9 -TEVBE
46- Çıkmak isteselerdi, mutlaka onunla ilgili bir hazırlık hazırlarlardı. Hazırlamaları gerekirdi, durumları da buna elverişliydi. Madem ki, hiçbir hazırlık yapmamışlar, demek ki, sefere çıkmak ve cihad etmek istemiyorlardı. Demek ki, esas itibariyle cihadın zorunluluğuna ve önemine inanmıyorlardı. Rivayet olunduğuna göre, böylece özür uydurup izin isteyenler, Abdullah b. Selul ve benzerleri kimseler idiler ki, bunlar ileri gelenlerden ve zenginlerden idiler. 
Şimdi bu ilâhî açıklamalardan Hz. Peygamberimiz'in bunlara böyle tahkikatsız olarak izin vermesi ilâhî hikmete tamamiyle aykırı olan bir hata imiş gibi bir zan hasıl olabileceğinden böyle bir vehmi uzaklaştıracak, onun hakikatın içyüzünde değil, dış yüzünde meydana gelmiş ve aşırı hoşgörü ve iyimserlikten ve biraz da acelecilikten doğmuş bir usulsüzlük olduğunu, daha doğrusu enfaziletli olanın terki anlamına geldiğini, bunun büsbütün hikmetsiz bir hata demek olmadığını dile getirmek ve Resulullah'ı teselli etmek üzere bir de meselenin onların cihada katılmayışları açısından içyüzünü ve onların ruh hallerini beyan etmek üzere buyuruluyor ki: Lâkin Allah onların gitmeye kalkmalarını istemedi de kendilerini yerlerinde alıkoydu. Gitmelerini hoş görmedi, çirkin kıldı. Gitmeyi kendilerine hoş göstermedi de onları korkaklık ve tembellik ile tevkif edip, hapsetti, oturanlarla beraber oturunuz denildi. Gönüllerine, karılar gibi, çoluk çocuk ve zavallılar, acizler, ihtiyarlar ve emeklilerle beraber oturup kalmak duygusu telkin edildi. Onun için asla çıkmak istemediler ve nolur nolmaz diyerek vaktiyle bir hazırlıkta bile bulunmadılar. İzin verilmekle de zaten resmen acizler ve emekliler kesimine katılmış oldular. Bu onların asıl rüsvaylıklarına göre hafif kalmakla beraber bir bakıma bu izin yine de isabetli oldu. Şu kadar var ki, izin vermekte biraz teenni gösterilseydi, ayrıca yalancılıkları herkesçe bilinecekti, izinsiz olarak kalmış olacaklar ve daha fazla rezil ve rüsvay olacaklardı. Aslında Allah, onların bu şerefli İslâm ordusu içinde yer almalarını istememişti. Bunun sırrı ve hikmeti şu idi:

47- Eğer onlar içinizde sefere çıkmış olsalardı, size fesattan başka hiçbir katkıda bulunmayacaklardı sizi fitneye ve tefrikaya düşürmek maksadıyla mutlaka aranızda koşuşturup duracaklardı sizin içinizde de onları dinleyecekler veya onlar adına muhbirlik edecekler de vardı. Yani o münafıkların fitne çıkarmaya yönelik sözlerine aldanabilecek zayıf kimseler, yahut onlar lehine casusluk edebilecek başka münafıklar da eksik değildi. Ki onlar olmayınca bunlar da fazla bir zarar yapamayacaklardı. Böylece onların uzak kalmaları, ordu içinde bulunmalarından daha faydalı olacaktı. Nitekim öyle olmuştur. İşte Allah, İslâm ordusunu, onların bu gibi şerlerinden korumak için aralarını ayırdı, onların gitmelerini istemeyip, oldukları yerde oturttu, alıkoydu. Bununla beraber yine de hemen izin verilmeseydi daha iyi olacaktı. Aynı fayda sağlanmakla beraber müslümanlara kaşı nifakları daha önceden kendileri tarafından açığa çıkarılmış olacak ve evde oturmakla buldukları huzuru tadamayacak ve ordu aleyhine yaydıkları kötü haberleri yayamayacaklardı. Allah o zalimlerin hepsini tek tek bilir. İçlerini, dışlarını, yaptıklarını, yapacaklarını bütün genişliğiyle ve kapsamıyla bilir ve onlara ne yapacağını da bilir.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri