44-DUHAN:

1-3- "Hâ-mîm", Rahmân'ın Muhammed'in ruhunda tecelli eden ledünnî, ilâhî rahmetinin icmalî bir remzidir. Hem de o apaçık kitaba and olsun.

MÜBİN beyanı güzel, ifadesi parlak, apaçık kitap bir bakıma levh-i mahfuz olabilirse de Kur'ân olması zamir itibarıyla daha açık, daha uygundr. Ki biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece, "Kadir" gecesidir. İkrime ve daha bazıları ise Şaban'ın yarısı gecesi demişlerdir. Keşşaf tefsirinde der ki, âyette geçen "Mübarek gece" kadir gecesidir. Bir de denildi ki, Şaban'ın yarısı gecesidir ki bunun dört adı vardır. "Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi", "Rahmet gecesi". Ve denildi ki bununla kadir gecesi arasında kırk gün vardır. Berae ve Sakk gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç tamamen alındığı zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sakk (bir sened) yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:

1- Tefrik-i külli emrin hakim (her hikmetli işin ayrılması)

2- Bu gecedeki ibadetin fazileti: Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki, "Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce Allah ona yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, O'nu da ondan şeytanın tuzaklarını hilelerini savarlar."

3- Rahmet iner, Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki: "Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca."

4- Mağfiret meydana gelir. Yine Resulullah (s.a.v.) buyurmuştur ki "Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret buyurur ancak kâhin, sihirbaz, yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden müstesna."

5- Bu gecede Resulullah (s.a.v.)a şefaatın tamamı verilmiştir. Çünkü Resulullah Şaban'ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti üçte biri verildi. On dördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. On beşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka. Bir de bu gece zemzem suyunun açık bir biçimde artması ilâhî âdetlerdendir. Bununla birlikte çoğunluğun görüşü bu mübarek geceden maksadın kadir gecesi olmasıdır. Çünkü, "Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1) buyurulmuştur. Bir de, "Her hikmetli iş nezdimizden bir emr ile o zaman ayrılır. (Duhan, 44/4) ifadesi, "Ondan melekler ve ruh Rablerinin izniyle herbir iş için iner de iner. (Kadr, 97/4) ifadesine uygundur. Bir de, "Ramazan ayıdır ki Kur'ân onda indirilmiştir." (Bakara 2/185) buyurulmuştur. Ve çoğunluğun görüşüne göre Kadir gecesi Ramazan'dadır. Eğer dersen: Kur'ânın bu gecede indirilmesinin mânâsı nedir? Derim ki; Şöyle dediler: Yedinci semadan dünya semasına bir cümle olarak (toptan) Levh'te dünya semasına indirildi, ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı meleklere) imlâ etti, sonra da Peygamber'e yirmiüç senede kısım kısım indiriyordu.

Keşşaf'ın Kur'ân'ın inişi hakkındaki bu son beyanı, bu gecenin Berat gecesi olduğunu söyleyenlerin görüşüne uygun düşmüş oluyor. Çünkü Kadir gecesinde ilk kez Peygamber'e indirilmeye başlanmıştır. Onun için Kâdî ve Ebu's-Suud şöyle demişlerdir: "İlk defa o gece indirilmeye başlandı. Veya o gece cümleten (toptan) Levh'ten dünya semasına indirildi ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı meleklere) imlâ etti, sonra da Peygamber'e yirmi üç senede kısım kısım indiriyordu."

Fahruddin Razî de şöyle kaydetmiştir: Rivayet olunur ki: Atıyye-i Harûrî, İbnü Abbas hazretlerinden "Gerçekten biz onu kadir gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1) ifadesi ile "Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik." (Duhan, 44/3) ifadesini şöyle sordu: Yüce Allah Kur'ân'ı ayların hepsinde indirmiş iken bu nasıl sahih olur? İbnü Abbas (r.a.) hazretleri de dedi ki: Ey İbnü Esved! Ben helak olsam da bu nefsinde kalsa cevabını da bulamazsan helak olacaktın. Kur'ân cümleten (toptan) Levh-i mahfuzdan Beyti Ma'mura indi ki o dünya semasıdır. Sonra onun arkasından olayların çeşitlerine göre, durumdan duruma nazil oldu.

Demek ki, Kur'ân'ın bir toptan inişi, bir de kısım kısım inişi vardır. Toptan inmesi bir defada olmuştur. Buna daha çok "İnzal" deyimi uygundur. Kısım kısım inmesi de Peygamber'e azar azar yirmi üç senede omuştur. Buna da "Tenzil" deyimi uygundur. Bunların aynı mânâda kullanıldıkları yadırganmadığı gibi, "tenzil"in her necmi (kısım kısım inmesi) ayrıca düşünüldüğü zaman yine "inzal" denilmek uygun olacağından birinin bir gecede birinin de diğer gecede olması iki rivayetin uzlaştırılmasına daha uygun gelecektir. Şu halde "mübarek gece"nin "berat gecesi" olması, "Gerçekten biz onu kadir gecesi indirdik." (Kadr 97/1) buyurulmasına aykırı olmayacaktır.

MÜBAREKE, hayrı çok demektir. Çünkü Yüce Allah bu gecede kullarının menfaatlerine ait işler hazırlar ki yalnız Kur'ân'ın inzali olsa yine yeterdi. Amma niçin gece indirildi. Çünkü biz münzir idik, yani inzar yapıyorduk, inzar edecek uyarıcı bir peygamber gönderiyorduk. Demek ki Peygamber'in inzarı sıdk ile yapılması için ilk önce onu kendi nefsinde duyması hikmetin gereği idi.

4-5-6-Buna da en yaraşan gece olması idi, gecenin mübarekliğine gelince her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Her hikmetli, önemli iş veya her muhkem, sağlam olması gereken işler onda yani o gecede ayrılıp tedbir ve dağıtımı yapılır. İcra edilmek üzere özel olarak ayrılır, yazılır. Bu cümle isti'nafiye (yeni bağımsız cümle) veya gece kelimesinin sıfatıdır. Önceki ihtimale göre "mutlak olarak gecede", ikinciye göre de, O gecede" demek olur. Ebu's-Suud der ki: Bu vasıf onun kadir gecesi olduğuna delalet eder. nun mânâsı da şu demek olur: Gelecek seneye kadar kulların rızıkları, ecelleri ve diğer durumları yazılır, ayrıntılı bir şekilde belirlenir. Bir de denilmiştir ki: Bunun Levh'ten yazılmasına Beraat gecesi başlanır Kadir gecesi bitirilir. Rızıklar nüshası Mikail'e, savaşlar, zelzeleler yer çökmeleri, yıldırımlar nüshası Cebrail'e, ameller nüshası dünya semasının sahibi İsmail'e ki büyük bir Melektir, musibetler nüshası da ölüm meleğine verilir.

Tarafımızdan bir emir olarak yani "Hakim emir"den maksat doğrudan doğruya Allah'tan olan şeylerdir. Yahut tarafımızdan emir ile ayırt edilir. Veya fiilindeki zamirden haldir, yani o Kur'ân'ı tarafımızdan bir emir, bir ferman olarak indirdik. Çünkü biz peygamberlik veriyorduk. Ki Resulün, elçinin elinde alamet olmak üzere bir emirname, bir ferman bulunması lazım gelir. O Peygamberlik ne için? Rabbından bir rahmet olmak üzere ki Hz. Muhammed'in peygamberliği alemlere rahmettir. İnzar da onun içindir. Gerçekte O öyle işitici, öyle bilicidir. Mazlumların, muhtaçların feryatlarını iştir, ihtiyaçlarını bilir.

7- Rabbin "Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbidir." Eğer siz kesin bilgi sahipleri iseniz, ilimlerde kesinlik elde etmiş iseniz, veya kesinlik arıyorsanız bu böyledir.

8- "O'ndan başka ilah yoktur." Hem hayat verir hem öldürür. Bunu görüp duruyorsunuz hem sizin Rabbınız hem de önceki atalarınız Rabbidir, eski babalarınızı öldürmüş, şimdi size hayat vermiş bundan dolayı körü körüne eski ataları taklid edeceğiz diye uğraşmamalı O'nun emrine uymalıdır.

9-(*} Fakat onlar bir şüphe içinde oynuyorlar. Kesin bilgi sahibi değiller, Allah deseler de ciddiyetle ve boyun eğerek değil, şu bildirilen İlâhi işlere, Allah'ın kitap indirdiğine, Peygamber gönderdiğine kesin olarak inanmıyor, eğleniyorlar;

10-11- O halde bekle gözle. İşte buradan inzar (uyarı) başlıyor, artık gözet. o günki Sema apaçık bir duman ile gelecek insanları saracaktır.

DUHAN-I MÜBİN, aşikara, apaçık bir duman demektir. Bu duman hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi İbnü Mes'ud Hazretleri'nden rivayet olunduğuna göre şiddetli açlık ve kıtlık seneleridir, çünkü çok aç olan kimseye gerek gözlerinin zayıflığından ve gerek çok kuraklık ve kıtlık senelerinde havanın fenalığından Sema (gökyüzü) dumanlı görünür. Bir de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhan" derler. Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de kullanırız. Olay şudur: Kureyş Resulullah (s.a.v.)a isyanda ileri gitmek isteyince aleyhlerine şöyle dua etti: "Allah'ım! Mudar kabilesine karşı cezanı şiddetlendir ve onlara Yusuf'un seneleri gibi seneler göster." Yani, Yusuf'un seneleri gibi kıtlık seneleriyle sıkıntıya uğramalarını niyaz etti. Bunun üzerine onları bir kıtlık yakaladı hatta cife, kemik, ilhiz yediler. Kişi yer ile gök arasını duman görüyordu. Söyleyenin sesini işitir dumandan kendisini görmezdi. Buyurulduğu gibi insanları sarmıştı.

12- Bu acı veren bir azab! diyorlardı. Ebu Süfyan bir kaç kişi ile Peygamber'e geldi. Allah Teâlâ'ya ve rahime (kan akrabalığına) and verdiler. Eğer dua eder de bu hali üzerlerinden savarsa iman edeceklerine söz verdiler. Ya Rabbi bizden azabı gider, biz müminiz yani bu azabı giderirsen iman edeceğiz demeleri de budur. İkinci tefsirde ise Hz. Ali'den şöyle nakledilmiştir: Kıyametten önce gökten gelecek bir dumandır. Kâfirlerin kulaklarına girecek ta ki her birinin başı püryan olmuş (sarhoş olmuş) başı dönecek, mümine de ondan zükam (nezle) gibi bir hal gelecek ve bütün yeryüzü içinde ocak yakılmış fakat deliği yok bir eve dönecek. Huzeyfe İbnü'l-Yeman'dan rivayet olunduğuna göre Resulullah buyurmuştur ki: "Alametlerin ilki Duhan, ve Meryem oğlu İsâ'nın inmesi, Aden'in derinliklerinden çıkacak olan bir ateştir ki insanları mahşere sevk edecektir. Huzeyfe: Ya Resulullah o duhan nedir demiş, Resulullah, "O semanın açık bir duman ile geleceği günü ki insanları saracaktır." (Duhan,44/10,11) diye okuyup buyurmuştur ki, doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece duracak, mümin zükam (nezle) gibi olacak, kâfire sarhoş gibi burnundan kulağından girip aşağısından çıkacak.

Fahruddin Râzî İbnü Abbas'tan meşhur kavlin bu olduğunu söyler. Gerçi "Duhan-ı mübîn" deyimi buna, sözün akışı da öncekine daha uygundur. Çünkü Resulullah'ın hayatında olduğunu üstü kapalı olarak hissettirmektedir.

13-Buyuruluyor ki, onlara ibret almak, bellemek nerede. Oysa kendilerine beyan edici bir Resul geldi. Açık âyetler, açık mucizelerle Allah tarafından gönderildiği besbelli olarak herşeyi apaçık anlatan hem fiili hem sözü ile açık olan bir peygamber geldi.

14- Sonra ondan yüz çevirdiler de "Muallem", "Mecnun" dediler. Kâh muallem, yani talim olunmuş, öğretilmiş, Sekîf'den birinin A'cemî (Arap olmayan) bir kölesi öğretiyor dediler, kah da mecnun (deli) dediler, artık bu halde bu yetenekte bulunan insanlara yalnız olayların ifadesinden ibret almak, uyanmak, sözünde durmak ne kadar uzak.

15- Biz azabı biraz açacağız muhakkak ki siz döneceksiniz. "Ey Rabbımız bizden azabı aç, biz müminiz." (Duhan, 44/12) diye olan iman sözünüzde durmayacaksınız.

16-Bu uyanışı, bu "Rabbimiz!" diye yalvarışı, bu iman azmini unutup da eski halinize, inkarınıza ve nankörlüğünüze döneceksiniz. Büyük sıkmakla tutup sıkacağımız gün. Bu kıyamettir, Şüphesiz ki biz intikam alırız. "Döneceksiniz" deyimi azabın da dönmesini ima ettiğine göre, ikinci rivayeti "Batşe-i Kübra" "büyük sıkma"nın öncesi olmak üzere burada değerlendirmek iki mânâ arasını birleştirse gerekir.

17-29- "Andolsun ki, onlardan önce Firavun kavmini fitneye düşürdük." Bu ifade yüce Allah'ın intikamlarından bir örneği beyandır. Yine Firavun kavminden örnek getirilmesi Firavun hükümetinin en büyük zulüm ve şer hükümeti olması ve "Çünkü o üstün müsriflerden idi." (Duhan, 44/31) buyurulacağı üzere öldürme ve cinayetlerde ileri gidenlerin en üstünü bulunması itibarıyladır. Sonuç olarak üzerlerine ne gök ağladı ne yer. Burada bir kaç açıklama tarzı vardır:

1- Vahidî'nin Basıt'te dediği üzere Enes b. Malik (r.a.) rivayet etmiştir ki Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Hiçbir kul yoktur ki gökte ona iki kapı olmasın, bir kapıdan rızkı çıkar, bir kapıdan da ameli girer, o öldüğü zaman onu kaybederler ve ona ağlarlar, böyle buyurup bu âyeti okudu. Buyurdu ki: Çünkü bunlar yeryüzünde salih bir amel yapmamışlardı ki yer ağlasın, göğe de ne salih bir amelleri ne de hoş bir sözleri çıkmamıştı ki gök ağlasın. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşü budur."

2- Gök ehli "göktekiler" ve yer ehli "yerdekiler" takdirindedir. Yani ne melekler ağladı, ne müminler, tam tersine onların ölmesi ile sevindiler.

3- Büyük bir adam vefat ettiği zaman Cihan ağladı, yer gök ağladı gibi deyimlerle musibetin büyüklüğünü anlatmak için abartmak âdettir. Keşşaf sahibi Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)'den nakleder ki şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir mümin ağlayıcıları bulunmayan bir gurbette ölürse herhalde ona yer ve gök ağlar."

Cerir de bir beytinde şöyle demiştir.

"Güneş doğmaktadır tutulmuş değil,

Sana gecenin yıldızlarıyla ay ağlıyor."

Bir de bunda onları alaya almaya benzer bir aşağılama vardır. Yani onlar kendilerini öyle büyük sayıyorlardı, ölecek olsalar kendilerine dünyaların ağlaması gerekir, oysa hiç de öyle olmadı, tam aksine bütün alemler sevindi.

30-36- "Andolsun ki biz İsrailoğulları'nı kurtarmıştık." Yüce Allah, Firavun'a ve kavmine yaptığı beyandan sonra bununla da Musa ve kavmine olan ihsanını beyan buyuruyor. Yani o gark (suda boğma)ın ve tahribin hikmeti kurtuluşu sağlamak olmuştu. Ve İsrailoğulları'nı bu nimete seçmesi de bir tesadüf değil bile bile onlara bahsetmiş olduğu bazı meziyetler ve nimetler dolayısıyla "O hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için.." (Mülk, 67/2) âyeti uyarınca imtihana çekmek içindir. Bu şekilde bu hikâyeyi tamama erdirmesinin ardından yine söz Mekkeliler'e getirilerek buyuruluyor ki: Şunlar yani şu Mekke kâfirleri. "İlk ölümümüzden ötesi yok, biz tekrar dirilecek değiliz, diyorlar." İlk ölümden ötesini Ahireti ve ba'si (dirilmeyi) inkâr ediyorlar.

37-55- Onlar mı hayırlı yoksa Tübba'nın kavmi ve ondan öncekiler mi? Biz onları yok ettik, ilk ölümden ilersini inkâr edenlere karşı bu sözün nasıl bir cevab teşkil etiğini düşünmelidir. Bunun iki şekilde açıklaması vardır:

Birincisi ilk ölüm olan ferdin ölümünden sonra onun mensup olduğu kavim ve milletin yok olmasının, ikinci bir ölüm demek olduğu anlatılmıştır. Bu "İlk ölümümüzden ilerisi yok." (Duhan, 44/35) demelerine cevaptır.

İkincisi de hak ve adalet için cezanın gerekliliğine binaen dirilmenin gerçekliğini ispat ile tehdiddir. Ki bu da "Biz yeniden dirilecek değiliz." (Duhan, 44/35) ifadesinin cevabıdır. Ve bu, daha sonraki âyetlerle daha çok açıklanacak ve ayrıntısına girilecektir.

Ebu Ubeyde demiş ki: Yemen krallarının her birine Tübba' denilirdi. Çünkü dünyadakiler onlara tabi olurlardı. Cahiliye'de Tübba'ın yeri İslâm'da halifenin yeri gibi idi, bunlar Arap hükümdarlarının en büyükleri idi.

"Hz. Aişe (r.anha) Tübba' salih bir adam idi" demiştir. Ka'b da "yüce Allah onun kavmini kınadı kendisini kınamadı" demiştir. Kelbî o Ebu Kerb Es'addır demiştir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)den şu nakledilmiştir: "Tübbaa kötü söylemeyin. Çünkü o müslüman olmuştu, bilmem Tübba' peygamber midir değil midir?.. Onlardan daha hayırlı mı demek daha kuvvetli ve şevketli mi demektir.

56-57- "Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar."

Mü'min Sûresi'nde kâfirlerin "Ey Rabbimiz bizi iki defa öldürdün. İki defa da dirilttin." (Mü'min 40/11) diyecekleri geçmişti. Demek ki müttakiler için birinci ölümden sonra berzah ölümü de yoktur. Ahirette ise zaten ölüm yok.

58-59- "Biz Kur'ân'ı senin dilinle indirip kolaylaştırdık." Bu bitiriş sûrenin öncesini bir özetlemedir. Yani o apaçık kitabı, Kur'ân'ı ancak senin dilin ile kolaylaştırdık, bu güzel beyanı, bu açık ve kolay anlatışı başka bir dil ile değil, yalnız Arapça ile yaptık gerek ki anlasınlar, düşünsünler. Bundan dolayı gözle başlarına ne gelecek çünkü onlar gözetiyorlar. Acaba onun geleceği ne olacak diye gözlüyorlar. O gözetilen şeylerin beyanı da Câsiye Sûresi'nde gelecektir.

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri