43- Allah senden affetti. Bu hitap daha önce Hudeybiye Olayı üzerine nazil olmuş ve Hz.Peygamber'in gelmiş geçmiş ve gelecek kusurlarının bağışlanmış olduğunu bildiren (Fetih 48/2) âyetindeki müjdeyi hatırlatır. Bu hatırlatma ise Tebük Seferi'nin Hudeybiye tarzında meşakkatli bir sefer olduğuna ve bazı bakımlardan onun bir benzeri ve tamamlayıcısı durumunda bulunduğuna ve arkasında da onun gibi büyük bir fethi gizlediğine işaret anlamına gelir. Yani nasıl ki, Hudeybiye seferi ve muahedesi herkesin, dış görünüşü itibariyle karşı çıktığı, fakat sonuçta Mekke'nin fethiyle noktalandığı ve Arap yarımadasında şirkin mağlubiyetine, İslamiyet'in yayılıp yücelmesine başlangıç olmuşsa, yani yeni bir devir açmışsa, bu Tebük Seferi de onun gibi, dış görünüşüyle zor ve meşakkatli bir sefer olmasına rağmen müşriklerden bir berâet olarak İslâmiyetin bütün âleme yayılmasına ve zuhuruna bir başlangıç teşkil edecek yepyeni bir feth-i mübindir.
Bununla beraber örfteki anlamıyla "afv" bir günah, bir kusur ile ilgili olacağından bütünüyle gözü, özü ve gayreti takvaya yönelik olan kurbiyyet (yakınlık) ehline ve masum kimselere bir af bildirisi ne kadar büyük bir müjdeyi içine alırsa alsın, o ölçüde de endişe ve heyecana yol açan bir üzüntü sebebi olabilir. Çünkü kurbiyet ehli olan ebrarın asıl hedefi, cezadan kurtulmak değil, zenbin kendisidir. Onların gözünde günahın işlenmesi, ona verilecek cezadan daha ağırdır. Şu halde bütün gayeleri, Allah rızasını aramak ve gözetmek, yüceliklere erişmek olan, Allah tarafından kendilerine bırakılmış olan ve ictihada dayanan hususlarda bile Allah katında evla ve efdal olanı isabetle tayin edememekten başka bir günah düşünülemiyecek olan bu gibi kimseler hakkında sitem bile büyük bir ceza yerine geçeceği için, bunlara "affolundun" diye hitap etmek bile, onların temiz duygu ve düşüncelerini olağanüstü bir heyecanla harekete geçireceğinden ve yüreklerini titreteceğinden "Eyvah ben ne yaptım!" diye üzülmelerine sebep olur. Bu bakımdan "Allah seni affetsin." müjdesi bile, mesela "Allah senden razı olsun." gibi bir sevince vesile olmaz da daha fazla dikkatli olmaya yönelik bir tenbih anlamı ifade eder. Bu makamda böyle bir tenbihin ise hikmetleri ve nükteleri pek çoktur ve önemlidir: Birincisi, Resulullah'ın yukarıdan beri yapılagelen övgüleri, Allah'la beraberliği ve buna bağlı olarak zaferleri açıklandıktan sonra bu âyette yer alan böylesine sitem dolu bir hitaba ihtiyaç duyuluyordu. Çünkü bu hitapta onun risaletinin gerçekliği ve geçerliliği ile beraber yine de bir kul, bir insan olduğunu açıklamakla hıristiyanların Hz. İsa hakkında düştükleri aşırılığa benzer bir ifrattan müslümanları korumak hikmeti vardır ki, doğrudan doğruya hıristiyanlara karşı gidilen Tebük Seferi ile ilgili bir olay içinde geçmiş olması çok anlamlıdır. İkincisi Resulullah'ın taşıdığı sorumluluğun yüceliği ve bunun başkalarınkiyle kıyas kabul etmeyecek bir inceliği bulunduğunu anlatmaktadır. Öyle diğerleri affa uğramakla sorumluluktan kurtuldukları halde, Hz. Peygamberimiz mutlak afla müjdelenmiş olduğu halde sorumlu tutuluyor. Demek ki o, bir günahtan dolayı değil, yüce Allah'ın huzurunda bir anlık gafletten bile sorumlu tutulmaktadır. İrşad, hidayet, dikkat ve öğretimden sorumludur. Üçüncüsü, bütün ümmetin Allah korkusunu ziyadeleştirmek ve onları heyecanla tevbe etmeye teşvik amacı taşımaktadır. Allah Resulü bu açıdan dahi ümmetine örnek kılınmaktadır. Dördüncüsü de ileride gelecek olan "Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı katı davran..." (Tevbe 9/73) emrine bir başlangıç olmak üzere, münafıklara karşı daha çetin olması gerektiği yolunda bir uyarıdır. Sözün gelişinden çıkan asıl sonuç da budur. "Allah seni affetsin" hitabı özellikle bu anlam ile aşağıdaki izin istediğin iradına bir giriş olmak üzere gelmiştir ki, toplu mânâsı şu demek olur:
Ey Muhammed! Allah senden gelmiş ve gelecek olan bütün kusurları bağışladı, üzüntü verecek bütün sebepleri ortadan kaldırdı ve sildi, sana müşkilat çıkarmak isteyen azgınların zararını giderip senin işlerini kolaylaştırdı. Senin kusur sayılabilecek neyin varsa hepsi, affolunabilecek her şeyin kesinlikle affolunmuştur. Sen öylesine ilâhî affa ve ilâhî desteğe sahipsin ve bütün bunlarla müjdelenmişsin.
Fakat niçin onlara izin veriverdin? O izin isteyenlere izin vermek için neden acele ettin? Yani işin icabı, şeriatın hükmü, yönetimin esası, her şeyin ciddi sebeplere ve kuvvetli delillere dayanmasını, yönetilenler üzerinde de etkili olmasını, birtakım faydalarının gözle görülür şekilde ortaya çıkmasını gerektirir.
Bir peygamberden beklenen de bunu en iyi ve en faydalı şekilde uygulamaktır. Böyle iken neden sen onlara hemen izin veriverdin? Gerçekten doğruyu söylemiş olanların durumu sana iyice belli oluncaya, yalandan mazeret uydurmadıkları kendi sözlerinden başka bir delil ile iyice ortaya çıkıncaya, ve yalancıların kimler olduğunu iyice bilinceye kadar beklemedin? O senden izin isteyenler içinde mazeret iddia edenlerin arasında doğru söyleyenler de vardı, yalancılar da vardı. İşin icabı da; doğru söyleyenleri yalan söyleyenlerden ayırmak ve gerektiği şekilde, her birinin durumuna göre muamele eylemek olduğunda, bilhassa vahiy bulunmayan yerlerde ictihadda maslahat ve ictihadın gereği bu ayırımı hakkıyla yapmak için mazeret iddiasını doğrulayan açık ve kuvvetli bir delil ile doğruluk ayan beyan ortaya çıkıncaya kadar bekleyip ihtiyatlı davranmaktı. Bekleseydin o yalancıları kesinlikle bilecektin. O zaman onlar mazur görülemeyecek ve izin alamayacaklardı. Böylece de yaptıkları nifakı yapamayacaklardı. Ne diye onlara hemen izin verdin de biraz bekleyip durumu tahkik eylemedin.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |