Tasavvuf Bahçesi

Asrımızda tarikatlar mı önemli imanı kurtarma mı?

Son zamanlar da; tasavvuf ve tarikat müessesesinin, inkar edilmese bile ondan daha önemli yapılması icap eden irşad hizmetleri dolayısıyla ikinci plana atılması gerekliliği görüşü hakim bazı çevrelerce. Edebi bir ifade ile” zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarma zamanıdır;zira tarikatsız cennete giden çoktur ama imansız cennete giden yoktur.” görüşü.
Bu hususta ikiye ayrıldığını görmekteyiz dindar kesmin. Her kesim kendi mantığınca ve kendince haklı delil ve kaynaklarla görüşlerinin muteber olduğunu ifade etmeye çalışıyor.her iki kesiminde itibar ettiği kaynaklarla mevzuya yaklaşılmadığı için başka bir ifade ile herkes kendi büyüklerinin sözlerinden yola çıktığı için karşı tarafı ikna etmek imkansız hale kadar geliyor.Bu yazımızda şu ya da bu görüşü ısbat etmekten daha ziyade tarikatin tanımı ve herkesçe muteber olan ehli sünnet alimlerinin görüşlerini ifade ederek konuya açıklık getirmek isteriz.
Özellikle medyanın gayretleri sonucu insana ürkütücü, gericilik simgesi, höykürmek, şiş bağlamak gibi önyargılarla kendisini algılatsa tarikat kavramı, 14 y.y. dan beri devam edegelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan bir unsur.Öncelikle tasavvuf nedir?

Tüm İslam alemince de kabul edildiği gibi nefis ve ruh insanın iç dünyasında bulunan iki zıt varlık.Ve bu iki varlık insanın tüm yaşamını olumlu-suz yönde etkilediği için tüm seyyiat ve hasenatın menbağı olduğu için ve imanlı-sız gitmek kendilerine bağlı olduğu için bir müslüman için ilk ve en önemli iş nefsinin kötülüklerinden kendisini korumaktır.İşte tasavvuf kalbin ve nefsin iyi ve kötü hallerini bilip ,kötü hallerden temizlenmeyi ve iyi hallerle bezenip Allah-ü Teala’ya yakın olmayı öğretir.Günlük yaşamdan örnek vermek gerekirse PKK’ yı yok etmek güzeldir ve olması gerekir.Ama bundan daha akıllıca olanı teker teker ve her görüldüğü yerde teröristleri öldürmek yerine PKK’nın menbağını, onun merkezini temizleyerek durmadan türemesini ve çoğalmasını engellemek ve meseleyi kökten halletmektir.

Hz Allah bana günah lekeleri ile bunun tezahürü olarakta imansız gelmeyin diyor.Dolayısıyla müminin yapması gereken kendisini devamlı olarak günahlardan korumasıdır.Tasavvuf ise insana diyor ki;
-Ey imansız gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalan insan! Senin hergün karşına binlerce kötülük geliyor ve onları yapma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyorsun belki de çoğunu yaparak kalbini günah lekeleri ile kirletiyor ve imansız gitmeye zemin hazırlıyorsun, sen bu kötülüklerden kurtulacağım diye kendi kendini yıpratacağına kendi kendini riske edeceğine boynundan büyük işlerle uğraşacağına tüm bu kötülüklerin merkezi olan ve tüm bu kötülükler kendisinden çıkan nefsi temizle, terbiye et, kötülük türetemez hale getir, çürüt ki bir daha karşına kötülükler çıkmasın ve teker teker uğraşmak zorunda kalmayasın ve de imanını garanti altına alasın.Nasıl ki PKK’nın merkezini bir anda yok etmek zor ise nefsi de Müslüman yaparak mutmeinne makamına çıkarmak ondan daha zordur.Tasavvuf herkesin anlayacağı özet bir ifade ile bu şekilde tanımlanabilir.

Dolayısı ile gerçek manada tasavvuf ehli olan bir zatın hali Allah’a yakınlığı ve ahiretteki durumu tasavvuf erbabı olmayan bir insandan daha garantidir.Hiç bir akıllı mümin böyle garanti bir çözüm var iken kendisini riske atmak ve nefsin her gün karşısına çıkardığı yüzlerce günahla amatörce mücadele etmek ve dolayısı ile imanını tehlikeye atmak istemez.İslam tarihine bakıldığı zaman akıllı müminler olarak karşımıza çıkan ulema-i Kiram, aynı zamanda tarikat erbabı ve nefislerini tezkiye ile uğraşmış müstesna zatlardır.Zaten bu mücadeleleri kendilerini unutulmaz gönül sultanı ve Allah dostu yapmıştır.Tarihe bakıldığında hiçbir Allah dostu tasavvuf ile hemhal olmadan Allah’a yaklaşamamış ve evliya vasfıyla mevsuf olamamıştır.Hiç bir kimsenin evliya olduğundan şüphesinin olamayacağı,Hz. Ebubekr r.a. İmam-ı Rabbani,Şah-ı Nakşibendi,İmam-ı Azam,Ahmet Yesevi,Veysel Karani,İmam-ı Gazali,Akşemsettin,Aladdini Atar hazeratı gibi bütün Allah dostları bu merhaleden geçmişlerdir..Osmanlı tarihine bakıldığı zaman mürşidi olmayan padişah sayısı iki, üçü geçmediğini görürüz.
Tasavvufsuz bir yaşamın ne kadar çok dikkat edilse bile çok riskli olduğunu Tarikate son 2 senesinde girerek Cafer-i Sadık hazretlerine mürid olan Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam hazretleri”Eğer son iki senem olmasaydı helak olmuştum”diyerek son iki senesi için hamdü sena ederken Yıllarca kendisini dini kitap yazmaya adayan ve şu anda dünyanın her tarafında herkesin kütüphanelerini süsleyen İhya-i Ulumuddin,Kalplerin Keşfi gibi muhteşem eserlerin sahibi İmamı Gazali hazretleri de yine son senelerinde tasavvufa girmiş ve “Anladım ki, hakiki kurtuluş Rasulullah'ın ruh cereyanına bağlanmaktan ibaretmiş. Gerisi (talebe, alim yetiştirmek (binlerce) ve kitaplar yazmak) yalan, vehim ve hayalden ibaret.” buyurarak en güzel ve veciz şekilde ifade etmişlerdir.

Cihan cihan olalı böyle bir asrın gelmediğini ve önceki asırlardaki kötülük ve zulmün asrımıza nisbetle çok cüz’i olduğunu göz önünde bulundurursak eğer o zamanlarda imansız gitme tehlikesine karşı tasavvufa temessük lazım ise şimdiki asrımızda evleviyyetle elzemdir.Akla hayale gelmeyen nemütenahi derecede seyyiatın cirit attığı bir asırda imanını kurtarmak isteyen akıllı bir münin tasavvufa yapışmaktan daha karlı ne yapabilir?Zaman tarikat zamanı değildir demek aslında aynı zamanda zaman nefisle savaşmak,onu kökten kurutmak zamanı değildir, zaman Allah’ın nurunu kalbe akıtmak zamanı değildir, zaman Hazret-i Allaha yaklaştıran yollarla uğraşma zamanı değildir, zaman imanlı gitmenin en garanti yolu olan tasavvufla uğraşma zamanı değildir demektir.
Bu görüşe göre acaba tasavvufla ilgilenen bir kişinin ilk amacı imanlı gitmekten farlı bir şey mi de tasavvufla uğraşılmayacak? Tasavvuf acaba iman kurtarmayı geciktirici bir unsur mu ki tasavvuf ikinci plana atılacak? Tasavvuf erbabı bir kişi 24 saatin yarısını zikirle mi geçiriyor da iman kurtarmaya fırsat bulamayacak? İslamiyeti en güzel şekilde yaşayan ulema hazeratı tasavvufsuz bir hayatın hayal ve vehimden ibaret olduğunu söylerken tarikatsiz cennete gidenlerin çok olduğunu acaba kim görmüş ve haber veriyor?

Tarikat, bir insanı İslam ve imana çağırırken ona; hemen zikir yap, erbain çıkar, aç kal gibi şeriat kemale erdikten sonraki icap eden halleri mi telkin ediyor; ya da tarikat erbabı bir kişi sadece kendi nefsini terbiye ile meşgul olarak vakit geçirdiği ve dolayısıyla diğer insanların imanını kurtarmadığı için mi zaman tarikat zamanı olmuyor?Bu tür düşünceler tasavvufun mahiyetini bilmemekten ileri gelmektedir.Halbuki tasavvuf erbabı bir kimse de diğer kimseler gibi insanları hidayete çağırmak zorundadır.Çünkü tarikat şeriat kemale erdikten sonra hasıl olur.Kur’an-ı Kerimde ve diğer müteaddid nasslarda da mezkur olduğu gibi evinde oturup kendi nefsiyle uğraşanlarla İslam için varını yoğunu ortaya koyarak(insanların imanını kurtarma vb.) İslama hizmet edenlerin bir olmayacağını en iyi şekilde bilen ve bilmesi icap eden tasavvuf ehlidir.Eğer bilmiyorsa zaten şeriat tahakkuk etmeden tarikata geçmiştir ve bir Allah dostunun da buyurduğu gibi”Olmazsa şeriat, şeytan işidir tarikat” sözündeki gibi kendi kendini kandırmaktadır.Binaen aleyh bir ehl-i tarik en güzel şekilde kendisi İslamiyeti yaşamaya çalışırken diğer insanlardan gafil olamaz ve irşad faaliyetleri için varını yoğunu ortaya koyar.Hem kendisi Allah’ın nurunu kalbine akıttığı için zahiri bir insanı imana getirmeye,islama ısındırmaya, aynı işi yapan ve ehl-i tarik olmayan bir insandan haliyle daha müteessir olur.Ve zannedildiği gibi farklı bir metodla (mesela direk zikri, seyri sülüku muhataba telkin etmekle) işe başlamaz öncelikle şeriatı anlatarak kemale erdirerek işe başlar ve sonra ikmal olmuşsa bu hususlarda ; tamam bu adamın imanı garantidir artık! gafına, cahilliğine düşmez ve yavaş yavaş tasavvufa yönlendirir muhatabı.Görüldüğü gibi evvelen tasavvuf telkin edilmez bir hidayet adayına; ama şeriat tamam olduktan sonra da Hz Allaha yaklaşmasına ve nefsini kökten kurutarak işi garantiye almasına da engel olmaz.
Hulasa-i Kelam Hazreti Allah Kur’an-ı Kerimde “gad eflaha men tezekka ”muhakkak nefsini tezkiye edenler kurtuldu buyurmaktadır.Nefsin tezkiyesi ise sadece Tasavvuf ile olur.Suretteki imanın Allah indinde zerre kadar değeri yoktur.Asıl mücevher hakiki imandır.İmam-ı Rabbani hazretlerininde buyurduğu gibi tasavvuf, sülûk konaklarını geçmek, hakîkî îmana kavuşmak içindir.(yoksa karın doyurduktan sonraki olmasa da olan meyve menzilesinde değildir.) Hakîkî îmana kavuşmak için, önce nefsin itmînân hâsıl etmesi lâzımdır. Nefis mutmeinne olmadıkca, kurtuluş olamaz.

Ne yani tarikat ehli değilsek cennete giremeyecek miyiz?

Yukarıdaki ayet mealinde de ifade edildiği gibi ancak nefsin tezkiye edenler kurtulacaktır buyrulmaktadır.Ben tarikatsiz nefsimi tezkiye ederim diyebiliyorsa bir insan buyursun nefsini tezkiye etsin.Ama unutmasın ki önünde aklına hayaline gelmeyen çok çılgın engeller var.Bu engelleri aşacak metodları bulduysa söylesin ki artık tasavvufla uğraşılmasın ve Allah dostlarının tek çare olarak gördükleri bu yolla uğraşılmadan yeni yöntemle imanlar daha pratik yoldan kurtarılıversin….
 

Yazan: Miftahulkuluub (sadakat forum)