109- KAFİRUN
5. ve siz ibadet ediciler değilsiniz o mabuda ki ben ibadet ederim. Yani benim ibadet edip durduğum mabudum Allah'a ibadet şanından olanlardan değilsiniz. Siz ona tapmıyorsunuz da, tapmazsınız da. Zira bundan önceki sûrelerden anlaşıldığı üzere ibadetin şartı ihlastır. Allah'ın bir l iğine iman etmeyince ona ibadet edilmez. Allah'a ibadet eden ondan başka Tanrı tanımaz. Allah'a başkalarını ortak koşarak veya Allah'tan başkasını Allah diye hayal ederek tapmak Allah'a ibadet değil, onu tanımamaktır. Onun için müşrikler Allah'a kulluk ed i yoruz zannetseler bile, kulluk etmiş olmazlar, kendi hayal ve hevalarına taparlar. Bundan dolayı "De ki: "Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi bana emrediyorsunuz ey cahiller." (Zümer, 39/64) buyurulmuştu. Aradaki bu fark daha çok açıklanmak ve takviye olunmak üzere de buyuruluyor ki: Hem ben tapıcı değilim sizin taptıklarınıza. Yani sade şimdi tapıyor olduklarınıza değil, Peygamber olarak gönderilmeden önce geçmişte taptıklarınız da dahil olmak üzere hiç birine ibadet edici değilim; ne taparım, ne de tapmışım.

Başlangıçta muzarî sigasıyla burada mazî sigasıyla buyurulması,

onların halde olduğu gibi, geçmişteki tapmalarına da Peygamber'in iştirak etmemiş olduğuna işaret eder. Bundan dolayı bazıları buradaki ism-i failinin mazi (geçmiş zaman) mânâsına olduğunu söylemişlerdir. Geçmişte olsun, halde olsun, gelecekte olsun hiçbir zaman onlara ibadet edici değilim, diye tamamını reddetmek daha kuvvetli olur. Şu kadar ki ism-i failin mef'ul-i bihte ameli için hal veya gelecek zaman (istikbal) mânâları şart olduğuna dayanarak burada mef'ul-i bih olan mevsul "mâ"sında amil bulunan ism-i failinin mazi mânâsına olabilmesi tartışılmıştır. Fakat bu itiraz nın masdariyye olması takdirinde varid olmaz. Çünkü o zaman mef'ul-i mutlak olabilir. Bu nda amel için ise hal ve istikbal (gelecek) mânâsı şart değildir. O halde masdariyye olduğuna göre mânâ şu olur: "Ben sizin tapışınızı, o şirk ibadetini hiçbir zaman yapıcı değilim." Yahut "o sizin benden istediğiniz şirk ibadetinizi geçmişte dahi yapm a dım ve hiç bir zaman yapacaklardan da değilim. Öyle ne tapmışım, ne de taparım, sizin tapışınızı yapanlardan değilim." Siz de benim ibadet etmekte olduğum mabuduma ibadet edicilerden değilsiniz. Hiç bir zaman değilsiniz, etmediniz, etmiyorsunuz, edecek de değilsiniz. Yahut siz de benim edeceğim tevhid ve ihlas ile ibadet etmediniz, etmiyorsunuz ve etmezsiniz. Bu iki âyet ilk bakışta öncekilerin bir tekrarı gibi görünür. Bunda tefsircilerin iki vechi vardır:

Birisi başlıbaşına tekid de takviye için tekrar edilmiş olmasıdır ki, üçüncü menfi (olumsuz) cümle, ismiyye (isim cümlesi) olarak daha kuvvetli bir şekilde birinciyi, dördüncü de ayniyle üçüncüyü mânâ itibarıyla te'kit eder denilmiştir. Ferra bu fikre kanaat getirmiş ve demiştir ki: "Kur'ân Arap diliyle nazil olmuştur. Tekit ve anlatmak için kelâmı tekrar etmek de onların âdetlerindendir. Kabul eden "belâ, belâ" (evet evet) der; çekinen "lâ, lâ" (hayır hayır) der. "Hayır, yakında bileceksiniz, yine hayır yakında bileceksiniz." (Tekâsür, 102/3- 4) yüksek sözü de bunun üzerinedir. Ve şu beyitleri söylemiştir:

Ve
"Bende onların yaptığı nice şeyler vardır.
Yükseltip gerekli kıldıkları eller (nimetler) vardır.
Leylâ'nın uzaklığı yüzünden sabahleyin kargalar bağırıyor
Onlar Leylâ'nın ayrılığından -kimbilir- kaç defa bağırıyorlar?
Sen sormadın mı Leylâ! Kinde topluluğuna,
Geri döndükleri gün ki; nereye, nereye?"

Nazımda ve nesirde bunun misalleri çoktur. Burada tekidin faydası da o kâfirlerin ümitlerini kesmek ve ebedi olarak küfürde kalacaklarını tesbit etmektir". Taybî de bunu tercih etmiştir. Lakin burada atıf vardır. Halbuki cümlelerin tekidi den başka atfedici ile olmaz, diye itiraz edilmiştir. Fakat caiz görenler "vâv"ı da ye kıyas etmişler demektir. Lakin bu şekilde atfın en zahir şekli de bu dördüncü cümleyi üçüncüye atfettikten sonra hepsini önceki iki cümlenin tamamına atfederek bu iki âyet toplamıyla önceki iki âyet toplamını te'kit olmalıdır. Gerçi üçüncü birinciye, dördüncü i k inciye atf ve tekit olmak lafız ve mânâ bakımından daha uygun gibi görünür ve Ebu Hayyan'ın ifadesinin zahiri de bu ise de, bu şekilde tekit ile tekit edilenin, atfedilen ile kendisine atfedilenin aralarını ecnebi (müteallakı olmayan) ile fasıl (ayırım) N a hiv ilmince caiz olamaz. Şu halde bunda lugat mânâsıyla bir tekit ve takviye zahir olsa da terim mânâsıyla tekit, zahir değildir. Bu bir atıftır, atıf ise az çok bir başkalık ifade eder. Onun için çoğunluk, bu âyetlerde mânâ bakımından tekrar olmadığı n ı ve bundan dolayı sadece tekit değil, her birinin bir te'sis (esas koyma) olduğunu açıklamışlardır. Zira muzarî ve ism-i fail kiplerinin hal, gelecek, devam ettirme mânâlarına göre birçok vecihlerle farkları olabileceği gibi, 'ların da mevsul veya mevsu f yahut masdariyye olabilmeleri ihtimallerine göre çeşitli farkları düşünülür. Bunların şekli ve her birinin siyak (söz gelimi)a göre olan özelliği de düşünülünce burada tekidden başka daha birçok vecihler hasıl olabileceğinden bu farkları çeşitli şekiller d e izah etmişlerdir. Çok olumsuz olan muzari ve ism-i fail kiplerinin hal, gelecek zaman, geçmiş zaman mânâlarına göre zaman farklarını gözetmişler, bazıları da önceki iki yı mevsul; sonraki iki yı de masdariyye olmak üzere ayırım yapmışlar, bazıları d a iki vechi toplamışlardır. Zaman ayırımı yapanlar: Bir kısmı öncekilerin hal, ikincilerin gelecek zaman için olmasını, bir kısmı da tersini tercih etmişlerdir.

Keşşaf şöyle demiştir: "Mânâ: Ben, gelecekte benden istediğinizi, o ilâhlarınıza ibadeti yapmam, siz de gelecekte o benim sizden istediğimi, benim ilâhıma ibadeti yapacak değilsiniz ve ben sizin taptıklarınıza geçmişte bile asla tapmadım. Yani cahiliyyede bile benden putlara ibadet geçmiş değildir. O halde o benden İslâm'da nasıl ümit edilebilir! Siz de benim ibadet etmekte olduğum mabuduma hiçbir vakit ibadet etmediniz." Ebu's-Suud da bunu tercih etmiştir.

Bu mânâda "ben tapmayacağım" nefy-i istikbal (olumsuz gelecek), birinci "siz tapıcılar değilsiniz" de öyle. lar mevsul olmakla beraber mabuddan ibaret değil, masdariyyede olduğu gibi ibadetten ibaret; "ben ibadet edici değilim"de "vâv", haliyye olmak muhtemel olarak nefy-i mazi (olumsuz geçmiş zaman), ikinci "siz ibadet ediciler değilsiniz" bütün zamanları içine almak üzere nefy-i müstağrak demek olur. Bu şekilde her cümlenin ayrı bir mânâ ifade etmesinin bir şekli nüzul sebebine göre anlatılmıştır.

Buna iki şekilde itiraz edilmiştir:

Birisi: nın hâle (şimdiki zamana) de, gelecek zamana da ihtimali varken, öncekilerin geleceğe tahsisidir. Zira Ahfeş, Zeccâc ve diğerleri gibi bir kısım tefsirciler öncekileri hale, ikincileri geleceğe yüklemişlerdir. Lakin maksad hasr (tahsis) olmayıp nüzul sebebinde taleb istikbale ait olduğundan "ben tapmayacağım" nefy-i istikbald e meşhur bulunduğundan dolayı ilk cevabın onu red ile başlaması, sonra daha çok terakki için mazi ve zamanların hepsine kadar gidilmesi daha kuvvetli olmuştur.

İkincisi: Yukarıda işaret ettiğimiz üzere mazi mânâsında olan ism-i failin mef'ul-i bih olan mevsul mâ'sında ameli meselesidir. Zira Kisâi bunu kabul etmişse de, çoğunluk reddederler. Keşşaf Nahivce bunda Kisaî mezhebini benimsemiş denilmek de uzak görünür. Bundan dolayı öncekilerin geleceğe, ikincilerin hale hamletmesi daha uygun olacağını söyl e mişlerdir. Fakat üçüncüde mazi sigasıyla "siz ibadet etmediniz" buyurulması, buradaki "abid"de mazi mânâsının da işaret şekliyle olsun düşünülmesine bir karine (ip ucu) gibidir. Onun için hal ve gelecek mânâsını ihmal etmek caiz olamayacağı gibi, mazi mâ n âsı da ihmal edilmemek gerekir. O halde amel, ya bazılarının dediği gibi kendinden öncesine müşâkele (şekilce bir olma) suretiyledir. Yahut "mâ", ibadet mânâsına hamledilmek itibarıyla masdariyye gibi mef'ul-i mutlak yerinde olduğundan dolayıdır. Böyle ol u nca da sonrakilerde ma-i masdariyye yapmak, olumsuzlukta, mazi, hal, istikbal üçünü de içerecek vechile mutlak ism-i faile musallat etmek siyak-ı nefy (sözün olumsuz gelmesi)de varid olan nekrenin genel istiğrak (kaplama) mânâsına daha uygun ve tekitlerin hepsinden kuvvetli, gelişen bir te'sis (esas koyma) olduğu gibi, netice için de ayrıca bir genişleme olur. Onun için biz de yukarıda bu yolda izah ettik.

Görülüyor ki burada ibadet fiilinin türlü tasrifleriyle birçok nüktelere işaret olunmuştur. "M â"ların mânâlarına ve "vâv"ların bağlama şekillerine göre de bunların birbirleriyle çarpışmasından o kadar çok tefsir şekilleri ortaya çıkıyor ki, tafsili şöyle dursun, sayılması bile uzundur. Ancak şunu da söyleyelim ki fiilleri haldir. Bunların gerek mevsul ve gerek masdariyet üzere tercümelerinde biz hal mânâsını açık ve kısa olarak ifade edemiyoruz. Çünkü dilimizde fiili halden ve muzariden sıla sigası yapmak yoktur. Biz yalnız "olduğu olacağı" gibi maziden ve istikbalden sıla yapıyoruz. Mazi sılası n ı mazide ve halde müşterek kullanıyoruz. Onun için tercümede bunları "taptığınız, taptığım" diye ifade etmiş bulunuyoruz. Olsa olsa tapıyordunuz, tapıp durduğunuz, tapıyor bulunduğum" diyebileceğiz ki, bunlar da hali mazi ile hikaye oluyor. Halbuki bütün b unlar, esas itibarıyla mazi olan "sizin taptığınız" fiilinin mânâsıdır. Buna da "taptığınız" diyoruz. Burada ise bu farkın önemi bulunduğundan tefsirde hatırlatmak lazımdır. Zira muhataplar tarafından hem "tapmakta olduğunuz", hem "taptığınız" diye hem hal, hem mazi siğaları tasrih edilmiş olduğu halde, Peygamber'e ait olanda sadece "taptığım" diye hal fiili tasrih olunmuş, mazi kapalı geçilmiş olmasında önemli bir nükte vardır ki, o da Peygamber'in uyulması gereken fiili, ibadeti hal zamanındaki yani peygamberliğinden itibaren olan ibadeti olduğuna tenbihtir.


Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri