59-HAŞR
23.
"O Allah'tır ki kendisinden başka ilâh yoktur." Her şeyden önce
bu
cümle, Hakk'ın zâtına ve tevhid emrine son derece önem vermek ve itina
göstermek maksadıyla tekrar edilmiştir. Evet korkudan dağların bile
çatlayarak boyun eğeceği O Allah, öyle bir Allah'tır ki, hakikatte
O'ndan başka ibadet edilecek bir varlık yoktur. Mülkün sahibi, bütün
eşyanın mülk ve hükümdarlığı O'nun, bütün yaratıklar üzerinde emir ve
nehiy, idare ve tasarruf, işinden etme ve iş verme, aziz ve zelil
kılma, mükafat ve ceza ile açıkta ve gizlide hüküm, kuvvet ve kudret
kendisinin olan yegane saltanat sahibi O'dur. "Mülk elinde bulunan Yüce
Allah, kutludur." (Mülk, 67/1). Öyle
melik ki,
- Kuddüs,
gayet mukaddes
her türlü kusurdan uzak, her vasfında mükemmel, sınırlamaya
ve tasvire sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz demektir. Öyleki;
- Selam,
her selametin kaynağı, kendisi ayıbdan, kusurdan, eksiklikten,
yokluktan kısacası her tehlikeden sâlim olduğu gibi, selamet umulan,
selamet arayanları selamete erdirecek olan da O'dur.
- Mümin,
iman,
emniyet ve güven verici, şüphe ve tereddütleri kaldıran, isteyenlere
iman, korku içinde olanlara emniyet veren ve verecek olan da O'dur.
- Müheymin
görüp gözeten, her şeye şahid olan koruyan ve bekçilik eden de
O'dur. (Bu "Müheymin" kelimesi hakkında bkz. (Mâide,
5/48))
- Aziz, yani gayet izzetli, onurlu ve
şanlıdır. Hiçbir şekilde mağlup edilmez, her işinde gâlibdir. Yahut eşi
benzeri yoktur ve gayet yüksektir. Yani . "Hiçbir şey O'nun dengi
olmamıştır." (İhlâs, 112/4) âyetinde ifade edildiği gibidir. Yahut
dilediğini yapan yani (Hûd, 11/108). Bununla beraber alçaklığı,
ahlâksızlığı, küfür, zulüm, fesad, isyan ve küfran gibi fenalıkları
sevmez.
- Cebbâr, yukarıda da geçtiği üzere
cebr'den mübalağalı ism-i
fâildir. Yani çok cebredici mânâsını ifade eden Cebbâr vasfında başlıca
iki mânâ vardır. Birincisi, cebr, esasen kırığı yerine getirip sıkıca
sarmak, eksiği ıslah edip tamamlamak demektir. Nitekim "Cebr-i mafat
etti." denilir ki, zâyi olanı yerine getirdi, telafi etti demektir. Bu
mânâda Cebbâr ismi halkın eksikliklerini tamamlayan, ihtiyaçlarını
gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi
yapmakta çok iktidarlı olan hakim mânâsını ifade eder. Müfessirlerin
çoğu, Allah Teâlâ'ya Cebbâr ismini vermenin bu anlamda olduğunu
söylemişlerdir. Buna göre Allah Teâlâ dertlere derman veren,
kırılanları onaran, yoksulları zengin eden, perişanlıkları yoluna koyup
düzelten en yüce zâttır. İkincisi, cebr, icbâr etmek, yani dilediğini
zorla yaptırmak mânâsına da gelir. Bu mânâda Cebbâr, zorlu demektir.
Allah Teâlâ'ya isnadı, Kahhâr ismi gibi, halkı iradesine mecbur eden,
dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna
karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir.
Mamafih bundan, Cebriyye'nin dediği gibi kullara hiç irâde vermez, her
emrini cebirle yürütür, insanlarda ihtiyârî fiiller yoktur mânâsını da
anlamamak gerekir. Çünkü kanun yapma ile ilgili emirlerin kulların
cüz'i iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da "Eğer siz Allah'a (O'nun
dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder." (Muhammed, 47/7)
gibi birçok nass ile tesbit edilmiştir. Ancak bundan şu mânâ
anlaşılmalıdır ki, Allah Teâlâ birçok fiilde insana irade vermiş ve hür
yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yerine getirmeye mecbur
değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Nitekim bir
hadiste "Allah Teâlâ kaza ve kaderini yerine getirmeyi istediği vakit,
akıl sahiplerinin akıllarını gideriverir ki, kaza ve kaderi onlarda
yerine gelsin. Emri yerine gelince de akıllarını onlara geri verir.
Böylece de pişmanlık başlar." buyurulmuştur. Dilerse onların akıl ve
iradelerini yok etmemekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve
iradesini zorla üzerlerinde icra eder. Nitekim Allah'tan korkmayan,
emirlerine karşı gelmek isteyen âsiler, azaba ve cezaya yanaşmak
istemedikleri halde, vakti gelince cezalarını çekmeye mecbur olurlar.
Hâsılı Allah Teâlâ'nın mutlak iradesi altında mağlub ve mecbur
olmayacak hiçbir şey tasavvur olunamaz. Bu husus, "Oysa göklerde ve
yerde olanların hepsi, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na
döndürülüp götürüleceklerdir." (Al-i İmrân, 3/83) âyetinde ifade
edilmiştir.
Cebbâr
isminde bu iki mânâdan başka iki farklı anlamın daha olduğu beyan
edilmiştir. İbnü'l-Enbarî der ki: "Allah'ın sıfatlarından olan Cebbâr,
kendisine erişilmez, el uzatılmaz demektir. Nitekim el yetişmeyen
yüksek hurma ağacına da denilir. İbnü Abbas'dan yapılan bir rivayette
de "el Cebbâr, "Melik-i azîm" yani çok büyük, azametli padişah mânâsına
gelmektedir." Vahidi de der ki: "Bu zikredilen mânâlar, Allah Teâlâ'nın
Cebbâr sıfatı hakkındadır. Halkın sıfatı olarak kullanılan Cebbâr'ın,
daha başka anlamları da vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir.
1-
Musallat (zorlayıcı - sataşan) demektir. "Sen onların üstünde bir
zorlayıcı değilsin..." (Kâf, 50/45) âyetindeki Cebbâr, bu anlamdadır.
2-
İri cisimli mânâsınadır "Orada iri cisimli (insanlardan oluşan) bir
kavim vardır..." (Mâide, 5/22) âyetinde de, bu anlamdadır.
3-
Allah'a ibadet etmeyen, baş kaldıran mânâsına gelmektedir. Bu anlam da,
"Beni başkaldıran bir zorba yapmadı." (Meryem, 19/23) âyetinde vardır.
4-
Çok insan katleden yani "kattâl" anlamını da ifade etmektedir. Nitekim
"Yakaladığınız vakit, çok katleden zorbalar gibi yakalıyorsunuz."
(Şuarâ, 26/130) âyeti ile "Sen yeryüzünde katil bir zorba olmak
istiyorsun." (Kasas, 28/19) âyetinde de bu mânâ söz konusudur."
- Mütekebbir.
Çok büyük, her hususta büyüklüğünü gösteren, büyüklük,
ululuk, kibriyâ, ve azâmet kendisine mahsus, kendisinin hakkı olan
demektir. Kibirlenmek ve büyüklük taslamak yaratıkların hak ettikleri
bir sıfat değildir. Onun içindir ki mütekebbir sıfatının insan için
kullanımı, hoş karşılanmamıştır. Zira mütekebbir kibir gösteren,
büyüklenen demektir. Halbuki yaratıklarda esasen büyüklük, ululuk
yoktur; aksine aşağılık, horluk, yoksulluk ve ihtiyaç vardır. Hatta
zaman olur ki bir sinek, bir mikrop bir Nemrûd'un işini bitirmeye
yeter. Böylesine acizlik ve ihtiyaçtan kendilerini kurtaramayan
ölümlülerin, büyüklük ve ululuk taslamaya kalkışmaları, cahillikten ve
yalancılıktan başka bir şey değildir. Onun için yaratıklarda tekebbür.
(büyüklenme) tefa'ul babının tekellüf binâsından olarak hoş
karşılanmayan bir noksanlıktır. Fakat Allah Teâlâ zât, sıfat ve
fiillerinde büyüklüğün, yüceliğin ve kudsiyyetin her nev'ini
toplamıştır. O'nun bu yücelik ve büyüklüğünü göstermesi, hem hiçbir
ortaklık kabul etmeyen hakkı, hem de kendisinin celâl ve cemâl
sıfatlarını kullarına tanıtmak, onları bilgilendirmek ve huşû ile
saadete götürmek gibi, büyük bir lütuf ve yardım gösterdiği için son
derece güzel bir sıfattır. O'nun hakkında tekebbür, tefe'ul bâbının
tekellüf binâsından değil, bizâtihi kuvvet, kudret ve birliğini ifade
eden daha fazla mânâ içindir. Bundan dolayı Allah Teâlâ söz konusu
sıfatlarla tavsif edildikten sonra, O'nun mahluklardan hiçbirine
benzemediğini ve müşriklerin hayal etmek istedikleri şirk unsurlarından
berî olduğunu bir daha açık bir şekilde anlatmak için buyuruluyor ki,
Allah, onların koştukları şirkten münezzehtir. Yani yaratıklardan
bazıları, kibirlenerek, zorbalık yapmak isteyerek yahut öyle yapmak
isteyenlere aşırı sevgi bağlayarak Allah'ın zikredilen sıfatlarına şirk
koşuyorlar.
Halbuki
Allah, öyle şirklerden münezzehtir. O şirk koşulan şeyler, Allah'tan
çok uzaktır. O'nun yüceliği ve büyüklüğü onlarınkine benzemez. Çünkü
onlar, kendi nefislerinde mahluk ve esasen noksan varlıklardır.
Tekebbürleri de, noksanlıklarına bir yalancılık ilave etmekten başka
bir şey değildir. Allah Teâlâ ise, bütün büyüklüklerin, bütün
kuvvetlerin ve üstünlüklerin sahibidir. O'nun tekebbürü, büyüklük
üstüne büyüklüktür. Bu yüzdendir ki, Allah Teâlâ, büyüklüğüne hiçbir
toz kondurmaz. Ezelî ve kendi zâtına mahsus olan üstünlük ve
kudsiyyetiyle onu her şirk unsurundan tenzih eder. O, öyle bir sübhân
öyle münezzeh ve mukaddes bir varlıktır.