4-NİSA:
133-Çünkü ey insanlar, bilmiş olunuz ki Allah dilerse sizi ortadan kaldırır, def eder ve yerinize diğerlerini getirir. Allah buna da kadirdir, hem pek kadirdir. "Eğer haktan yüz çevirirseniz, Allah yerinize başka bir kavim getirir de sonra onlar sizin gibi olmazlar." (Muhammed, 47/38) Rivayet olunuyor ki bu âyet indiği zaman Resulullah (s.a.v.) mübarek elini Selman-ı Farisi'nin arkasına vurmuş, "onlar bunun kavmi" buyurmuştur.
134- Her kim dünya sevabı isterse, bilmeli ki dünyanın da ahiretin de sevabı ancak Allah'ın katındadır. Dünya sevabını da verecek olan başkası değil, yine Allah'dır. Bunun için de Allah'a ve Allah'ın kanunlarına müracaat etmek gereklidir. Fakat bunun karşısında bir de ahiret sevabı vardır. Şu halde Allah'a müracaat edip de yalnız dünya sevabına göz dikmek ne kadar himmet (gayret) sizlik, ne kadar budalalıktır. Akıllı olan -hiç olmazsa- "Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, ahirette de" diye ikisini de istemeli veya en şerefli ve en yükseğine göz dikip dünyayı kâle almayarak ahireti istemelidir. "Kim ahiret menfaatini isterse, onun mükafatını artırırız" (Şûra, 42/20) âyetinin delaletince, ahireti isteyen, fazla olarak, dünyadan da hissedar olur. Nitekim Allah için mücahede eden dünya ganimetinden mahrum kalmaz, onunla beraber ahiret sevabına da erer. Fakat ganimet için harbe gidenler gibi sırf dünya peşinde koşanlar bunu bulurlarsa diğerlerinden mahrum kalırlar. Çünkü Allah semî (işitici) ve basîr (görücü)dir. Söylenenleri işitir, yapılanları görür, herkesin niyyet ve maksadını bilir ve ona göre muamele eder. Bunun için şu ilâhî emir ve tavsiyeleri iyi dinleyiniz:
135- Ey iman edenler! Yalnız kadınlar üzerinde adaleti yerine getiren kimseler olmakla kalmayınız, her hususta adaletle hüküm verici olunuz, adaletle kaim (ayakta duran) ve müstakim (doğru) hakimler olup, adalet ve haklılığı ayakta tutunuz, Allah için örnek olacak şahitler olunuz, hakka dosdoğru şahitlik ediniz. İsterse kendinizin veya ana-baba ve yakınlarınızın aleyhinde de olsa böyle olunuz. Ki bunda iki mânâ vardır: Birisi başkasının sizde bir hakkı varsa, kendiniz ikrar ve itiraf ediniz; ananız, babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa hükümden, şahitlikten kaçınmayınız demektir. Diğeri de üçüncü, şahıs aleyhine şahitlik, kendinizin ve yakınlarınızın bir zararıyla sonuçlanacak da olsa, yine dosdoğru şahitlik ediniz demektir. Aleyhine ve lehine şahitlik ettiğiniz kimseler zengin olsa da böyle yapınız, fakir olsa da; ne zengine dalkavukluk etmek, ne de fakiri gözetmek için şahitlikten kaçınmayınız, doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü zengine de, fakire de Allah daha yakındır. O, onları daha iyi gözetir. Şu halde doğruluktan sapmakla isteklerinize uymayınız, keyf ve arzuya tabi olmayınız. Yahut adalet ediyoruz zannıyla arzulara uyup fakiri zengine, akrabayı yabancıya tercih ederek hakkı gizlemeyiniz veya bozmayınız. Ve eğer hakkı tutmakta veya şahitlikte dillerinizi eğer büğerseniz veya büsbütün yüz çevirirseniz Allah muhakkak hepinizin yaptıklarınızdan haberdardır. Hiç biriniz yakanızı kurtaramazsınız. Hamze ve İbnü Amir kıraetlerinde (lâm)ın zammı ve (vâv)ın sükunuyla okunur ki, birincisi den, bu da dendir. Bu şekilde mânâ: "Ve eğer şahitlikte görevlendirilir de hakkiyle yerine getirmez veya yerine getirmekten yüz çevirir ve çekinirseniz, her iki halde Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Birinde mükafatını, birinde de cezasını verir" demek olur. İşte müslümanlar böyle keyf ve arzuya uymaz, adaletli ve doğru, doğru söyleyen, hakkı taparcasına seven, Allah için şahitler olmalıdır.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |