7-ARAF SÜRESİ

199- Affı ele al, insanlar ile ilişkilerinde evvela hoşgörü ve kolaylık tarafını gözet; insanların işlerinden, önce sana kolay gelenleri al ve kolayca yerine gelecekleri yap. Kendilerine zor gelecek, zorluk verecek şeyleri isteme, şiddet ve zorluk taraftarı olma. Ayrıca affedici ol, herkesin eksiğine, kusuruna bakma, kusurları bağışlamak, özür dileyenleri affetmek senin önde gelen hasletin, en baş özelliğin olsun. İnsanlardan vergi alacağın zaman halka zorluk ve sıkıntı vermeyecek şekilde hayatî ihtiyaçlarından fazla olan mallardan vergi al. Örfe uygun olanla emreyle yani, affedici olayım, affı gözeteyim derken, örf ile emretmeyi terketme, fakat emredeceğin, bir emir vereceğin zaman örf ile emret. Emrettiğin iş örfe uygun olsun, Allah'ın kitabında veya kendini bilen akıl sahipleri katında maruf, yani yapılması ve yerine getirilmesi gerekli, varlığı yokluğundan hayırlı, olması olmamasından faydalı olduğu kabul edilen, güzel ve yararlı bir şey olsun.

"Urf, Ârife, Mâruf": "Yani, yapılması gerekli olan, olması olmamasından hayırlı bilinen her bir iş örftür." Başka bir deyişle "güzel ve faydalı olan her iş" demektir. Örf diye de tarif edilir ki, "insanlarca iyiliği bilinen ve kabul olunan şeydir." Bu demektir ki, insanlar arasında birbirlerine karşı ötedenberi iyilik olarak yapageldikleri ve iyilik olarak bildikleri, gereğine inandıkları ve faydasını kabul ettikleri, itiraf eyledikleri, ürküp böyle şey mi olurmuş diyerek reddetmeye ve karşı koymaya yeltenmedikleri şeydir. Bu da, yukarıda tarif ettiğimiz öbür anlamların içinde ise de onlardan bir anlamda daha özeldir. Burada şu iki noktadan gaflet etmemek gerekir: birincisi, örf ile emretmek demek "her örf", veya "her mâruf" emredilmesi gerekli olan şey demek değildir. Yani her emrin örfe uygun olması gerekir, fakat her örfün mutlaka emredilmesi gerekli değildir. İkincisi insanlar arasında yayılmış, şuyû bulmuş, iyi kötü her şey, her âdet ve gelenek örf demek değildir. Bilgisizlik ve sapıklık sayesinde veya zorba yöneticilerin zoruyla halka kabul ettirilmiş ve alışılmış bir takım kötü alışkanlıklar ve gelenekler vardır ki, bunların çoğu batıl ve çirkin şeyler olduğundan hadd-i zatında emredilmesi değil, onların nehyedilip yasaklanması ve ortadan kaldırılması gerekir ki, bunlar aslında kötü şeylerden sayılırlar. Hatta bunların bir çoğu sahiplerinin gözünde bile çirkindir. Kendi nefislerine uygulanmasını istemezler ve inkâr ederler.

Yukarıdan beri Kur'ân'da anlatılıp açıklandığı üzere, kâfirlerde, zalimlerde, fasıklarda âdet olmuş ve alışkanlık haline gelmiş nice kötü âdetler ve gelenekler vardır ki, şirk ve puta tapmak âdeti bunların başında gelir. Hz. Peygamberimiz bunları emretmek değil, bunlarla savaşmak için gönderilmiştir. Şu halde yukarıdan beri bütün bu fena âdetlerin, Kur'ân tarafından kınanan çirkin geleneklerin kötülenmesi ve yasaklanması istenirken, özellikle şirk âdetinin yaratılıştan gelmeyip, daha sonra ortaya çıkmış bir şey olmasıyla çirkinliklerden bulunduğu ispat olunarak iptali için "örf ile emret" buyurulurken, örfün soyut bir kavram olarak ele alınıp her türlü örf ve âdet demek olabileceğini sanmak çok yanlış bir şey olur. Her maruf olan şey emredilmeye layık olmadığı gibi, her âdet ve gelenek de örf demek değildir, her örf de âdet değildir.

Örf, marifet ve itiraf ile ilgili olduğundan dolayı "örf ile emret!" ifadesi şuna da işaret eder ki, emrolunacak şey, ya emredilir edilmez fıtraten kabul ve itiraf edilebilecek bir şey olmalı, yani haddi zatında bilinen ve kabul edilmiş olan birşey olmalı, ya da önce genel anlamda ne olduğu iyice tarif edilip tanıtıldıktan sonra emrolunmalıdır. İnsanların kafasına girmeyen, havsalası almayan veya almak ihtimali bulunmayan karmaşık şeyler halka emredilmemelidir. Nitekim Fatiha Sûresi'nde ve Bakara Sûresi'nin baş taraflarında önemli ilkeler iyice açıklanıp belirlendikten sonradır ki, ilk emir olarak "Ey insanlar Rabbinize ibadet edin!" (Bakara, 2/21) hitabına yer verilmiştir. Yine böylece Mekke devrinde nazil olmuş olan sûrelerden İslâm'ın temel ilkeleri, fıtrata uygun olan ana esasları iyice tarif edilip açıklandıktan ve bu suretle ehli İslâm'ın ruhunda bir müşterek değerler ve inançlar ortamı oluşturduktan, yani bir kamu vicdanı ve şer'î örf meydana getirdikten sonradır ki, ibadet ve öteki görevlere ilişkin emirler Medine devrinde nazil olan sûrelerde peyderpey emredilmeye başlamıştır. Hasılı bir emir, bir iyiliği ve faydayı içermeli veya amaçlamalıdır. Emrolunan iş, ne derece maruf olursa o derece geçerli olur, o derece kabul görür. Herkese şamil olan emirler de herkesin bilgi ve anlayış derecesine uygun olmalıdır ki, yanlış anlaşılmaya veya istismara meydan vermeden kolaylıkla uygulanabilir olsun, halkın karşı koymasına, red ve inkâr etmesine meydan vermesin, ya da halka baskı yoluyla uygulanmasına gerek kalmasın. Bu âyet ahlâk ilmi, kanun yapma ve yönetim bilgisi açılarından o kadar geniş kapsamlı bir düsturdur ki, bunun inceliklerini ve ayrıntılarını sayıp dökmeye imkân yoktur.

Bununla beraber o müşrikler gibi cahillik edenlere gelince: cahillerden yüzünü çevir. O kendini ve Rabbini bilmez cahillerin ahmakça sözlerine, akılsızca işlerine misliyle mukabelede bulunmaya kalkışma. İşte bütün ahlâk yüceliklerini içine alan bu âyeti kerimenin bir tefsiri gibi olmak üzere şu hadis-i kudsi de varid olmuştur: yani, "faziletlerin en yükseği, seninle ilişkisini keseni senin arayıp sorman, seni mahrum bırakana senin ihsanda bulunman ve sana zulmedeni senin affetmendir." Yine rivayet olunmuştur ki, bu âyet nazil olunca peygamber efendimiz; "Gazap gerçekleşmiş iken bu nasıl olur ya Rabbi?" deyince, arkasından şu âyet nazil olmuştur:

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri