4-NİSA:

Bu sûre de birçok şer'î hükümleri ve teklifleri kapsamaktadır. Baş tarafında Allah'ın hakları, bütün insanlığın kardeşliği, çocuklara, kadınlara, yetimlere acıma, şefkat gösterme ve haklarının verilmesi, mallarının korunması, evlenme ve miras gibi hususlarla ilgili emirler ve hükümler ile başlamış, sûrenin sonu da bu konularla bitmiştir. Orta kısmında da aile terbiyesinden başlaması lazım gelen temizlik, namaz, cihad, amirlere itaat gibi emirleri ve yükümlülükleri kapsamıştır. Bütün bunlar, insanın yaratılışı ile ilgili ve terbiye esasına dayalı bulunduğundan dolayı sûre: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının..." hitabı ile başlamış ve bu konularda kadının ve kadınlığın pek önemli bir yeri bulunmasından dolayı da ilk âyetinden itibaren kadının yaratılışına ve şerefine dikkat çekilmiş, ismine de "Kadınlar Sûresi" denilmiştir.

İnsanlık unvanıyla başlayan bu genel hitap, Bakara sûresinin başındaki ilk genel hitabı hatırlatıyor. O genel hitap günahlardan sakınmak gayesiyle "Rabbinize ibadet ediniz" (Bakara, 2/21) emrini vermiş ve bunu insanların yaratılış delilleri ile aydınlatarak şimdiki zamandan başlangıca doğru götürmüş ve özellikle Hz. Ademin yaratılış bahsini hatırlatmıştı. Burada ise bu hitabı doğrudan doğruya günahlardan sakınma emri takip ediyor. Bunu da özellikle kadınların yaratılışı ile beraber yaratılış delili takip ediyor ki; bunda "Ey insanlar! Artık büsbütün sakınma dönemine girmeniz ve aşağıda gelecek tarzda tekliflerin (yükümlülüklerin) zevk ve hikmetinin manevi hazzını anlamanızın sırası geldi ve sakınma konularının en önemlilerinden birisi de kadınlar konusudur." gibi düzgün ve edebî bir anlatım vardır. Dikkat etmeye değerdir ki,
Kur'ân'da ey insanlar! hitabıyla başlayan iki sûre vardır; birisi bu sûre, diğeri Hacc sûresidir. Bu sûre, Kur'ân'ın ilk yarısından dördüncü sûre olduğu gibi, Hacc sûresi de Kur'ân'ın ikinci yarısından dördüncü sûredir. Bu sûrenin başında sakınmanın sebebi, yaratılışın başlangıcına dikkat çekmekle belirtilmiş olduğu gibi, o sûrede de yaratılışın sonu ve dönülecek yerin tanıtılmasıyla belirtilmiş, "Çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir." (Hacc, 22/1) buyurulmuştur. Bu şekilde iki sûrenin başları tertipli olarak başlangıç ve dönülüp gidilecek yeri (ahireti) tanıtmış ve bununla her bir sûrede hakim olan şer'î hükümlerin kayıt yönlerini de göstermiştir.
Fahreddin er-Razî der ki:
"Bu konunun altında bir çok sırlar vardır..." Rabbinizin terbiye ile ilgili emri ve koruması altına giriniz, emrine karşı çıkmaktan sakınıp genellikle asayişe uyunuz, O'nun şiddetli cezasından korununuz. O Rabbiniz ki sizi tek bir candan, bir şahıstan yarattı. Bundan dolayı, aslında hepiniz bir babadan gelme kardeşlersiniz ve hepiniz insansınız ve bir yaratıcının yaratıklarısınız. Bu prensipler üzerinde, hukukla ilgili esasları insanlık gerçeğine ve terbiye esasına dayandırarak kardeşlik haklarına riayet etmeli ve Rabbinizin emrine aykırı hareket etmekten sakınmalısınız. Evet Rabbiniz bir can yarattı ve "O bir candan eşini de yarattı" (Nisâ, 4/1). Böyle bir nimet ihsân etti. Biri diğerinin canından kopmuş bir çift meydana getirdi. "Bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir". (Yâsin, 36/36) Ondan dolayı bu nimet ve gücün değerini ve büyüklüğünü takdir etmeli ve yaratılışın, eşyanın tabiatının eseri değil, eşyanın yaratıcısı olan Allah'ın kuvvetinin eseri olduğunu bilmeli, ona itâat etmeli ve azabından korkmalıdır.

Gözlem ve deneyle biliniyor ki, bir babadan erkek çocuk olabildiği gibi dişi de olabilir. Halbuki yaratıcı kuvvet, eşyanın tabiatında olsaydı; ne topraktan insan meydana çıkabilirdi, ne de bir erkekten bir kız çocuk olabilirdi. Çünkü tabiat, düzenli ve uyumlu demek değil ise hiçbir şey değildir. Halbuki ne erkek dişinin bir uyumu, ne de dişi erkeğin bir uyumudur. Hiç kimse erkeğe dişi, dişiye erkek diyemez. Bunlar, iki çenekliler gibi bir kökten yarılmış, özellikleri ayrı, vazifeleri birbirini tamamlayıcı değişik tabiatlı bir çifttirler. Ve aynı zamanda bir kökün değişik çeşitleridirler. Bundan dolayı, diğer arızalardan soyutlanarak, yalnız fen ve ilim tabiatı adına düşünen ve konuşan tabiat ilimleri bilginleri de tam olarak itiraf ediyorlar ki; her şeyi sırf tabiata isnad etmek iddiası ile eşyanın çeşitliliğinin sebebini açıklamak mümkün değildir. Ve yaratıcı kuvvet, tabiatın üstünde terbiye ile ilgili bir etki yapan ve eserlerini yaratmak ve seçmekle meydana getiren yüce bir Rabb'dir. O halde tam manasıyla tabiat yoktur. Ve tabiat fikri, ilmî bir prensip olamaz. Çünkü bugün kabul edilen bir tabiat, yarın değişik şekillere girebilir. Ve onun içindir ki, sırf ilmî bir mukayese her zaman için ilmin ölçüsü olamıyor. Olayların meydana gelişi akılları durduruyor. Çünkü İblis de "Ben ondan (Hz. Adem'den) daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise balçıktan yarattın." (Sâd, 38/76) diye ateşin tabiatına göre yaptığı mukayese ile aldanmıştır. Gerçekten iş tabiatta olsaydı, akla göre tabiat hiçbir zaman erkekten dişi, dişiden erkek çıkma sonucuna varmazdı. Gerçek durum ise böyle değildir. Bütün insanlığın yaratılışının başlangıcına çıkıldığı zaman ise mesele daha fazla açığa çıkmaktadır. Akıllar, etkinin başlangıç noktasını ne kendilerinde ne de eşyanın tabiatında görmemelidir. Hepsinin üstünde yaratıcı Allah Teâlâ'da görmelidir. O Yüce yaratıcı ki bir kişiden eşini de yaratmak şeklinde ilâhî kuvvetini gösterdi ve bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınları yeryüzüne yaydı. Ve bugün var olan insanlar böyle meydana geldi. Bundan dolayı hiç yokken topraktan seçmek suretiyle insan yaratan ve o insandan eşini yaratan ve iki insandan, birbirlerinden doğmaları suretiyle erkek dişi birçok çocuklar ve torunlar yaratıp dünyaya yayan yüce yaratıcının ilâhlığının, bir şahıstan ordular, milletler yetiştirebildiğini bilmeli ve ona göre tam bir iman ile vazifesini yerine getirmeli, Allah yolunda hiç bir fedakarlıktan çekinmemeli ve evlenme kuralına uymakla nüfusun çoğalmasına önem vermeli ve bunların ilâhî bir terbiye ile yetişmesine çok dikkat etmeli ve evlenmeye sevk eden, yaratılıştan gelen meyilleri, kötüye kullanmaktan sakınmalıdır. İşte bu şekilde bu günkü bir kaç insan yarın dünyaları fetheden ve İslâmiyeti yükselten büyük bir ümmet olabilir. Ve ahirette en büyük mutluluğu elde eder. Bu gerçekten dolayıdır ki, Allah'ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Evleniniz ki üreyip çoğalasınız. Çünkü ben kıyamet günü düşük çocuk bile olsa diğer ümmetlere karşı sizinle iftihar ederim."

Bu bir kişiden maksat, Hz. Âdem, eşinden maksat da Hz. Havva olduğunda fikir ve görüş birliği vardır. Hz. Âdem "Şüphesiz Allah Âdem'i seçerek üstün kıldı" (Âli İmran, 3/33). Ve "Allah Âdemi topraktan yarattı. Sonra ona 'ol' dedi ve o da oluverdi" (Âli imran, 3/59) ayetlerinden anlaşıldığı üzere, topraktan seçilerek yaratılmıştır. Hz. Havva da, Âdem'in kendisinden ayrılarak yaratılmıştır. Bu mânâ hadislerde "Havva, Âdem'in bir kaburga kemiğinden yaratıldı". diye nakledilmiştir ki, bir yarılma mânâsına gelir. Ve bu mânâ eşlik ilişkisinin temeli demektir. Bir sahih hadiste, "Kadın bir kaburga kemiği gibidir. Kadın bir kaburga kemiğinden, bir eğri kaburga kemiğinden yaratıldı, onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın, kırılması da boşanmasıdır." buyurulmuştur.

Burada eğri kaburga kemiği, bu yarılmaya işaret etmekle beraber erkekle kadın arasındaki tabiat uyumsuzluğuna ve kadınların erkekleştirilmeye kalkışılması, onları kırıp atmak demek olduğuna dair uyarıyı içeren bir misaldir. Bundan başka bu kısımlara ayrılmanın, cennetteki yaratılış başlangıcında meydana geldiği de hadislerde yer almıştır. "Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın." (Bakara, 2/35; A'raf, 7/19) âyeti de buna delalet etmekte bulunmuş olduğundan cennetten yeryüzüne atılmaları, yani dünyaya gelişleri, bu dallanmadan sonra demek olur. Bununla birlikte şunu da hatırlatalım ki bir can Âdem, eşi de Havva olduğunda şüphe olmamakla âyet bunu genel bir mânâ ile anlatmıştır. Çünkü âyet, bu anlamı, sırf haber olarak değil, Allah'ın kuvvetinin delili olmak üzere şimdiki zamanda bilinen ve görünen yaratılışın meydana gelişini delil göstererek anlattığına göre işin başında şöyle ilmî bir tanıtımı kapsamaktadır: Görülüyor ki bugün var olan insanların hepsinin yaratılışı önce birer babadan başlıyor. Anneler, aşılamayı babalardan alıyor. Fakat hayret edilecek şey odur ki erkek olan babadan gelen çocuklar hep erkek olmuyor. Bunda tabiatın uyum kuralı vuku bulmuyor. Bilakis erkek cinsinin eşi olan dişi cinsi de tabiata aykırı olarak erkekten yaratılıyor. Ve erkekle dişinin evlenmesinden bu sayede erkek ve kadın bir çok çocuklar meydana geliyor. Ve bu şekilde dünkü bir Âdem, bir müddet sonra büyük bir ailenin, bir kabilenin, bir ırkın babası oluyor, babalar kadınsız çocuk yapamıyorlar. Fakat bu hususta aşılamayı yapan erkek ve alan kadın olmasından dolayı erkek önce, kadın sonra geliyor. Bundan dolayı erkeklerin kadınlardan dallanması (ayrılması)da beklenilmeyen bir iş olmakla beraber daha önce hepsi erkekten dallanıyor, türemenin başlangıcı erkek oluyor. Şu halde genel olarak erkek cinsi ile, genel olarak kadın cinsi karşılaştırılarak üzerinde düşünüldüğü zaman; insanlığın yaratılışının her kuşağındaki başlangıcına göre erkek birinci, kadın ikinci temel bulunduğundan dolayı, herşeyden önce kadının her zaman erkekten ayrılmış olduğu bir analiz şeklinde meydana çıkıyor. Bundan dolayı şimdiki zamandan başlangıca göz atıldığı zaman, türemenin ikiden dört ve dörtten sekiz gibi bir matematiksel oran takip etmesinden dolayı bugünkü milyarlarca insanların kökü ele alınınca matematiksel bir şekilde sabit olur ki, insanlığın başlangıcı, Âdem ve Havva diye anılan bir çifte, yani bir erkekle bir kadına döner. Ve bunlar arasında kök birliğini ifade eden bir nefis ilişkisi vardır. Ve bu ilişkide erkek öncedir, kadın ondan sonradır. Ve bundan dolayı o kadın, erkeğin canından ayrılmıştır, onun ruhundan kopmuştur. Ancak bu dallanmada hayret uyandıran durum, daha fazladır. Çünkü artık zaruri olarak onlardan önce anne ve babaları yoktur ve o kadının o erkekten ayrılması da bir evlad ayrılması gibi değildir. İki cinsi taşıyan bir kök dalından çatallanan ve ileride birbirleriyle karşılaşmak üzere karşılıklı bir çekim besleyen ve tek bir gayeye hizmet eden değişik özellikli etkileyici ve bu etkiyi kabul edici bir çift küçük yaprakçığın ayrılması gibidir. Bu ise topraktan insanı seçmek gibi bizzat Allah'ın yaratması ile açıklanır. Gösterilen bu delilin tamam olması için, dünyanın sonradan yaratılmış olduğu düşüncesini unutmamak gerekir ki, bu konu daha önce açıklanmıştı. İşte âyet-i kerime, Adem ve Havva'nın yaratılışını haber verirken şimdiki zamandan geçmişe giden böyle bir delil ile sonuca varmayı da kapsayan bir beyan uslubu ile anlatmıştır. Bundan dolayı âyetin mânâsı hem nakle, hem akle dayanır.

"Minhâ" (o nefisten) kaydı ile erkeğin kadından önde bulunduğunu anlatırken aynı zamanda " eşini" ifadesiyle de kadının yaratılışının, erkeği yalnızlıktan ve kısırlıktan kurtaran büyük bir nimet olduğunu ve bu nimetin kötüye kullanılmamasının ve şükrünün yerine getirilmesinin gerekli olduğunu da bildirir. Nitekim bir hadiste Resulullah (s.a.v.), "Dünya bir eşyadır. Ve dünya eşyasının en hayırlısı saliha kadındır." buyurmuştur. İnsanlar, bu nimeti kötüye kullanmaya hazır bulunduklarından dolayı ilk önce sakınmaları emredilmiş ve bu sakınma şu şekilde pekiştirilmiştir: "" Asım ve Hamza ve Kisâî kırâetlerinde şeddesiz, diğer kırâetlerde şeddeli okunur. Mânâ birdir. Hamza kırâetinde esre, diğerlerinde üstün okunur. Bundan dolayı, bunda iki ayrı tefsir şekli vardır. Birine göre, "Birbirinizden bir şey rica ederken Allah aşkına, Allah için senden şunu rica ederim, diye adına yemin verdiğimiz Allah'a isyan etmekten ve o akrabaların haklarını ve itibarlarını gözetmemekten korkunuz" demektir. Diğeri de, "O Allah'a isyan etmekten korkunuz. Öyle ilâhî ve rahmânî bir ahlâk ile hareket ediniz, ki siz o Allah'a ve akrabalara and vererek birbirinizden karşılıklı dilekleşmede bulunursunuz." demek olur. Araplar, akrabalıktan dolayı önemli bir yalvarmada bulunacakları zaman derlermiş ki, "Allah ve akrabalık hakkı için rica ederim" mânâsınadır. Bu ikinci mânâ her iki kırâete göre de mümkündür. Fakat birinci mânâ, Hamza kırâeti dışındaki diğer kırâetlerdedir. Birincisinde hukuk yönü açıkça, ahlâk yönü kapalı olarak bildirilmiştir. İkincisi de bunun tam aksinedir.

ERHÂM: Rahimin çoğulu, rahim nın kesresi ile bilindiği gibi kadında çocuk yatağı olan özel organıdır. Fakat yakınlık ve akrabalık sebeplerine de denilir. Nitekim sıla-i rahim, arkabaya iyilik; kat'-i rahim, yakınlık ilişkisini kesmek demektir. Burada da yakınlık sebepleri mânâsınadır. Her zaman rahim kelimesinin sevgi, merhamet, şefkat ve acıma mânâsını anlattığı ve bunlar, kadınlığın yaratılışının gereği bulunduğundan dolayı kadınlara acımak ve şefkat ile muamele etmek, şeref ve haysiyetlerini yaratılışları gereğince korumak, tecavüzden ve kötüye kullanmaktan ve evlenme gayesini bozacak yakışıksız şeylerden korumak ve aile fertleri, çoluk çocukları, genel olarak akraba ve hısımlar hakkında da akrabalık inceliğine yaraşan nazik ve çekici bir sevgi beslemek ve bütün bunlarda Allah sevgisi ile Allah korkusunun özü demek olan Allah korkusu esas kabul edilip iyi ve kötüyü bu açıdan düşünmek ve bundan dolayı bu ilişkilerde ne erkeğin ne kadının yaratılış hikmetine ve türeme gayesine aykırı olan hırs ve nefse ait kibri, ne de akrabaların Allahın emrine aykırı arzu ve meyilleri gözönüne alınmayıp, her hususta Allah'ın hükmünün yerine getirilmesi lüzumu gösterilmiştir. Bu konuda birçok hadis-i şerifler de vardır. Bazıları şunlardır:

1- "Rahim (akrabalarla ilişkiyi sürdürmek) Arşa asılıp şöyle der: Beni gözeteni Allah gözetsin, beni terkedeni Allah terketsin. "

2- "Allah Teâlâ şöyle buyurur: 'Ben, Rahmanım, o rahimdir. Ben, ona ismimden bir isim türettim. Bundan dolayı onunla ilgilenen, akrabalarla ilişki sürdüren ve iyilik yapana ihsanda bulunurum, akrabalarla ilişkisini keseni de mahrum ederim."

3- "Allah'a itaat edilen şeylerde akrabalık ilişkilerini sürdürmekten daha çabuk sevabı verilen hiç bir şey yoktur. Allah'a isyan edilen amellerde de cezası, zinadan ve yalan yere yeminden daha çabuk verilen hiçbir amel yoktur."

4- "Sadaka ve akrabalık ilişkilerini sürdürmek, Allah bunlarla ömrü uzatır. Ve kötü ölümü defeder. Sakıncalı ve tiksindirici şeyleri de defeder."

5- "Sadakanın en faziletlisi, düşman olan akrabalara verilendir."

Özetle "Rabbinizden korkan" ifadesi, genel olarak insanlar arasındaki umumi kardeşliğin bozulmasından ve erkekle kadın arasındaki cinsel meyillerin kötüye kullanılmasından, "Allah'tan korkun" ifadesi de aile ve akraba haklarının ve ilişkilerinin bozulmasından sakınmayı kapsamaktadır.

Yani gerek genel ilişkilerde ve gerekse özel ilişkilerinizde Allah'a isyan etmekten korkunuz. Çünkü her zaman Allah üzerinizde gözcüdür. Bütün hareketleriniz Allah'ın kontrolü altındadır. Fiillerinizden, sözlerinizden, niyetlerinizden hiç biri O'ndan gizli kalamaz. Görülüyor ki, bu âyet-i kerime, derin bir belagatla sûrenin esas muhtevasına işaret etmiş ve Âl-i İmran sûresinden sonra gelmesinden dolayı da savaş kayıplarını telafi etme vasıtalarına dikkati çekmiştir.

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri