285-KIRÂET: Hamze, Kisaî ve Halefi Âşir kırâetlerinde müfred olarak okunur. Yakup kırâetinde ile okunur.
NÜZUL SEBEBİ: Rivayet olunduğuna göre, "Siz içinizdekini açığa vursanız da, gizleseniz de" (Bakara, 2/284) âyeti nazil olunca, bu ashaba pek ağır geldi, toplanıp Resulullah'ın huzuruna vardılar, diz çöktüler: "Ey Allah'ın Resulü, namaz, oruç, cihad, sadaka gibi gücümüzün yeteceği amellerle mükellef olduk. Şimdi ise bu âyet i ndirildi. Halbuki bizim buna gücümüz yetmiyecek." dediler ve "Herbirimiz, kendi gönlünde öyle şeyler konuşur ki, dünyaları verseler bunların kalbinde bulunmasını arzu etmez." diye insanın elinde olmadan içinde bulunan duygu, düşünce, tasarı ve hayallerden söz ettiler. Peygamber (s.a.v.) onlara: "Siz de sizden önceki Kitap ehli gibi, duyduk ve karşı koyduk mu demek istiyorsunuz? 'duyduk ve uyduk, ey Rabbimiz ğufranını dileriz, dönüş ancak sanadır, deyiniz!' buyurdu. Bunu hep birlikte okumaya başladılar, o kudukça dilleri alıştı ve gönülleri yatıştı. O zaman âyeti nazil oldu. Böylece Allah'a tazarrû ve niyaz ile yalvarıp yakardıklarından, istiğfar edip Allah'a sığındıklarından dolayı bir süre sonra arkasından âyeti nazil oldu ve güçlerinin yetmiyeceği ve e llerinde olmayan şeylerden hesaba çekilmeyecekleri bildirilerek, endişeleri giderilmiş oldu. Demek ki, Ashab-ı Kiram "Siz içinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah onunla sizi hesaba çeker." nazmı celîlinin gizli ve açık yönleriyle bütün ihtimal l erini dikkate almışlar ve bu âyetin gerekli kıldığı sorumluluğun akla doğan düşünce ve duyguları da kapsamı içine alma ihtimalinden korkmuşlar ve kendilerince âyetin insan gücünün üstünde bir sorumluluk yüklediğini düşünerek, bunun böyle olmaması gerektiğ i ne hükmedip Hz. Peygamberimizden, her ihtimale karşı bu hükmü yorumlayacak bir açıklama aramışlardı. Buna karşı her şeyden önce kayıtsız şartsız itaat, istiğfar ve yalvarma ile emrolununca derhal itaat gösterdiler. İçlerinde kaçınılmaz olarak mevcut bulunan endişe ve korkuya rağmen, ilâhî sorumluluğa ve Hz. Peygamberimiz'in emrine boyun eğdiler ve hiç itiraz etmeden olduğu gibi kabul ettiler. Allah Teâlâ da evvela bunların kâmil imanlarını, bu söz dinlemelerini ve emre uymalarını, alçak gönülle yakarmalarını, "Ra b bena, Rabbena" diye yalvarmalarını ve yalnızca kendisine sığınmalarını övgüyle dile getiriyor. Onları medh ü sena ederek bu şekilde dua etmeye devam etmelerini teşvik ediyor ve destekliyor. Ayrıca bir müddet sonra lütuf ve merhametini açığa vurup, "Allah hiç kimseye gücünün yetmeyeceği yükü yüklemez." şeklinde iltifatta bulunuyor. İstek ve ihtiyaçlarına uygun olarak hüküm göndermiş ve ızdıraplarına sebep olan hayal ve hatıra sorumluluğundan doğan endişeyi gidermiştir ki, işte itaatın ve Allah'a sığınmanı n ürünü daima böyledir. İtaat vesvese ve endişeyi yok eder. Hasan ve Mücahid ile İbnü Sirin'den, bir rivayette de İbnü Abbas'dan naklen anlatıldığına göre, den itibaren bu son iki âyet, Cibrîl vasıtasıyla nazil olmamış, Resulullah bunları Mirac gecesinde v asıtasız olarak işitmiştir. Bundan dolayı Bakara Sûresi Medine devrinde nazil olmuştur, ancak o takdirde bu iki âyet müstesna olarak daha önce nazil olmuş demektir. Bununla beraber bir başka rivayette İbnü Abbas, İbnü Cübeyr, Dahhak ve Ata: "Bunlar da Med i ne'de Cibrîl ile nazil oldu." demişlerdir. Gelelim mânâsına:
O Peygamber, yani bu indirilmiş kitabın tebliğiyle görevli olan peygamber, o özel muhatap, yukarıda "kulumuz" (Bakara, 2/23), "Muhakkak ki sen peygamberlerdensin", (Bakara, 2/252), "Peygamberlerin bazısını yüksek derecelere erdirmiştir." (Bakara, 2/253) özellikleriyle bilinen o muhteşem peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.), Rabbinden kendisine indirilmiş olanın hepsine iman etti, peygamberliğini şüphe ile değil, bu iman ve bu y akîn ile yaptı. Rabbinden gelene hem kendisi inandı hem de onun ümmeti olan ve yukarıda genel özellikleri açıklanan o müminler. Onların hepsi, Allah'a ve Allah'ın meleklerine, kitaplarına -yahut kitabına-, peygamberlerine, onlar da Allah'ın peygambe r leri olmalarından ötürü, inandılar, iman getirdiler. "Allah'a, bize indirilene ve bizden önce indirilene... inandık, deyiniz" (Bakara, 2/136) gibi emirlere uyarak biz Allah'ın peygamberlerinden hiç birisinin arasını ayırmayız. Birinin peygamberliğini k a bul ve tasdik edip, bir diğerini inkâr ederek aralarında fark gözetmeyiz, hepsini kendi derecelerine göre peygamber olarak tanırız. "İşte bunlar peygamberlerdir, bir kısmını bir kısmına üstün kıldık." (Bakara, 2/253 âyetine bakınız). İşte böyle iman ettiler ve bu iman ile dediler ki: dinledik ve itaat ettik, Hak'tan gelene kulak verdik, iyice dinledik ve anladık; kerhen değil tav'an, kendi rızamızla, seve seve söz tuttuk, emre uyduk. Ğufranını (affını) niyaz ederiz ey Rabbimiz! Ne kadar itaat eder s ek edelim yine de kusurumuz çok. Hele nefse doğan, içe dolan duygu ve düşüncelerden kurtuluş yok. Akibet varılacak yer, son durak ancak sensin. Senden geldiğimiz gibi, dönüp dolaşıp yine sana geleceğiz. Ölüm, ahiret, yeniden diriliş, bunların hepsi hak v e gerçektir ya Rabbi! Öldükten sonra dönüp sana varılacak, sana hesap verilecek, sen de dilediğine mağfiret ihsan edip, dilediğine azap edeceksin; işte biz şimdiden sana sığınıyoruz ve senin bağışlamanı diliyoruz.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |