4-NİSA:
126- Göklerde her ne var ve yerde her ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah'ın yaratığı, Allah'ın mülküdür. Ulviyyat (yüksektekiler) ta Allah'ın, süfliyyat (alçaktakiler) ta Allah'ındır. Şu halde İbrahim'in dostluğu ne ilâhî mülkün dışından bir seçim, ne de ilâhî mülkten bir çıkarmadır. O bir kulluğun gayesidir. Buna karşılık şeytanın lanetlenmişliği de ne ilâhî mülkten bir çıkarma, ne de ilâhî mülkten dışarı bir muameledir. Mukadder olan azab hissesini almak için ilâhî mülk içinde hayır ve rahmetten mahrum olmak ve bir bahtsızlık gayesidir. Aynı şekilde Allah'a kendisini teslim etmeyenler, ilâhî mülkten çıkacak değil, ilâhî mülk içinde huysuzluk etmiş ve lanetlenmişe iştirak etmiş olacaktır. Zira ilâhî mülkün dışında bir şey yoktur. Ve Allah her şeyi kuşatıcıdır. Yalnız gökler ve yerdekiler değil, onların ötesinde gerek zihin âleminde ve gerek dış âlemde "şey" denilebilen hiçbir varlık yoktur ki, başlangıcından ve sonundan, görünen ve görünmeyeninden Allah Teâlâ'nın ilim ve kudreti ve ilâhî hükmüyle kuşatılmış olmasın. Şu halde içler ve dışlarda, yükseklik ve alçaklıkta, maddelerde ve mânâlarda, dünyada ve ahirette ilâhî kuşatmanın dışında bir şey tasavvur etmek bir tenakuz (çelişki), batıl bir hayaldir. Varlık ve hak ilmin karşısında yer almaya çalışan çelişkiler, hayaller bile, o kuşatıcı kudretin dışında değil, O'nun hükmünün etkisi altında cereyan eder. Bütün mümkün kâinatta kaza ve kader silsilesi O'nun icadı, O'nun yaratması, O'nun var etmesi, O'nun mahkumudur. Mülk O'nun, bütün tasarruf hakkı ve hüküm O'nundur. Bütün varlığın cereyan etmesi, O'nun ilim ve kudreti, ilâhî hükümleri altındadır. Bütün varlıkların silsilesi, böyle bir kuşatıcı hakim ve mülk sahibinin sanatının tecellileridir. Ve bunda, ancak O'nun nizamı, O'nun kanunları, O'nun hükümleri ve teklifleri, O'nun rahmet ve öfkesi, O'nun sevab ve cezası hüküm icra eder. "Allah" deyince başka türlü düşünmek cahillik ve sapıklıktan başka bir şey değildir. Artık her akıllı, kendisine tahsis edilen irade sahasında onun tekliflerine, O'nun emir ve yasaklarına uymalı, özünü, yüzünü tertemiz O'na tutmalı ve O'nun sevgi ve rızasına ulaşmak ve bu yaratılış devletinde güzel bir mertebe kazanmak için her yaptığını güzel yapmalı ve O'nu sevenlerin yoluna gitmelidir. Ve bunun için adalet hükümlerine ve hakka çok iyi riayet etmeli; adaletli hükmün, bu en güzel dinin, en güzel ameli olduğunu bilmeli; müminin, kâfirin hukukunu gözetmeli; hırslı arzularla, istek ve heveslerle, temenniler, kuruntular ile değil, her şeyde hak kanunlar ile amel edici olmalı ve onunla hükmetmelidir. Müşriklere, kâfirlere, münafıklara karşı savaşlardan, mücadelelerden maksad da bu adalet hükmünün teminidir. Dünyaya gönderilmenin sırrı budur ve kitap bunun için gönderilmiştir. Ve bunun için her işte, her hükümde Hakk'ın yolunu (şeriati) aramalı ve onu gözetmelidir. Ve bu din, millî, insânî ve âilevî terbiyenin esası olmalı ve yalnız kalblerde kalmayıp yüzlerde de okunmalıdır.
Bu aydınlatmalar üzerine yine gözleri sûrenin başına çevirerek ve bazı ashab-ı kiramın miras ve başka şeylerle ilgili soru ve fetva istemelerine cevap olarak buyuruluyor ki:
Ey Muhammed:
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |