7-ARAF SÜRESİ

185-186- Göklerin ve yerin melekûtüne hiç bakmadılar mı? Göklerin ve yerin melekûtü demek, göklerin ve yerin memleketini yaratan ve yöneten hayret verici rablık ve saltanat gücü demektir. Yani âyetlerimizi inkâr edip, yalan sayanlar bütün bu âlemlerin düzenine ve Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye -bir kere olsun hiç bakmadılar mı? Bakıp da bunun ne büyük bir kudret olduğunu, bütün varlıkları ve her şeyi yaratan, ayakta tutan ve yöneten Allah'ın kudretinin ne büyük bir kudret olduğunu ve bütün bunlarda sürüp giden rabbanî düzenin akışını bir an olsun düşünmediler mi? Kâinat varlıklarından gerek her biri ve gerek o varlıkların bütünü birden yüce yaratıcısının varlığına delalet eden bir delil ve O'nun birliğini dile getiren bir kitap değil midir? Bunlara dikkat etmek ve bir insan ile bunlar arasındaki bir bakışın nasıl bir bütünlük, nasıl Hakk'a götüren bir bağlantı ve nasıl bir tevhid âyeti olduğunu iyice düşünmek insan olmanın bir gereği değil midir? Bütünüyle kâinatın ve büyük küçük her şeyin gözlere sunduğu ve sunacağı bu melekûtî manzara, Allah'ın birliğine ve Kur'ân âyetlerinin de dile getirdiği rablığın işlerine yanılmaz bir şahit olduğuna şüphe mi vardır. Onlar buna bir kere olsun bakmadılar mı? Ve şöyle bir göz atıp düşünmediler mi? Şöyle bir tehlike vardır: Olabilir ki, kendilerinin eceli yaklaşmıştır. Başlarına kıyamet kopmak üzeredir. Artık bundan -bu âyetleri de inkâr ettikten veya ecelden- sonra, hangi söze inanacaklar?

187- Resulüm! sana o saati soruyorlar, onun demiri ne vakit atılacak? diyorlar. Yani kıyametin kopacağı zaman ne vakittir, "bu iş ne zaman olacak?" diyorlar. Bir rivayete göre, yahudilerden, bazıları Hısl b. Ebi Kuşeyr, Şemuyil b. Zeyd Hz. Peygamberimiz'e gelmişler. Onu imtihan için "Ya Muhammed, eğer sen peygamber isen bize kıyametin kopacağı vakti haber ver, çünkü biz onu biliyoruz, doğru söylersen sana iman edeceğiz." demişler. Ancak belli bir vakit söyleyecek olursa onu yalanlamaya da kararlı imişler. Bunun üzerine işte bu âyet nazil olmuş. Bir başka rivayette Kureyş'den bazıları gelmişler "Ya Muhammed, seninle bizim aramızda bir yakınlık var, bundan dolayı bize özel olarak onun vaktini lütfen bildir." demişler. Bunun üzerine bu âyet nazil olmuş. Âyetlerin toplam ifadesinden şu anlaşılıyor ki, bu olayların ikisi de olmuştur. Çünkü âyette iki kere "sana sorarlar" buyurulması da bunun iki kere olduğuna işaret sayılabilir. O göklerde ve yerde, (yukarılarda ve aşağıda, yükseklerde ve alçakta, dış dünyada ve iç dünyada), ağır geldi. Ağırlığı hepsinin tahammülünün dışında ve dayanılmaz boyutta oldu. Onun şiddetine ne yer dayanabilir, ne de gökler. Onun koptuğu sırada etrafa saçtığı korkuya ne gök ehli dayanabilir, ne de yeryüzündeki canlılar. Kıyametin vaktini, yani ne zaman kopacağını keşf ve belirleme işi o kadar ağır ve güç bir mesele ki, bunu Allah'tan başka bilen bulunmaz. "O size olsa olsa ansızın gelecektir". Başka türlü gelmiyecektir. Sanki sen, bunu pekçok söz konusu etmişsin," ısrarla ve itina ile araştırıp keşfetmişsin, uzun uzadıya sora sora öğrenmişsin gibi, ya da peygamber olman dolayısıyla mutlaka bilmen lazım gelirmiş gibi durmadan soruyorlar. Kıyametin ne zaman kopacağından kesinlikle haberdar imişsin veya bunu bildirmek lütfunda bulunabilirmişsin veya bununla böbürlenirmişsin gibi sana soruyorlar. " De ki, onun bilgisi Allah katındadır" . Velâkin insanların çoğu bunu bilmezler, yani bunun böyle Allah katında olduğunun bilgisine sahip değiller, çünkü insanların çoğu ilim ehli değiller. Bu meselenin bilgisinin ancak Allah katında olduğunu bilmezler ve insanların bilebileceği şeylerden olduğunu sanırlar da o yüzden sorarlar. Bilir bilmez konuşurlar, kıyamet ha bugün, ha yarın kopacak, yok daha kopmayacak, çünkü yerin tebeddülüne, güneşin sönmesine, göklerin dürülüp bükülmesine daha milyonlarca sene vardır veya bunların hiçbirinin aslı yoktur gibisinden konuşur dururlar.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri