde emrederek, Mescid-i nebevîyi yeniden tâmîre ve tevsî'a başladılar. 1370 de başlayıp, 1375 de bitirdiler. Bütün sahâsı 11648 metre-kare oldu. Bundan evvel 9000 metre-kare idi. Şark ve garp duvarlarının uzunluğu 128, şimâl duvarının uzunluğu 91 metre oldu. Ravaklar yâni kemerler içinde 232 direk vardır. Yeni yapılan iki minâreden herbiri 70 metre yüksekliktedir. Mekkedeki Mescid-ül-haram 1375 [m. 1955] de genişletildi. 29127 metre-kare iken 160168 metre-kare oldu. 7 minâresi 90 metre yüksektir. Safâ ve Merve tepelerinin üzerleri de örtülerek, Mescid-ül-haram ile birleştirildi. Birçok yerlerin ismlerini değiştirip kendi ismlerini koydular.

Medînenin bir dânecik (Bakî') kabristanına ilk olarak Osman bin Ma'zûn defnedildi. Resûlullah bu süt kardeşinin kabrine mübârek eli ile büyük bir taş dikti. Kabir taşı dikmek sünnet olduğu bundan anlaşılmaktadır.

Medîne-i münevveredeki türbeleri mezhepsizler yıkmıştı. İkinci sultan Mahmûd hân, [Mahmûd hân 1255 [m. 1839] da vefât etti.] hepsini yeniden yaptırdı. Birinci cihân harbinden sonra, İngilizler burasını Osmanlılardan alıp, Abdülazîze verdiler. Tekrar hepsini yıktırdı. Mübârek binâları, hattâ Zemzem kuyusu üzerinde, birinci Abdülhamîd hânın yaptırmış olduğu sanat eseri binâyı yıktılar. Resûlullahın dünyaya teşrîf ettiği mübârek evi de yıktılar. Yerine çarşı yaptılar.

Hucre-i saadetten sonra ilk yapılan türbeler, Bakî' kabristanında, Resûlullahın mübârek zevcelerinin kabirleri üzerine yapılmış olan kubbedir. Zeyneb bint-i Cahş vâlidemiz pek sıcak günde vefât etmişti. Hz. Ömer, kabir kazılırken, cemaati güneşten korumak için, kabir üzerinde çadır kurdurdu. Çadır, uzun zaman kabir üzerinde kaldı. Bundan sonra, kabirler üzerine çadır, çardak, zamanla, türbeler yapıldı. İslâmiyette ilk tabut da, yine Zeyneb vâlidemiz için yapıldı. Hz. Ömer, cenâzeye mahremlerinden başkasının gitmesine izin vermemiş, Eshâb-ı kirâm bundan üzülmüştü. Esmâ bint-i Ümeys, (Habeşte tabut gördüm. Cenâzeyi örtüyor) dedi. Bunun anlattığı şekilde tabut yapılıp, bütün Eshâb ile birlikte gidilerek defnedildi.

Resûlullah efendimiz, her sene Uhud şehitlerini ziyâret ederdi. (Hurre-i Vâkum) denilen yerde durup, şehitlere selâm verirdi. Hicretin sekizinci senesinde ziyârete gidince, herbirine ayrı ayrı selâm verdi. (Bunlar şehittir. Ziyâret edenleri tanırlar. Selâm verince işitir, cevap verirler) buyurdu. Fâtıma-tüz-Zehrâ hazretleri de, Hz. Hamzanın kabrini her iki günde bir ziyâret eder, yeri unutulmamak için, işaret kordu. Her Cuma gecesi gidip, uzun namaz kılar, çok ağlardı.

İmâm-ı Beyhekî [Beyhekî Ahmed 458 [m. 1066] da Nişâpurda vefât etti.] bildiriyor ki, Abdullah ibni Ömer buyurdu ki, Cuma günü, güneş doğmadan önce, babam Hz. Ömer ile, şehitleri ziyârete gittik. Babam hepsine selâm verdi. Selâmına cevap işittik. Bana, sen mi cevap verdin dedi. Hayır, şehitler cevap verdiler dedim. Beni sağ tarafına geçirip, herbirine ayrı ayrı selâm verdi. Her kabirden, üçer defa cevap işittik. Babam, hemen secdeye kapandı. Allahü teâlâya Şükreyledi. Hz. Hamza ile, kızkardeşinin oğlu Abdüllah bin Cahş ve Mus'ab bin Umeyr bir kabirdedir. Yetmiş şehitten, geri kalanları da, ikisi üçü bir kabirdedir. Birkaçı da Bakî' kabristanındadır. [Bu şehitlerin hepsinin ismleri, (Mir'ât-i Medîne)de yazılıdır.]
Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri