4-NİSA:
154-Öyle ki isyanlarına tevbe olmak için kendilerini öldürmelerini emrettik, ve misak (ahid)lerini almak için dağı, gölgelik gibi tepelerine kaldırdık, ve kendilerine kapıdan usluca boynunuzu eğip secde ederek giriniz dedik. Ve sebt, yani Cumartesi günü kımıldamayın, diğer deyişle bu günün hürmetine tecavüz etmeyin, balık malık avlamayın dedik. Ve böyle baskı ve zorlama ile bunlardan ağır bir ahidname aldık.
İsrail oğullarının sözleşmelerini almak için Tûr'un bir gölgelik gibi başlarına kaldırılıp dikilmesi mucizesi hakkında birkaç söz vardır: Bazıları bu Tûr'dan maksadın Tûr-i Sina olduğunu söylemişler, bazıları da kelimenin asıl mânâsıyla bir dağ demek olduğunu açıklamışlardır. Bununla beraber anlaşılıyor ki, Kur'ân'da bu Tûr'u kaldırma olayı bir baskı ve zorlama mânâsını ifade etmek için getirilmiştir. Bakara sûresinde geçen "Size verdiğimize (Tevrat'a) kuvvetle yapışın." (Bakara, 2/93) bunun açık bir ifadesi olduğu gibi, burada da deki sultayı açıklama sırasında zikrolunmuştur. Şu halde asıl maksad Tûr'un kaldırılmasının nasıl olduğu değil, gayesidir. Yani Allah Teâlâ bunları kamil imanla değil, dağın altında kafalarını ezecek gibi bir vaziyette maddi kuvvetle bastırarak dine bağlamış ve çok ağır bir şekilde sözleşmelerini almıştır.
155-156-Bunlar bu ağır sözleşmeye bağlandıktan ve böyle zabt u rabt (sıkı bağlantı) altına alındıktan sonra sebat ettiler mi? Hayır. Tersine sözleşmeyi bozdular ve nice cinayetler yaptılar ve Allah'ın gazabına da asıl bundan sonra uğradılar. Bunu açıklamak için buyuruluyor ki: Bundan sonra sözleşmelerini bozmaları ve gelecekte sayılacak olan cinayetleri işlemiş olmaları sebebiyle... Bu nazımda "ba"nın müteallakı (ilgilendiği kelâm) hazfedilmiştir ki, "Biz de belalarını verdik. Şu şu sebeplerden dolayı kendilerine lanet ve gazeb ettik" demektir. Nitekim Maide Sûresinde de "Andlaşmalarını bozmaları sebebiyle onları lânetledik." (Maide, 5/13) diye açıklanmıştır. Bu gibi hazifler, sükût içinde duyan zihne mümkün olan her hatırayı atarak gayet belağatlı bir korkutma ifade eder.
Yani sözleşmelerini bozmaları Allah'ın âyetlerini, hükümlerini ve emirlerini gösteren açık delilleri ve derin mucizelerini inkâr etmeleri, ve birtakım peygamberleri haksız yere öldürmeleri, ve bizim kalblerimiz "ğulf" tür demeleri sebebiyledir ki, bunda iki mânâ vardır: Birisi, "Bizim kalblerimiz ilim mahfaza (kap)larıdır. Şu halde, ilmimiz sayesinde biz artık peygamberlere, filanlara muhtaç değiliz" demektir. Diğeri de, "Bizim kalblerimiz kabuklu, kaşerlidir, ne söylense etkilenmez. Şu halde yapılan davet ve telkinlerin hiçbiri kulağımıza girmez" demektir. Burada bu söze karşı bir cümle-i mutarıza (ara cümle) halinde şöyle buyuruluyor: Hayır bunların kalbleri ilim kabı ve ve doğuştan kabuklu olduğundan değil, belki Allah o kalblerin üzerine inkârlarını basmış; küfrü, ısrar ve alışkanlıkları dolayısıyla artık onlara huy yapmış da, ondan dolayı iman etmezler, ancak pek azı hariç. Yoksa ne ilim insanı dinden, imandan, Allah'dan, peygamberden müstağni (ihtiyaçsız) kılar, ne de aslî yaratılışta beşer kalbi bu kadar katı ve bu kadar zalim olur. Bir bu sebeplerle, bir de böyle huy edindikleri küfürleri ve Meryem aleyhinde pek büyük bir iftirada bulunmaları. Bunlar, Hz. Meryem'i zina ile suçlamak suretiyle büyük bir iftirada bulunmuşlar, bu da Allah Teâlâ'nın, beşerin dokunması olmaksızın bir çocuk yaratmaya kudretini inkâr etmelerinden dolayı olmuştur. Bunu inkâr ise, tabiatın ezeli olması davasıyla Allah'ı inkârdır. buna işarettir. Bu küfürleriyle o büyük iftirayı söylemiş olmaları,
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |