3- Velhasıl bu, öylesine kesin bir berâettir ki, Hacc-ı ekber günü, Allah ve Resulü tarafından bütün insanlara bir ezan, bir duyurudur, yani mümin veya mümin olmayan, ahit yapmış ve yapmamış olan herkese bir ezan, her sınıf insanın kulağına sokulacak olan ve aşağıda bildirildiği şekilde bir ilan, bir ilamdır: ki Allah müşriklerden kesinlikle beridir, Resulü de, aynı şekilde müşriklerden beridir. Ve bunun içindir ki, Allah Resulü, bu sene müşriklerin de bulunabileceği hacda bulunmamıştır.
Burada o seneki haccın "ekber" diye vasıflandırılmasında bir kaç mânâ vardır.
1- Umreye "hacc-ı asgar" yani "küçük hac" denildiğinden ona göre asıl hac da büyük hac, yani "hacc-ı ekber" olmuş olur. Hudeybiye antlaşmasından sonra hicretin yedinci senesinde kaza Umresi yapılmış idi. (Bakara Sûresi'nde "Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın." (Bakara 2/196) âyetinin tefsirine bakınız). Bu şekilde o gün "hacc-ı asgar" olmuş idi. Hicretin sekizinci senesinde Mekke fethi gerçekleşmiş ve İslâm'da ilk hac işte bu dokuzuncu sene başlamış idi. Şu halde bu mânâ ile bundan böyle "hacc-ı ekber" her sene yapılacak demektir. Çünkü bu anlamda "hacc-ı ekber" demek, asıl anlamıyla hac günü demektir.
2- Bir hac işini meydana getiren fiil ve hareketlerin en büyük kısmı, en esaslı menasiki demek olur ki, bu da her sene yapılan her hacda mevcuttur. Buradaki büyüklük, bir haccın diğer haclara veya diğer ibadetlere nisbetle büyüklüğü değil, aynı haccın kendi rükünleri arasındaki nisbet bakımındadır. Gerçi bu "zikr-i cüz irade-i kül" gibi bir mecazdır. Fakat bu mânânın âyetteki büyük hac gününü tayin bakımından özel bir değeri ve anlamı vardır.
3- Müslümanlarla müşriklerin toplandığı pek büyük bir topluluk ve İslâm diyarında ilk ve son kere olarak yapılan ve bu berâeti ilan etmekle fevkalade önem kazanan muhteşem ve azametli hac demek olur ki, bu ifadede, işte bu dokuzuncu senede ve Ebu Bekir'in emirliğinde yapılan haccı, mutlak anlamda ekber özelliğiyle tanıtmaya yönelik bir tahsis vardır. Yani bu suretle ve bu özellikte bir hac, ne bundan evvel olmuş, ne de olacaktır. Fakat haccın bu mânâ ile büyüklüğü biraz izaha muhtaç görülmüştür.
4- İslâm'ın şanını ve izzetini, şirkin de düşüklüğünü açıklayan hac demektir ki, bu mânâ o seneki hacca uygun düştüğü gibi, ertesi sene Hz. Peygamberimiz'in yaptığı veda haccına da öncelikle uygun düşmektedir. Zira bu ilan ve beraetin asıl hükmü o zaman yerine getirilmiş ve "Bu gün size dininizi kemale erdirdim." (Mâide 5/3) âyetinin nüzulü ile İslâm'ın kemaliyle ilgili tecelli asıl o gün meydana gelmiş ve "Hac menasikini benden alıp öğrenin." hadisi şerifi uyarınca İslâmi anlamda hac asıl veda haccında gerçekleşmiştir.
Gerçekten de ilk olarak Hz. Ebu Bekir'in emirliğinde yapılan birinci hac, yukarıda açıklanan bazı özellikleriyle o zamana kadar görülmemiş bir hac ise de yine de büyüklüğü bir bakıma izafi bir büyüklük sayılır. Çünkü Hz. Peygamberimiz'in bilfiil bulunmaması ve müşriklerin katılmış olması, çıplak tavaf ve "nesî" gibi bazı müşrik âdetlerinin henüz ortadan kaldırılmamış olması dolayısıyla "berâe"nin tam anlamıyla gerçekleşememesinden dolayı o hac birtakım noksanlıklar içermekteydi. Ve bütün bunlardan dolayı o haccın bütün değeri, ertesi sene yapılacak olan Hz. Peygamberimiz'in de bulunduğu hacca bir başlangıç olmasındaydı. Hiç şüphe yok ki, bu saydığımız sebeplerden dolayı mutlak mânâda ekber olan hac, Hz. Peygamberimiz'in haccıdır. Ve "İşte büyük hac günü budur" hadisi şerifi de bunda zahirdir. Bununla beraber âyetin yalnızca Peygamber'in haccına tahsisi de apaçık değildir. Zira veda haccında bu ilanın kendisi değil, hükmünün gerçekleşmiş olması söz konusudur. Âyette bahsedilen şey ise ilanın kendisidir. Bunun için "Taberi Tefsiri", İbnü Sîrin'in "Yevmu'l-haccıl-ekberden muradın, Resulullah'ın bulunduğu ve kendisiyle birlikte ümmetinden de birçoklarının katıldığı veda haccıdır." dediğini naklettikten sonra, demiştir ki; bu mânâ âyetteki "ezan" hükmünün gerçekleştiği büyük hac günüdür ki, o da Hz. Peygamberimiz"in hac yaptığı senedir". Bu da dolaylı ve kapalı bir istidlale muhtaçtır.
Şu halde âyetteki "hacc-ı ekber" tabiri, yalnızca Ebu Bekir'in haccına münhasır olmayıp, Hz. Peygamberimiz'in haccına da öncelikle delalet etmekte ise de bunu burada yalnızca Resul'ün haccına tahsis etmek de doğru değildir.
Şu halde gelelim "gün" meselesine: Yevm, gün demek olduğu gibi, genel olarak "vakit" mânâsına gelebilir. Buna göre "Hac günü", hac vakti, hac zamanı anlamına gelebilirse de âyetin zahirine göre, bunun hac zamanından bir gün olmasıdır. Üstelik öyle bir gün ki, dört aylık yasağın başlangıcını belirleyen bir gün olabilsin. Halbuki yukarıda verilen birinci, üçüncü ve dördüncü mânâlara göre, "hacc-ı ekber günü" demek, hacc-ı ekber vakti demekten fazla birşey ifade etmez. Bu ise seneye ve aya ihtimali olsa da çok çok Arefe gününden başlayarak Mina günlerinin sonuna kadar olan hac günlerinin içine alır. Nitekim bazı müfessirler bu görüşteler. İbnü Atıyye, tefsirinde demiştir ki, hadislerden anlaşıldığına göre Hz. Ali, bu âyetleri Arefe günü Hz. Ebu Bekir'in hac hutbesinden hemen sonra okumuş, fakat insanların hepsinin işitmediğini görmüş, bir kere de Bayram günü Mina'da okumuştur. Hatta Hz. Ebu Bekir, o gün Ebu Hureyre ve daha başkalarını Hz. Ali'ye yardımcı olmaları için görevlendirmiş, bunlar da Zülmecaz v.s. Arap çarşılarında bu işi takip etmişlerdir. Buna göre, Süfyan b. Uyeyne'nin de dediği gibi, bu günün hac günlerinin bütününe şâmil olması açıklık kazanıyor. Mücahid'in de hacc-ı ekber günü, bütün Mina günleridir, müşriklerin Zülmecaz, Ukaz ve Mecenne'de bulundukları sırada içlerinde "Bu seneden sonra müşrikler müslümanlarla birlikte hac yapamayacaklardır!" diye nida ettirilinceye kadar olan toplantı zamanlarıdır, dediği naklediliyor.
Gerçekten de Ebu Hüreyre (r.a.)nin kendisinden de rivayet edilmiştir ki; "Resulullah (s.a.v.) Ali'yi, Berâe Sûresi ile müşriklere gönderdiği zaman ben de Ali ile beraberdim. Ben de nida ediyordum, hatta sesim kısıldı ve şöyle söylemekle emrolunmuştuk: Bu seneden sonra bir müşrik haccetmeyecek ve Beyti üryan (çırılçıplak) tavaf etmeyecek, Cennete ancak mümin olan girecek. Her kimin Resulullah ile arasında bir ahit varsa onun da dört aylık süresi vardır. Dört ay geçtikten sonra Allah, müşriklerden uzaktır, Resulü de." demiştir. Fakat bu arada söz konusu dört aya başlangıç teşkil edecek belli bir günün de belirlenmesi lazım gelir ki, "Büyük hac günü" deyiminden açıkça ortaya çıkacak mânânın sözkonusu hac günlerinden bir teki olması gerekir. Bundan dolayıdır ki, bütün müfessirler bunu genel anlamda "hac günleri" şeklinde değil de, hac günlerinden belli bir gün olarak göstermişlerdir. Bu da ancak "hacc-ı ekber" deyiminin ikinci mânâsını gözetmekle mümkündür. Böylece bu gün "hacc-ı ekber"in en büyük bir günü demek olacaktır. Bu da ya Arefe günü veya bayramın birinci günü olabilecektir. "Hac Arefedir." hadisi şerifine bakınca bu gün Arefe günü olarak görülür. Ve bu hadisi şerife göre, bazıları bunun Arefe günü olduğuna kail olmuşlardır ki, nakledildiğine göre Hz. Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Ebu Cuhayfe, Tâvus, Ata, Abdullah b. Müseyyeb bunlar arasındadır. Lâkin Bakara Sûresi'nde de ( âyet, 197-203) izah olunduğu gibi, "Hac Arefedir." buyurulması, Arafat vakfesine yetişemeyenin hacca yetişememiş olması bakımındandır. Bu ise haccın en büyük kısmının Arefe olmasını gerektirmez, çünkü yalnızca Arefe'yle hac tamamlanmış olmaz. Hac ancak bayram günü tamam olabilir. Tavaf, kurban, remy-i cimar (şeytan taşlama) ve halk (traş olma) gibi hacla ilgili görevler ancak bayram günü tamamlanabilir. Gerçekten de Peygamber Efendimiz, veda haccında bayramın birinci günü cemrelerin yanında durup "İşte hacc-i ekber budur." buyurduğu da rivayet edilmişti. Bu sebeple müfessirlerin çoğu hacc-ı ekber gününün Bayram'ın birinci günü olduğuna kâil olmuşlardır. Ebu Musa el-Eş'arî, İbnü Ebi Evfa, Muğıyre İbnü Şu'be, İbnü Cübeyr, İkrime, Şa'bî, Zührî, İbnü Zeyd ve Süddî bunlardandır.
Sonuç olarak denilebilir ki, sûrenin başı müşriklere karşı önceden yapılmış antlaşmaların feshiyle mutlak olarak berâetin ortaya çıkmasını ve bunun suret ve hükmünü haber vererek ve ilan ederek, gereğinin yerine getirilmesini önemle belirtmektedir. Ve iş bu de herkese ilan ve ilamın lüzumunu ihbar ve tarihini tesbit eden, tahakkukunu te'kid ve aşağıda geleceği üzere sebep ve sonuçlarını açıklayan bir beyannamedir. Baştaki berâet "o kimselere" diye henüz ulaşmak üzere bulunan mutlak anlamda bir berâattir. Bu ikinci ise ise diye ile sılalanmış, bilfiil gerçekleşmeye başlamış olan berâettir. Ve her ikisinde de berâetin müteallakı (ilgi alanı) müşrikler, ilanın müteallakı ise gerek kâfir, gerek mümin bütün insanlardır. Yukarıda geçen çeşitli rivayetlerden anlaşıldığı üzere, Hz. Ali bunu ilana memur edilmiş, Arafattan itibaren Mina günlerinin nihayetine, yani kurban bayramının üçüncü gününe kadar o sene hac vaktinde bu ilan yapılmış ve bu arada dört aylık sürenin başlangıcına bayram günü başlangıç olmuştur. Bu özellikleriyle sûrenin başı veciz ve açık bir "nebz", bir ilişki kesme ültimatomu olmuş, bu ikinci âyetten itibaren de bütün esbab-ı mucibesiyle ve açıkça bir savaş ilanı beyannamesini ihtiva etmektedir. Şöyle ki:
Ey insanlar, hepiniz bilmiş olasınız ki, Allah, müşriklerden uzaktır. Resulü de. Bununla beraber tevbe ederseniz bu sizin için hayırlıdır. Yok eğer yüz çevirirseniz, tevbeden vazgeçerseniz veya İslâm'dan veya verdiğiniz sözü tutmaktan yüz çevirirseniz ve yola gelmezseniz, iyi biliniz ki, siz Allah'ı aciz bırakamazsınız. Onun azabından kaçıp kurtulamazsınız. Ve ey Muhammed, o kâfirleri elîm bir azab ile müjdele.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |