9 -TEVBE

25-Allah'a karşı onlar nasıl olur da dost edinilebilir? Allah sevgisine ve Allah korkusuna nasıl olur da eşdeğer tutulabilir? Ey müminler! Şurası kesindir ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Bedir, Ahzap, Kurayza, Nadır ve Hayber gibi nice yerlerde muzaffer kıldı. Huneyn Günü'nde de sayı üstünlüğünüz sizi hayrete düşürdüğü vakit çok olmanız sizin için hiçbir şeye yaramamıştı. O kalabalıklığına güvendiğiniz ordunuz, size bir fayda vermemiş, Bütün genişliğine rağmen yeryüzü başınıza dar gelmişti sonra da arkanızı dönerek kaçmıştınız.

HUNEYN, Mekke ile Taif arasında bir vadinin ismidir ki, müslümanlarla Havazin ve Sekîf arasındaki savaş burada olmuştu. Şöyle ki, Mekke'nin fethedilmesiyle Kureyş'in çoğunluğu müslüman oldu, olmayanlar pek az kaldı ve böylece İslam dini daha geniş bir alana yayılmış oldu. Daha önce Kureyş'in taraftarı olan kabilelerin bir kısmı da müslümanların tarafına meyil gösterdiler. Fakat Arap Yarımadası'nın en büyük kabilelerinden biri olan Havazin kabilesi ile Sakif kabilesi aralarında anlaşarak Hz. Peygamberimiz ile savaşmak üzere söz konusu Huneyn Vadisi'nde toplanmaya başladılar. Bu kabilelerin savaş konusunda eğitimleri ve maharetleri vardı, ayrıca bir süreden beri Arap kabileleri arasında müslümanlara karşı kışkırtma faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Topluca harekete geçmek için hazırlanmışlardı. Mekke'nin fethi üzerine kin ve öfkeleri kabarmış ve Hz. Peygamberimiz'in, kendilerinin üzerine yürüyeceğine kanaat getirmişlerdi. Daha fazla bekleyecek olurlarsa, muhakkak silinip gideceklerine inanmaya başlamışlardı. Hazırlıklarını bitirip hemen harekete geçmişlerdi. Esasen Havazin ile Sakif dört bin kadar askere sahip idiyse de Beni Sa'd, Beni Bekir ve Beni Cüşem gibi daha başka kabilelerin de katılmasıyla büyük ve kalabalık bir ordu meydana gelmişti. Bazı rivayetlere göre bu kuvvetlerin tamamının toplam olarak yirmi binden daha fazla olduğu söylenmiştir.

Bu savaşa orta Arabistan Ka'b ve Kilab kabileleri katılmamışlardı. Havazin ile Sakif bütün kadınlarını ve çocuklarını da getirmişlerdi. Böyle yapmakla askerlerinin gayret ve yiğitlik duygularını harekete geçirmek istemişlerdi. Hz. Peygamberimiz, böyle büyük bir ordunun toplandığını haber aldı, hiç vakit kaybetmeden karşı hazırlıklara başladı. Hatta Safvan b. Ümeyye'den silah yardımı istedi. Safvan henüz müşriklerden idi, müslüman olmak için daha önce iki ay mühlet istemişti, "Gasben mi alacaksın ey Muhammed?" diye sordu, "Hayır iade olunmak üzere ve telef olanların bedeli ödenmek şartıyla ödünç istiyorum." cevabı verildi. O da "öyleyse mesele yok" dedi. Ve üçyüz zırh verdi. Nevfel b. Haris b. Abdulmuttalib dahi üçyüz mızrak ödünç verdi. Hasılı Resul-i Ekrem, tedarikini ve hazırlıklarını tamamlayıp oniki bin, bazı rivayetlere göre belki biraz daha fazla bir kuvvetle Mekke'den çıkıp Huneyn tarafına doğru yürüdü. Bu askerin on bini zaten Mekke fethine katılan ashab, üst tarafı da Mekke'nin yerlilerinden yeni İslâm'a girmiş olan kimselerdi. Hz. Peygamberimiz'in ordusunda seksen kadar da müşrik vardı ki, bunlardan biri de Safvan b. Ümeyye idi. Daha sonra alınan esirlerin altı bin kadar olduğu sahih rivayetlerle sabit olduğuna göre, İslâm ordusunun sayıca düşmanın toplamından daha fazla olmadığı anlaşılıyorsa da herhalde müslümanların o zamana kadar yaptıkları ve muzaffer oldukları en büyük savaş bu idi. O zamana kadar görülmedik bir sayı çokluğuna ulaşıldığı kesindi. İşte bu görülmedik kuvvet bazı müslümanların hoşuna gitmiş ve "Bu ordu yenilmez." diyerek kendilerine büyük bir güven gelmişti. Rivayete göre, Seleme b. Selemeti'l-Ensari "Bu gün sayı azlığından dolayı asla mağlup olmayız." demişti. Bu söz de Hz. Peygamberimiz'in hoşuna gitmemişti. Bu sözü Hz. Peygamber'in söylediğine ilişkin rivayet ise zayıf bir rivayettir. Gerçi bu söz galibiyeti sadece sayı çokluğuna bağlı görmek mânâsından uzaksa da yine de sayı çokluğuna bel bağlamak anlamına gelmektedir. Oysa "Zafer yalnızca Allah'dandır." âyetinin hükmünü gözetmemek gibi bir kibir ve gurur vardır ki, bu da yakışık almayan bir kusurdur. Âyette de uyarıldığı üzere, şimdiye kadar pek çok yerde nail oldukları zaferlerin hiçbiri sayı çokluğuna dayanmıyordu. Bu sefer müslüman askerlerinin sayı çokluğunu söz konusu etmeleri onlardan beklenen ihlas ve tevekküle aykırı düşen bir tutum olmuş oluyordu. Allah Teâlâ da Peygamberini muzaffer kılanın kendisi olduğunu göstermek için bu savaşta önce müslüman ordusunu hezimetle karşı karşıya getirmiş, gerçek anlamda sayı azlığından dolayı değil, fakat çokluğa güvenmekten dolayı onları yenilgiyle yüzyüze getirmiş, sonra da yine o durumdan kendilerini kurtarmıştır. Gerçekten de Huneyn Savaşı başlar başlamaz müslüman saflarında korkunç bir panik yaşanmış. Beni Süleym askerleri ile Mekke'den yeni müslüman olmuş bazı askerler Halid b. Velid kumandasında öncü kuvvet olarak önde gidiyorlardı. Beni Süleym ilerlemişti ve bir hamlede düşman üzerine hücuma geçmişlerdi. Bunu gören Mekkeliler de lâubali bir şekilde ganimet elde etmek üzere koşarlarken, önceden vadiyi tutmuş olan düşman kuvvetleri, gizlenmiş oldukları pusularından çıkarak birdenbire hücuma geçmişlerdi. Bu saldırı karşısında öncü kuvvetler öylesine bir bozguna uğrayıp kaçıvermişlerdi ki bu panik bir anda bütün İslâm ordusunu sarıvermişti. Bu haber kısa zamanda Mekke'ye bile erişmişti. İmanları zayıf olan bir çok yeni müslümanın kafaları karışmaya başlamıştı. Bu öyle bir bozgun olmuştu ki, merkezde Hz. Peygamberimiz bile ancak birkaç yakın ashabıyla yapayalnız kalıvermişti. Oniki bin müslüman askerinin kaçmaya mecbur kaldığı ok sağnakları karşısında yalnızca Fahr-i kâinat Efendimiz fütursuzca ve telaşa kapılmadan soğukkanlılığını koruyabilmişti. Bir iman, sabır ve sebat timsali olarak peygamberlik mucizesini gösteriyor, ilâhî bir heyecan ve cesaretle bindiği düldülü düşmanlarının üzerine doğru sürüyordu, sanki bütün küfür dünyasına karşı tek başına savaşıyordu. "Ben peygamberim, yalan yok; ben Abdulmuttalib'in oğluyum." diyor ve durmadan düldülünü düşmanın üstüne üstüne sürüyordu. Sürdükçe de önündeki kâfirler kaçıyordu. Onlar kendisine hamle ettikçe durup bekliyordu, sonra kendisi hamle yapıyordu. Rivayet olunduğuna göre, bu karşılıklı hamle on kereden fazla meydana geldi. Yalnızca amcası Abbas ve amcası oğlu Ebu Süfyan b. Abdülmuttalib ve onun oğlu Cafer ile Ali b. Ebi Talib, Rabia b. Haris, Fadl b. Abbas, Üsame b. Zeyd, Eymen b. Ubeyd ki, Eymen b. Ümmi Eymen'dir. Ehli Beyt'ten olan bunlarla bir de Ebubekir ve Ömer, Hz. Peygamberimiz'in yanından ayrılmamışlardı. Resul-i Ekrem Efendimiz, yalnız başına düldülü düşman üzerine sürerken Ebu Süfyan da binek üzerinde gidiyordu. Amcası Abbas koşmuş, Hz. Peygamberimiz daha ileri gitmesin diye düldülün dizginlerini tutmuştu.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri