106- KUREYŞ SURESİ
2. Ondan dolayı herkesten önce iman ve kulluk etmeleri lazım gelirken etmeyen o Kureyş'e tebliğ et ki, onların husule getirilmiş ve getirilecek ülfet ve anlaşması için, -önceki îlâf yahut ilaftan bedel-i kül veya ba'zdır yani bilhassa o kış ve yaz yolculuğuna îlafları, kışın ve yazın göçe, sefere ülfet ettirildikleri veya daha çok ettirilmeleri için, yahut kış ve yaz seferde vardıkları yerlerde ülfet ve ünsiyete mazhar edilmeleri için yahut kış ve yaz seferi hakkında etraf ile ülfetleşerek anlaşıp andlaşmaları, ahitleşmeleri için.

RIHLET: Malum ki göç, sefer demektir. Îlâf if'al babından olduğuna göre rihlet onun mef'ul-i bihi, müfaale babından olduğuna göre de "cârr" (cerr eden)in hazfiyle takdirinde mef'ul-i lehidir. İş bu kış ve yaz İbnü Abbas'tan rivayet edildiği üzere Kureyş ticaret için kışın Yemen'e, yazın da Şam tarafına Basra'ya sefer ederlerdi. Aynı şekilde gerek ticaret ve gerek diğer maksatla yazın yazlık olarak Taif'e göçerler, kışın da Mekke'ye göçerlerdi. Nakkaş tefsirinde dört seferleri olduğu zikrolunmuş, İbnü Aliyye bu görüşün reddedilmiş olduğunu söylemişse de "Bahru'l-Muhît"de der ki: Reddolunması uygun değildir. Çünkü ilâf ashabı dört kardeş idi ki, bunlar Abd-i Menaf oğullarıdır: Haşim, Şam meliki ile anlaşırdı. Ondan atlar almış, onunla Şam ticaretinde emniyet bulmuştu. Abd-i Şems, Habeş'e; Muttalib, Yemen'e; Nevfel de Faris ile anlaşırdı. Bunlara "Müttecirin" denirdi. Diğer Kureyş tüccarları bu dört kardeşin adlarıyla ticarete giderler, ondan dolayı onlara da dokunulmazdı. Ezherî "el-îlâf yani "hufâre" denilen yasakcılıkta kuruyuşa benzer" demiştir. Böyle olunca bu dört kardeşin himayesinde olarak tüccarın bulunduğu bu dört mevki itibarıyla Kureyş'in dört seferi olmak diye ifade olunan iki sefere zıt olmaz. Rihlet, cins ismi olarak bir ve daha çok sefere de şamil olabilir. Nitekim şair bu dört kardeşi methettiği şu beyitlerle bu mânâyı anlatmıştır:

"Ey yükünü, seferlerini değiştiren adam!
Abd-i Menaf ailesine inseydin a...
Onlar ufuklarından ahd almışlardır,
Ve seferi ilaf için sefer ederler.
Bir bahşiş veren bulunmazken onlar bahşiş verirler.
Ve misafirlere buyurun derler.
Ve zenginlerini fakirlerine karıştırırlar
O derece ki hatta fakirleri kifayetli gibi olurlar".

"Bahr"ın sözü burada bitti. Yukarda kaydettiğimiz vechile "Kamus"ta da tenzildeki "îlâf"ın ahd ve mânâsı beyan edildikten ve bu ahdi ilk alan Haşim olduğu zikredildikten sonra sûrenin meâli, şöyle izah edilmiştir: Kureyş, Harem-i Şerif'in sakinleri idiler. Etraflarında halk vurulup çarpılırken onlar erzaklarının temininde ve yazın, kışın seferlerinde emniyetle gidip geliyorlardı. Bir arızaya uğradıkları zaman, "Biz Allah'ın hareminin ehliyiz." diyorlar ve bundan dolayı kendilerine kimse dokunmuyordu. Haşim, Şam ile anlaşıyordu; Abdişems, Habeş'le; Muttalib, Yemen'le; Nevfel, Faris'le, diğer Kureyş tacirleri de bu kardeşlerin tutamaklarıyla bu şehirlere gidip geliyorlar ve o sayede onlara da dokunulmuyordu. Bu dört kardeşten her biri kendi sefer nahiyesinin melikinden bir ahd ve eman vesikası almıştı.

Kamus tercemesi "Okyanus"un bunu izahında da zikredildiği üzere Kureyş halkı ötedenberi ticaret ehli ise de ticaretleri -hemen- hemen Mekke ve etrafına münhasır gibiydi. Başlangıçta Haşim b. Abdi Menaf, Şam melikinden ahd ve eman almıştı. Bir defa Haşim Şam tarafına azmedip vasıl olduğunda şeref ve şanı, Şam'da hükümran olan Kayser tarafından duyulup huzuruna davet ve riayet eylemişti. Haşim bu vesile ile münasebet getirip Kureyş tacirlerinin bazı Yemen ve Hicaz mallarıyla Şam ülkesine emanet ve selametle gidip gelmeleri için ahd ve emanı içeren bir ruhsatname istemiş, o da isteği üzere resmi bir vesika vermiş olmakla ondan sonra Kureyş tacirleri Şam tarafına ülfet ettirilir olmuştu. Bunu gören kardeşleri de anlatıldığı üzere Habeş'ten, Yemen'den, İran'dan böyle birer ruhsat almışlardı ki, bunlar birer "kapitülasyon" demek olur. Bu şekilde Kureyş kabilesi yaz kış seferlerinde bu dört kardeşin hufaret denilen delalet ve himayesi adı altında emniyet ile gidip geliyorlardı.

Bu izahlardan da anlaşılıyor ki, ilaf deyimi iki haysiyetle iki mânâ ifade etmiş oluyor. Birisi uyuşup anlaşarak bir muahede ve antlaşma ahdetmek ki, bu mânâda mufaale babından olan ilâf ve îlâf sarih; birisi de diğerini alıştıracak vechile hufare denilen delalet ve himaye suretiyle koruyarak ülfete sevketmektir ki bunda da if'al babından olan i'laf sarihtir. Bu sûrede bu kelimenin bedel yoluyla iki defa zikredilmesinden de her birinin bir mânâya işaret olması muhtemel olduğu gibi İbnü Amir kırâati de birisinin îlaf, ikincinin ilâf olmasında sarihtir. Bu itibar ile de meâlde îlâf lafzının bu iki mânâyı içermek üzere aynen muhafazası lüzumu ortaya çıkar. Bütün bu mânâlarda "kış ve yaz seferi"nde ticaret seferi mânası esası olmuş oluyor. Bununla beraber bu îlâf Kureyş'e ait olmakla beraber seferin de mutlaka onlara ait olması lazım gelmez. Bu anlaşma suretiyle Kureyş başkalarını da sefer ve rıhlete ilaf etmiş olmak muhtemeldir.

Bundan başka Fahreddin Râzî'nin ikinci bir görüş olarak zikrettiği vechile bu kış ve yaz seferinden maksad, diğer halkın hac ve umre için Mekke'ye sefer ve yolculukları olmak, Kureyş'in bu sefere ilafından maksad da emniyet ve asayişi temin ile etraftaki halkı ona ısındıracak şekilde rağbetin fazlalaşmasına hizmet etmek olabilir. Nazmın buna da ihtimali vardır. Fakat meşhur olan öncekidir.

Geçen açıklamadan da anlaşıldığı vechile Kureyş'in bu seferlere ülfeti fil olayından sonra başlamış değildir. Çünkü Haşim ve kardeşlerinin fil olayından önce, bu olayın ise hayli sonra Abdülmuttalib zamanında olduğu bilinmektedir. Şu kadar ki fil sahipleri maksatlarında başarılı olup da Kâbe'yi yıksalardı Kureyş'in bu önemi ve bütün bu ilaf ve anlaşma menfaatleri elden kaçacağı kesin olduğundan olayın bunları teyit ve takviye etmiş olduğu da, şüphesizdir. İki sûre arasında asıl benzeme yönü de budur.

Şunu da dikkat nazarına almak gerekir ki, mef'ul-i leh mutlaka husulî olmak gerekmez. Gayeye ait illet, tertip edilmiş fayda kabilinden neticede husule getirilmek üzere tahsilî de olur. Mesela sevdiği için söyledi, denildiği gibi, sevdirmek için söyledi de denilebilir. Onun için Kureyş'in o zamana kadar husule gelmiş bulunan îlâfı için demek olabileceği gibi, o zamana kadar henüz tamamıyla husule gelmeyip daha çok ilerde olacağı Allah'ın muradı olan ve yalnız Mekke ve Arabistan havalisine değil, bütün cihana karşı ülfet ve anlaşma ile yüksek bir medeniyet, emniyet ve asayişi taahhüd edecek gelişen bir îlâf ve te'lif dahi olur ki, bu da sadece normal ufak tefek ticaret işleriyle değil, Beyt (Kâbe)-i Şerif'in ve Muhammed Aleyhisselam'ın peygamberliğinin ve tevhid dininin kadrini hakkıyla bilerek ve gerçekten Emin Belde'nin ve Harem-i Şerif'in ehli olacak ahlak ve tavırlara sahip olarak ve fil ashabı gibi ortaya çıkması düşünülebilen saldırgan düşmanlara karşı mücahede ve Allah'a kulluk için birleşerek "Hacılara su verme ve Mescid-i Haram'ı onarmay(işini yapan)ı; Allah'a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz?" (Tevbe, 9/19) mefhumu ile hareket etmek üzere yaz ve kış her mevsim için gereğine göre seferberlik edebilecek vechile bir îlâf ve ülfet hasıl etmekle, yani İslâm dinine sarılmakla olacaktır. Onun için burada yukarıda açıklandığı üzere husule gelmiş bulunan ilafın ve ticaretin de şükrü lazım gelen Allah'ın bir nimeti olduğuna işaretle beraber, asıl ilerde husulü arzu edilen yüksek ilaf ve anlaşmanın temeli bulunan tevhidî ibadet ve kulluğa sevk için ilaf nimetine özellikle önem verildiğini ifade etmek üzere öne alınmıştır.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri