130- Gerçekten de Firavun sülâlesini yıllar boyu, gelirlerini kısmak ile sıkmaya başladık. Sene yıl anlamına olduğu gibi, bilhassa şiddetli kuraklık ve kıtlık yılı mânâsına da gelir ki, burada böyle tefsir edilmiştir. Ve bu anlama göre "sinîn" kelimesinde iki lugat vardır. En meşhuru, cem-i müzekker-i salim gibi "vav" ile ve "ya" ile îrab olunup, ref' halinde ve nasb haliyle cerr halinde okumak ve izafet halinde "nûn" un düşmesiyledir ki, âyet bu lügat üzeredir. Diğeri, "ennecm" ve "eddeberan" gibi çok kullanılan isimlerden olarak munsarif veya gayr-i munsarif müfred îrabiyle îrablanarak "ya" muhafaza edilir ve "nûn" izafette de sabit kalır. Nitekim şair: demiştir. Bir hadisi şerifte de iki lugat üzere ve "Allahım, onlar üzerine, Yusuf'un kıtlık seneleri gibi kıtlık senesi ver." diye vârid olmuştur ki, Kureyş müşrikleri aleyhinde bir bedduadır. Burada "Biz her hangi bir ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk
ve darlıkla sıkmışızdır." (A'raf, 7/94) içeriğinin daha ayrıntılı olarak açıklaması vardır. Bu suretle Firavun kavmi hakkında da bu ilâhî sünnet uygulanmış ve ansızın helak edilmemişlerdir ki, düşünebilsinler, uyanık olsunlar diye. Yani bu, bir ihtar ve uyarı idi ki, akıllarını başlarına alsınlar, çeşitli durumları mukayese etsinler, hadlerini bilsinler, Allah'ı düşünsünler de hakkın emrine karşı direnmekten ve azgınlıktan vazgeçsinler, küfürden ve zulümden tevbe etmeye imkân bulsunlar diye yapılmıştı. Zira bu gibi tasarrufatın ve tabiat kuvvetlerine hükmetmenin insan gücünün üstünde olduğuna şüphe yoktur. Ve bu gibi afetleri normal ve olağan saymaya da imkân yoktur. Çünkü tabiat olsa idi ya daimi olarak bolluk veya tekdüzeliğe bağlı olarak sürekli kıtlık olması gerekirdi. Bu gibi olaylar ise tabiatın değişkenliğine ilişkin olaylardır ve bunların tabiatler üzerinde hakim olan Rabbanî kudretin iradesinin eseri olduğu açıktır. Bundan dolayıdır ki, nimet bolluğu ve refah içinde yaşayan ve kendi üstünde hiçbir kuvvet ve kudret tanımayan, tanımak istemeyen, hakka karşı savaş açmak isteyen mağrur bir kavmin iktisadi hayatına vurulan bu gibi semavi darbeler, henüz cürümlerinin cezası olmamakla beraber, kendilerine hadlerini ve durumlarını bildiren ve bu hallerine devam ettikleri takdirde aday oldukları akıbeti ihtar eden birer ilâhî uyarı olduğunu ve bunları başlarına getiren Allah Teâlâ'nın, kendilerini her zaman için mahvetmeye gücü yeten bir mutlak hakim bulunduğunu ve bundan dolayı ilâhî emirlere karşı direnmekten ve inad etmekten sakınmak gerektiğini ilan eden fiilî âyetler, tabiî alâmetlerdir. Bir musibetin bin nasihatten daha etkili bir terbiye aracı olduğu da akıldan çıkarılmamalıdır. Şimdi bu âyetten şu sonuçlar çıkarılabilir:
1- İnsan hayatında ekonomik şartların pek büyük önemi vardır. Bir toplum için ekonomik hayatın sarsıntıya uğraması veya kaybolması, bir helâk işareti veya başlangıcıdır. Genelde üretim yolunda olduğu zaman, ferdî anlamdaki sıkıntıların giderilmesine çare bulunabilirse de, bütün iktisadi hayatın şartlarının bozulması, bütünüyle toplumun felaketine sebep olabilir. İktisadın şartları ise iki esasta toplanır: Allah'ın yaratılıştan verdiği zenginlikler ile o zenginlikleri işleyip değerlendirecek insanların ahlâkı. İnsanların ahlâkının bozulması, yaratılıştan gelen feyiz ve bereketin kesilmesine sebep olabilir. Yaratılıştan gelen feyiz ve bereketlerin kesilmesi ise bütünün helâki demek olur. Şu halde ahlâklılığın özünün, ancak Allah Teâlâ'ya kullukta, yani insanların kendi heva ve heveslerine değil, Hak Teâlâ'nın koymuş olduğu ilâhî nizama, hayır nizamına uymak ve bağlanmak, şer ve fesattan kaçınmak ve ittikada aranması gerekir.
2- Allah Teâlâ'nın rahmetinin genişliğini anlamalı ki, Firavun kavmi gibi, her bakımdan helâke hak kazanmış olan bir kavmi bile hemen helâk etmeyip, onları daha önceden sözlü ve fiilî bir takım uyarılar ile kendine gelmeye davet ediyor. Şu halde insanlar Allah'ın rahmetinden mahrum kalmamak için hakkın âyetlerini tanımalı, firavunları ve onların sihirli oyunlarını bir yana bırakmalı, Allah adamlarının nasihatını dinlemeli, hiç olmazsa musibetlerden ibret almalı da sonuçta Allah'ın aman vermez kudretli eli uzandığı zaman, hakkın inkârcısı ve düşmanı halinde yakalanmaktan korunmalıdır. İmanı olan hadisi şerifinde beyan buyurulduğu üzere bir delikten iki kere sokulmaz. Geçmişteki felaketlerden ibret alır da tekerrürüne sebep olmazlar. Fakat kalbleri mühürlenmiş olanların bütün ibret ve intibah kabiliyetleri söner de şâirin:
Geçmişten
adam ibret alırmış ne masal şey...
Üçbin
senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi
tekerrür diye tarif ediyorlar.
Hiç ibret
alınsaydı tekerrür mü ederdi?
dediği gibi tarihteki felaketler şekilden şekile tekerrür eder, gider.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |