6-Bu noktada tevbe ile ilgili olarak savaşta karşı tarafa, harbîye tanınacak eman meselesine de dikkat çekilerek buyuruluyor ki; Ve eğer müşriklerden biri sana isticare ederse, yani söz konusu süre sona erdikten sonra bile sana sığınırsa, senden eman isterse, senin kendisine eman verip car olmanı, saldırıdan himaye etmeni talep ederse sen de ona eman ver, ta ki, Allah kelâmını dinlesin. Kur'ân'ı ve gerçeğin delillerini dinlesin, davet ettiğin dinin hakikat ve hakkaniyetine muttali olmak imkânını elde etsin. Zira o dili bilenler için yalnızca işitmek hakikatı anlamaya kafi gelebilir.
Rivayet olunuyor ki, Hz. Ali'ye müşriklerden bir adam geldi, "Bu süre bittikten sonra şayet bizden bir kimse Allah'ın kelâmını dinlemek için veya başka bir ihtiyaç için Muhammed'e gelecek olsa hemen öldürülecek midir?" dedi. O da "Hayır, çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor." dedi ve âyetini okudu. Hz. Ali'nin bu sözü zahiren âyete aykırı gibi görünür. Zira âyette hacet zikredilmemiş, yalnızca "Allah'ın kelâmını dinleyebilsin" diye buyurulmuştur. Bunun için denilmiştir ki, ihtiyaçtan maksat, herhangi bir dünya haceti değil dinle ilgili bir ihtiyaçtır. Zira Peygamber Efendimiz'e gelecek olan kimse dinle ilgili bir ihtiyaç için gelir. Allah kelâmıyla ilgili olan her türlü iş, mesela inanç problemleriyle ilgili sorabileceği her türlü soru ve alacağı cevaplar, onlara ait deliller genel olarak Allah kelâmını dilemiş olmak gibidir. Fakat dikkat olunursa, âyette aksine yasak getiren bir ifade ve ima yoktur. Öyleyse haceti böyle sınırlamaya da lüzum yoktur. Zira âyette isticare mutlak anlamda eman dilemek şeklindedir. "Tâ ki, Allah kelâmını dinleyebilsin." kaydı "eman"a değil, "fe ecirhu"ya müteallaktır. Bu ise şu demektir ki, eman dileyen hangi maksat ve hacetten dolayı dilerse dilesin, eman veren onun Allah kelâmını dinleme imkânına kavuşacağını, bu dinlemedeki hikmeti ve faydayı gözeterek eman vermelidir. Şu halde dinleme isteyeni bu gaye ile, yani bir dini hacet ve talep ile eman dilerse ona eman vermek vacip olur. Fakat mutlak surette veya bir dünya ihtiyacından dolayı eman dilerse ona mutlaka eman vermek vacip olmaz. Yerine göre, caiz de olabilir, hatta reddi de vacip olabilir. Şu halde bu âyetten başlıca şu sonuçlar çıkarılabilir:
1. Bazı âlimler demişlerdir ki; bir kâfir, itikat etmek için bizden iman ve tevhidin ve Hz. Peygamberimiz'in nübüvvetinin delillerini ve gerekçelerini öğrenme talebinde bulunursa, yani bu konuda ikna olmak isterse, Allah'ın birliğini ve Hz. Peygamberimiz'in gerçek peygamber olduğunu anlatmak ve bu konudaki belge ve delileri ortaya koymak üzerimize vacip olur. Ve bir harbî, böyle bir talepte bulunduğu zaman bu delilleri açıklayıp belgeleri ortaya koymadan onu öldürmeye kalkışmak caiz olmaz. Zira Allah Teâlâ yukarıda açıklanan bunca ilandan ve sürenin sona ermesinden sonra bile "ta ki, Allah kelâmını işitebilsinler" diyerek onlara eman verilmesini emir buyurmuştur. Bu emir şuna delalet eder ki, her kim bizden işiyle ilgili bir şeyin tarifini talep eder ve bu konuda yardım dilerse ona o istediği şeyi öğretmek üzerimize vacip olur.
2. Fıkıh âlimleri demişlerdir ki, bir harbî, dâr-ı İslâm'a dahil oluverirse kendisi de, malı da ganimet olur. Ancak İslâm'a girmek niyetiyle Allah kelâmını işitmek gibi bir şer'î maksat veya ticaret için eman dileyerek ve eman alarak girerse, hatta bir sabinin veya bir mecnunun verdiği eman ile dahi girerse, bunların verdiği emanın birer şüpheli eman olmasına rağmen o harbînin saldırıdan korunması vacip olur. Herhangi biri, İslâm diyarına bir elçilik görevi ile giderse elçilik bizatihi emandır. Birisi dar-ı İslâm'daki bir malını almak için girer ve o malın da emanı bulunursa, o malın emanı, aynı zamanda sahibinin de emanı olur.
Hasılı öyle, o maksatla eman ver, sonra da onu güvenlik içinde güvenli yerine ilet. Allah kelâmını dinledikten sonra iman etmezse bile canı ve malı saldırıdan korunmuş olarak onu güvenli olduğu mahalline kadar, yani vatanına kadar ilet.
Binaenaleyh dinleyicinin uzun süre İslâm diyarında tutulup bekletilmesi de caiz değildir. İşte bu, yani bu eman ve iblağ emri şundan dolayıdır ki, bunlar gerçekten bir şey bilmez bir kavimdirler. İman ve İslâm'ın hakikatını ve ahkamını bilmezler ve hatta bu Arap müşrikleri her hususta cahil bir kavimdir. Şu halde eman lazımdır ki, hakkı duysunlar da hiçbir mazaretleri kalmasın.
Bu esaslar anlaşıldıktan sonra berâenin hikmet ve sebeplerine gelelim:
Bu ilan üzerine antlaşma yapmış olanlara karşı bu
şekilde bir
berâet ilanı ve ilişki kesme, bir ahde vefasızlık ve şu halde bir
haksızlık, bir saldırı demek olmaz mı, gibi bir şüphe söz konusu
değildir. Çünkü:
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |