56- Nitekim şöyle buyuruluyor: bir müddet sonra sizi ölümünüzün ardından yeniden dirilttik, adeta b'asü ba'del mevt (öldükten sonra dirilmey)e mazhar ettik. Önceki yıldırım çarpması bir ölüm ise, bu da hakikaten yeniden dirilmek demek olacaktır. belki buna şükredersiniz.
Bu olayın,
zikr olunan öldürme olayından sonra
mı veya ondan önce ve hemen öldürme emrini müteakip mi meydana geldiği
hakkında iki görüş zikr ediliyor. Her ne olursa olsun, âyetten şu
anlaşılıyor
ki, bu yıldırım çarpması, bir kavmin yok olması mesabesinde bir musibet
ve ondan kurtuluş da o kavmin tekrar hayatı, öldükten sonra yeniden
dirilmesi
anlamında büyük bir nimet imiş, bu belanın sebebi de açıktan açığa
görmeyince
Allah'a iman etmemek ve Hz. Musa'ya inanmamak iddiası olmuştur. Onları
o durumdan kurtarmak ise sırf Allah'ın yardımı olarak ayrıca
zikredilmiştir.
Bunu yapanlar, elbette İsrailoğulları'nın hepsi değildi. Bu iddia
üzerine
mîkatta yıldırıma yakalananlar seçilen
yetmiş kişi idi. Böyle olduğu halde âyette
gerek iddia, gerek musibet, gerekse kurtuluş nimeti hatta Kur'ân'a
muhatap
olanlar dahi buna dahil olarak bütün bir kavme nisbet olunuyor. Şüphe
yok
ki bunun hikmeti, bütün bir millet arasında müşterek sorumluluk
meselesi,
hatta Âdemoğulları arasındaki hilafetin gereğidir. Kimse kimsenin
günahından
sorumlu değil iken bunun böyle olması gösteriyor ki, ilahî hukuk olan
umumî
vazifeler konusunda, farz-ı kifaye maddelerinde fert bahis konusu
değil,
yalnızca cemaat, bizzat ümmet bahis konusudur. Bunun iyisinde,
kötüsünde
herkes müşterektir. Sonrakiler öncekilerin ve herkes birbirinin
vekilidir.
Bu kadar gerçekleşmiş nimetlerden sonra "Allah'ı görmeden sana inanmayız." diye Hz. Musa'ya isyan etmek ne büyük bir küfür ve nankörlüktür. Bu âyet marifetullah (Allah'ı bilme) meselelerinin en mühimlerinden birini ve sonra insanların alçalış ve yükselişleri ile ilgili ruh hallerinden en dikkat çekici olanını bir cümlede hatırlatıvermiştir. Gerçekten de in s anlar terakki edecekleri zaman görüşleri ve kalpleri yükselir, idrakleri yalnızca gözleri önünde duran görüntülere bağlanıp kalmaz akıllarıyla görünebilenin ötesine geçerler, gaybın hakikatına iman ederler, görülmedik ve işitilmedik saadetlere ererler. Bu n un aksine alçalacakları ve çöküntüye uğrayacakları zaman da akılları kalmaz, kalbleri körlenir, gözleri görülebilene saplanıp kalır, gözlerine batmayan şeye inanmazlar, inanmak için mutlaka görmek isterler, fenalıktan sakınmazlar, gelecek felakete de bilf i il başlarına gelmedikçe inanmazlar. Halbuki felaket gelince hükmünü icra eder. Derecesine göre ya ezer, ya imha eder. Böyle, maddeden başka bir şey tanımayan, gözlerine batmayan şeye inanmayanlar, inanmak istemeyenler sopasız yürüyemeyen körlere benzerle r, tapacakları mabutlarını da elleriyle tutmak, yoklamak isterler. Bunların gözünde maneviyat, mâkulat, mücerredat yani maddî olmayan her türlü soyut değerler, evham cinsinden sayılır. Tapmak için, cisim cinsinden şeylerden putlar ararlar bulamazlarsa yapa r lar ve ona taparlar, ondan imdat umarlar; çünkü insanlarda ibadet ihtiyacı doğuştan, yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. Bundan kurtulamazlar. Fakat hakiki mabudu göremeyince, kalplerinden, akıllarından kuvvet alamayınca, gözlerinin tuttuğu, ellerinin eriştiği bir şeyden kuvvet dilenirler, hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altında bir buzağı ararlar. İsrailoğulları'nın bir kısmı da gerek Mısır ve civarındaki görgüleri, gerek henüz yükselememeleri veya herhangi bir sebeple tekrar çöküntüye uğramış olmaları d o layısıyla Hz. Musa'ya "Allah'ı açıktan açığa görmeyince sana inanmayız." diye diretmişler, akılsızlıklarından kendilerini Musa ile bir tutup, "Sen konuştum, kitap getirdim, diyorsun ya! Haydi bize de göster!" diye isyana cür'et etmişler ve bununla Allah'ı bir cisim gibi, karşılarında bütünüyle görmek istemişler ki, bu imkansız ve muhal idi. Bütün gördükleri nimetler ve o harikalar, akıl yürütmelerine kafi gelmemiş, böyle nankörce bir tutumla, olmayacak hayallere saplanıp kalmışlar. Bundan dolayı başlarına y ıldırım musibeti bir harika olarak gelmiş ve bu musibetten de yine bir harika olarak ve Allah'ın rahmeti sayesinde kurtulmuşlardır. Bizzat Allah'ı göremedilerse de başka mabutların yapamıyacağı cezayı yakından görerek akılları başlarına gelmiş, görmeden i n anmanın büyük önemini o zaman biraz takdir etmişler de bütün kavim bu sayede yeniden dirilmiş ve kurtuluşa ermiştir. Bu büyük ve derin nimet ve ders de bu çağırışta böyle iki veciz âyetle dile gelmiş ve hatırlatılmıştır ki, bundan kitaplar yazılır. Gerçekten de Cenab-ı Allah görülmez ve görülemez değildir; O, kendisini görebilecek gözler yaratmaya da kadirdir. Lakin ona bu gözler dayanmaz ve görülürse ihata olunamaz. Bizim dünyada yararımız O'na gıyabında iman etmek, aklî ve kalbî şehadetle inanmaktır.
Bu hatırlatmaya şu nimet de eklenmiştir:
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |