9 -TEVBE 18- Allah'ın
mescidlerini, onlar gibiler değil, ancak şu
kimseler imar ederler ki, onlar Allah'a ve ahiret gününe iman ederler.
Aslında "mescid" kelimesi, "içinde Allah'a secde edilen yer" demek
olduğundan, Allah'a iman etmeyenlerin, Allah'a ibadet ve secde için bir
yer bina etmeleri veya böyle bir yerin Allah rızası için imarı ile
yakından ilgilenmeleri aklen mümkün olabilecek bir şey değildir. Sonra
Allah'a ibadet ile meşgul olmanın asıl faydasının ahirette görüleceği
için ahirete iman etmeyenlerin ibadet için mescid yapmaları da söz
konusu olamaz. Onlar ne iman ederler, ne ibadet bilirler, ne de mescid
yaparlar. Fırsat bulurlarsa mescidleri yıkarlar, yıkamazlarsa onu
mescidlikten çıkarıp başka maksatlar için kullanırlar. Şu halde
"Allah'ın mescidi" tabirinden de açıkça anlaşılacağı üzere bunu imar
için her şeyden önce Allah'a ve ahirete iman etmiş olmak şarttır. Fakat
bu yeterli bir şart değildir. Bununla beraber namazı kılan, yani namaz
kılmak da şartttır: Zira mescidlerin yapılmasındaki asıl maksat, içinde
namaz kılınmasıdır. Namazın lüzumuna inanmayanlar mescid yapmak
ihtiyacını da duymayacaklardır. Namaz kılmayanlar da mescidlerin boş
kalıp manen harap olmasına sebep olurlar. Bununla beraber namaz kılmak
da tek başına yeterli değildir ve zekatı veren. Bu da şarttır. Mescid
imarının mala ve zekata da bağlı olan bir yanı vardır. Farz olan zekat
borcunu vermeyen, fakir ve kimsesizleri gözetmeyenlerin mescid bina
etmeleri veya mescidleri imar etmeyi düşünmeleri onlardan beklenmeyecek
bir harekettir. Bunun gibi, onların mescide gidip mümin fakirlere zekat
vermek de mescidlerin manevî imarıyla ilgili bir konudur. Ancak bu da
kâfi değildir. Bütün bunlarla beraber Allah'dan başkasından korkmayan
kimseler. Gerçi insan birçok sebeplerden korkup çekinebilir. Korkmamak
elinden gelmez. Allah'dan korkmayanlardan da hiç korkulmaz demek
değildir. Fakat Allah'ın emir ve yasaklarını yerine getirmek için Allah
korkusundan başka hiçbir korkuyu saymayan, herhangi bir korku ile Allah
rızasına yönelik işlerden vazgeçmeyen, şahsi çıkarları ile Allah'ın
hakkı çatıştığı zaman Allah'ın hakkını üstün tutan, Allah'ın emrettiği
iyi işleri yapmak için şunun bunun kınanmasından veya bu yüzden
uğrayacağı zulümlerden yılmayan, hatta gerektiğinde cihada koşmaktan
veya Allah yolunda mücadele vermekten korkmayan, hasılı çeşitli
korkular ve endişeler ile Allah yolundan çıkmayacak bir imana sahip
olan ve bu âyette sözü edilen dört hasleti şahsında bulunduran kimseler
ancak Allah'ın mescidlerini imar ederler. Bu özelliklere sahip kimseler
bulunmalıdır ki, Allah'ın mescidleri hakkıyla imar edilebilsin. Yoksa
ilk üç haslet bulunup da iman ve İslâm'ın asıl hakikatı ve özü demek
olan bu dördüncü haslet bulunmazsa mescidlerin mamur olmasına gayret
edenler olmaz. Günün birinde bir kâfirin veya zalimin ve hatta sıradan
bir cüretkârın tehdidinden korkanlar kendi elleriyle mescidlerini
yıkmak alçaklığını bile gösterebilirler. Maddî ve manevî anlamda
mescidlere yapılacak saldırılardan ve saygısızlıklardan onları
koruyamayan ve korumayı sürdürmeyen, yani gerçek anlamda kâmil iman
sahibi müminlerden mahrum kalan mescidlerin ne servetle, ne de başka
bir yolla imarlarını devam ettirebilmeleri ihtimali yoktur. Onun için
İşte bunlar, yani bu dört hasleti şahsında toplamış olan insanlar
hidayeti bulmuş, murada ermiş kimselerden olabilirler. Yani doğrudan
doğruya ebedî saadeti elde edecek, Cennet'e nail olacak olanlar ancak
bu özellikleri taşıyan cemaatlerin içinde bulunabilirler. Bunların bile
içindekilerin hepsi için gerçek hidayeti elde etmiş olması kesin
değildir. Olsa olsa yakın ihtimaldir. Çünkü yardımcı fiili, umulur,
mümkün, belki, gibi anlamlara gelir. İşin özü, müminler için bile böyle
olunca, artık müşriklerin durumu nedir kolaylıkla tasavvur olunabilir.