2-BAKARA: 270- Cenab-ı Allah'ın lütuf ve rahmeti işte böyle geniştir. Fakat Allah Teâlâ'nın bu irşadlarını ancak "ülü'l-elbâb" olan, yani ilmiyle âmil olan hikmet ehli ve derin düşünceliler anlar. Bunlardan başkası ilâhî telkinler ile şeytanî telkinlerin arasındaki farkı anlayıp ayırdedemezler. Allah'ın infak emrindeki ve diğer emirlerindeki incelik ve hikmetleri, ilâhî ihsan ve ikramların genişliğini takdir edemezle r. Onlar şeytanın vesvesesine aldanabilirler; çünkü kalbleri bozuktur, düşünceleri çürüktür, lübsüzdürler, yani işin özünü kavrayamazlar. Ayrıca Allah, "alîm" olduğu için, az veya çok, iyi veya kötü, gerek Allah yolunda, gerek şeytan yolunda her ne niyye t le, her ne türlü nafaka harcar veya infak ederseniz veya ister ibadet ve taat, ister masiyet ve günah uğruna ne adak adarsanız, nezir yaparsanız, onu da şüphesiz Allah bilir. Ona göre ne yapacağını da bilir; iyiye iyi, kötüye kötü ecir ve ceza verir. Bu n dan dolayı Allah'dan bir şey gizlenir sanıp da kötülüğü ibadet ve taat, ibadet ve taatı da masiyet yerine koymamalıdır. Allah'ın hakkını, kulların hakkını hiçe sayarak ve çiğneyerek insan, ne başkalarına, ne de kendi kendine zulüm ve haksızlık etmemelidir. Çünkü genellikle zalimler çıkarına yardımcı cinsinden bir kişi, bir şefaatçi yoktur. Allah'ın azabı o zalimleri yakaladığı gün, hiçbir taraftan bir kimse çıkıp da onlara yardımcı olmaz ve olamaz. Zulüm herhangi bir şeyi, hakkı lâyıkı olan yerin dışına k oymak demek olduğundan, iyilik tohumu ekmek için yapılması gereken infakları günah ve kötülük uğruna harcayarak şer tohumu ekmek veya ibadet ve taata harcanması lazım gelen adakları, masiyetlere harcamak, mal varlığını gizleyip borcu olan vergileri ve zek â tları vermemek veya adayıp da adağını yerine getirmemek veya kötü ve işe yaramaz şeyler infak etmek veya daha başka yollarla insanların haklarını yemek suretiyle zulmedenler en çok kendilerine yazık etmiş ve zulmetmiş olurlar. Allah'ın kurduğu hikmetli dü z en, bir gün bunları elbette yakalar ve cezaya çarptırır. İşte o gün onlara bir taraftan bir yardımcı çıkıp da el uzatmasına ihtimal bile yoktur. Allah'ı saymayan o zalimlerin, her şeye gücü yeten Allah Teâlâ'dan imdat beklemeye de hakları yoktur. Allah'ın herşeyi kuşatmış olan bilgisi, onların hiçbir niyetini, hiçbir hareketini kaçırmayacağından, hikmet gereği olarak lâyık oldukları cezalarını bulurlar. Burada, "Hikmetin başı Allah korkusudur." hadisinin anlamına işaret vardır. Zira Allah'dan korkmayanla r her zaman korkulacak akıbete uğrarlar. Hikmetin, iyiliği elde etmek mânâsı, Allah sevgisine bağlı olduğu gibi, ondan daha önce gelen kötülüğün önlenmesi mânâsı da Allah korkusuna bağlıdır. Saygısız bir ilişki; severken sevilmek arzusundan ve sevilmemek k o rkusundan etkilenmeyen, kaybolmasından korkulmayan ve endişe duyulmayan, laubali ve ciddiyetsiz bir ilişki; sevgi değil, bir eğlencedir. Sevdiğinin rızasını gözetmeyen ve onu her fenalığa razı olur sanarak, hiçbir hareketten nefret ve iğrenmesini hesaba k a tmayan ve bütün bu tarz düşüncelerinden dolayı, ona karşı hiçbir edepsizlikten korkup çekinmeyen bir kimsenin seviyorum iddiasında bulunması, bir oyun ve eğlenceden başka ne olur? En yüksek, en hassas sevgi, en küçük bir karşı gelmeye meydan vermemek iç i n itreyen ve bu titreyişten en yüksek bir edep ve terbiye ilhamı alan kalbin sevgisidir. Ayrıca izzetinefsi olmayan sevgilinin ne seveninde, ne de sevgisinde bir değer ve anlam yoktur. İzzet ve şerefin ilk hükmü ise heybet, vakar, saygı ve korku telkin et m esidir. Sevginin gereğini yerine getirmeye lâyık, muhabbeti küstahlığa çevirmeye engel olacak böyle bir ihtişam ve korkudan yoksun olan muhabbet iddiaları, yalandan ve tehakküm etme duygusundan başka bir şey değildir. Hiçbir sevgi tasavvur edilemez ki, on d a en derin elemlerin ve lezzetlerin çatışmasından çıkan ateşli bir heyecan bulunmasın. Gerçek aşığın kalbi en büyük savaş meydanlarından daha fazla heyecanlı, en büyük zevk meclislerinden daha neşelidir. Hicran (ayrılık) ile visâl (kavuşma)ın çarpışmadığı hiçbir sevgi anı düşünülemez. Elektrikte müsbet (artı) ve menfi (eksi) iki zıt akım birleşmedikçe faydalı bir akım meydana gelmediği gibi, kalbde de elem ile haz, korku ile muhabbet kaynaşmadıkça sevgi akımı meydana gelmez. Göz yaşıyla temizlenmedikçe hi k met nuru hasıl olmaz. Bundan dolayı Allah sevgisi, hem bilgiyi, hem ameli güzel bir sonuca ulaştıran hikmetin bir kanadı olduğu gibi, Allah korkusu da ilim ve ameli her türlü kötülükten ve bozukluktan koruyan hikmetin başıdır. Ayrıca aşkta sevgi ve muhabb e t yükseldikçe korku ve endişe de yükselir. Yükselmenin zevk ve heyecanı, düşmenin korkusuyla orantılıdır. Huzurun şartı, gıyabın şartından ayrı olduğu gibi, yakın olmanın şartları ile uzak olmanın şartları da başka başkadır. Bunun içindir ki Allah sevgisine mazhar olan ve yalnızca sevmiş değil, ayrıca sevilmiş olduklarını da bilen büyükler, "Onlar için hiçbir korku yoktur, mahzun da olmayacaklar." (Yunus, 10/62) müjdesini aldıkları halde, "İyiler için hasenat sayılan birtakım hâl ve hareketler vardır ki, bunların en yakınlardan sudur etmesi kabahat sayılır." endişesinden dolayı onlar, her an hasenatlarının kabahat sayılması tehlikesini bildiklerinden, söz konusu yakınlığın gereği olan en yüksek korku derecesinde bulunurlar. Öyle işler vardır ki, küçükler d en sudur etmesi onlara derece kazandırırken, büyüklerden sudûr etmesi -Allah korusun- büyük bir cinayet sayılır. İşte Cenab-ı Allah hikmeti açıkladıktan sonra, bu korku mertebelerine işaret etmek üzere önce, "Bunu üstün akıllılardan başkası anlamaz." s o nra, "Muhakkak ki, Allah onu bilir." daha sonra da "Zalimlere hiçbir yardımcı bulunmayacak." diye işaret ve delâletten sarahata doğru üç dereceli birer ihtar ve uyarıda bulunmuştur.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri