11-HUD
94- Ne zaman ki, emrimiz geldi. Şu'ayb'i ve beraberindeki iman ehlini, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, o zulüm edenleri de çığlık yakaladı. A'râf ve Ankebût sûrelerinde ise "Onları zelzele yakaladı." (7/91 ve 29/37) buyurulmuştur ki, "racfe" zelzele, deprem demektir. Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar. Veya zelzeleye yakalandıkları için çığlıklar kopardılar. Diyarlarında, oldukları yerde bir çöküntü gibi yığılıp kaldılar.
95- Sanki o diyarda hiç yaşamamış gibi oldular. Evet, defolup gitti o Medyen Semud'un defolup gittiği gibi, zira Semud kavmi de böyle bir çığlık ve zelzele ile helâk edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semud'un çığlığı üstlerinden, Medyen'in çığlığı altlarından gelmişti.
Burada fiilinin sarahaten gelmesi ile yukarıdan beri devam ede gelen masdarının da mânâsı açıklık kazanmıştır. Zira masdarı "kurb"ün (yakın) zıt anlamlısı olarak uzak olmak anlamına geldiği gibi, bir de yok olmak, helâk olmak anlamına gelir. Çünkü helâk olan dünyadan ve bulunduğu yerden uzak olmuş olur. Ve aralarındaki farkı belirtmek için öncekinin fiili "ayn"ın zammiyle beşinci baptan kullanıldığı halde, helâk mânâsına olanın mazi sigasında "ayn"ın kesri ve muzaride fethi ile dördüncü baptan kullanılır.
Binaenaleyh burada buyurulmakla kıssaların sonunda tekrar olunagelen masdarlarının dua maksadıyla ve helâk anlamında söylenmiş olduğu da açıklık kazanmıştır ki, aslında bu tasrih de o bedduayı bir tekid gibidir.
Bu misallerden altıncısı da Musa ile Firavun örneğidir:
96- Ve andolsun ki, Musa'yı da âyetlerimizle ve bir açık belge ile Firavun'a ve adamlarına gönderdik. Görülüyor ki, burada da atfın üslubu değiştirilmiş "biz gönderdik" diyerek kasem ve fiil tekrarlanmış, ayrıca tasrih olunarak konu vurgulanmıştır. Böylece Hz. Musa'nın da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi bir tarih başlangıcı, bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekilmiş ve işaret edilmiştir. Özellikle doğrudan doğruya Nuh kıssasına bağlanmasıyla da onun bir benzeri olduğuna dolaylı bir telmih yapılmıştır. Çünkü bu olayda da bir tufan ve suda boğulma meydana gelmiştir.
Burada Hz. Musa'nın Firavun'a gönderilmesi meselesi söz konusu olduğundan, buradaki "âyetlerimizle" ifadesinden murad Tevrat değil, A'raf Sûresi'nde geçen dokuz mucizedir ki, bunlar asâ, beyaz el, tufan, çekirge, böcek, kurbağa, kan, kıtlık ve ölet olaylarıdır.
Sultan: Aslında üstün gelmek, galip olmak ve istila edip saltanat kurmak anlamına mastardır. Belge, burhan ve hüccet anlamına da gelir. Vali veya hükümdara da sultan dendiği bilinmektedir. Fakat bu mânâya geldiği zaman kelime müennes olur. Kur'ân'da genellikle burhan, delil ve belge anlamında kullanılmıştır. Burada da kuvvetli burhan, kesin belge diye tefsir edilmiştir. Bununla da Hz. Musa'nın en açık mucizesi olan asaya da özellikle işaret edildiği söylenmiş ise de asanın âyetlere dahil olması gerektiğinden "Ve ikinize öyle bir yetki vereceğiz." (Kasas, 28/35) âyetinde olduğu gibi, galebe, üstünlük ve hakimiyet mânâsı olması ve Hz. Musa'nın Firavun'a karşı ortaya çıkan üstünlüğünü ifade etmesi daha uygun görülüyor. Bununla beraber asa ve beyaz el mucizesi bu anlamı ifade ettiğinden önceki tefsir de sıhhatli sayılır.
Mübin: Bilindiği gibi ibaneden ism-i faildir. "İbane" ise hem lazım, hem de müteaddi olur. Lazım olunca mübin açık demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |