4- Onun için Kur'an'ın başında şüpheyi bertaraf etmekle, imân ve âhireti bilmek korunmanın, kurtuluşun ilk şartı olarak tesbit edildiği gibi, sonunda da her şerre sürükleyen sinsî vesvesenin şerrinden sığınma emrolunarak buyuruluyor ki: ye müteallıktır. O hannâs vesvesecinin şerrinden, yani geri geri çekilip sinen, sinip sinip aldatmak, Hak yolundan geriletip fenalığa sürüklemek için döne döne vesvese vermek âdeti olan o dönek, o sinsi, o geriletici vesvese kaynağının şerrinden sığınırım.
Esasen vesvese mânâsına masdar ismi veya muzaaf rubâînin masdarı bu vezinde de geldiğine göre masdar olmakla beraber çok vesveseci, müvesvis mânâsına mübalağa için sıfat ve isim olarak kullanılmıştır ki, aynı vesvese kesilmiş vesvese kaynağı demek gibidir. "Lâm" ile "el-vesvâs", şeytanın bir ismi olmuştur. Çünkü Keşşâf'ın dediği gibi bütün meşgûliyeti, sanatı ve daima üzerine düştüğü hep vesvese ve azdırmadır. Öyle vesvese vermekle bilinen odur. Bahru'l-Muhit'de Ebu Hayyan der ki: "el-Ves vâs, şeytanın ismi demişlerdir, bununla beraber vesvas şehvetlerin fısıldadığı vesveseye de denilir ki yasaklanmış olan nefsin arzularıdır."
Vesvese nedir? Keşşâf'ın ve Ragıb'ın da söyledikleri vechile vesvese esasen fis, hiş demek, yavaş fısıltı yapmak, fiskos etmek gibi gizli sese, gizli fısıltıya denilir. Zinet eşyası hışıltısına "vesvâsü'l-huliy" denilmesi bundandır. Kamus'un kaydettiği vechile avcının ve köpeklerin yavaşça seslerine vesvese ve vesvâs denilmesi de bundandır. Bundan hâtırâ-i redîey e, yani nefsin veya şeytanın kalbe koyduğu hayırsız, faydasız, alçak hatıra ve dağdağaya vesvese denilmek meşhur olmuştur, dilimizde bilinen de budur. "Nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz." (Kâf, 50/16) âyeti nefsin vesvesesi hakkında, "Şeytan ona ( Â dem'e) fısıldadı." (Tâhâ, 20/120) âyeti de şeytanın vesvesesi hakkındadır.
a gelince:
"Hunûs"tan mübalâğalı ism-i fâil
veya o vezinde ism-i mensub olarak vesvâsın sıfatıdır. Çok hunûs edici,
hunûs âdeti olan demektir. Küvvirat Sûresi'nde "Gündüzleri kaybolup
geceleri
ortaya çıkan bütün yıldızlara." (Küvvirat, 81/15-16) âyetinde de geçmiş
olan hunûs, lugatta lazım (geçişsiz) fiil olarak teahhur ve rücû yani
gerilemek
ve geri dönmek, sıkılıp büzülmek, sinip kaybolmak ve görünmez olmak
mânâlarıyla
il g ili olduğu gibi, müteaddî (geçişli) fiil olarak geriletmek,
munkabız
etmek, sindirip kaybetmek mânâlarına gelir. Tefsirciler çoğunlukla
lâzım
fiilden geç kalma ve inkıbaz ile sinmek mânâsını esas tutarak tefsir
etmişlerdir
ki, bundan "hannâs" geri çekiler e k veya büzülüp sinerek fırsat
bulunca
dönmek âdeti olan demek oluyor. Onun için biz bunu sinsi diye tercüme
etmeyi
uygun bulduk. Keşşâf'ta: "Hunûsa mensup, âdeti hunûs yani geri kalmak
olandır.
Çünkü Sâid b. Cübeyr'den rivayet olunmuştur ki, insan Rabbini
zikrettiği
zaman şeytan hunûs eder, geri kaçar, gaflet edince de döner vesveseye
başlar."
der. Ragıb da der ki: "Hannâs, hunûs eden, yani Allah anıldığı zaman
geri
kalan şeytandır." Bunlara göre "Vesvâs-i hannâs" şeytan demek olmuş
oluyor
ki, tefsircileri n çoğu da bunu söylemişlerdir. Sûrenin sonunda bu
şeytan
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |