"Allah'ın size lutfettiği
şeylerle şımarmayınız.
Çünkü Allah, kendini beğenip
övünen kimseleri sevmez." Kur'an-ı Kerim, Hadid, 237
Tarihler 1912 Nisan'ını gösterdiğinde, İngiltere'nin Southampton Limanı'ndan New York istikametine bir gemi hareket etti.
17 bin kişinin emeği ile inşa edilen bu yolcu
gemisi zamanın en büyük gemisiydi. Gemiyi yapan mühendisler bu geminin
asla batırılımayacağını iddia ediyorlardı. Herkese, her şeye meydan okuyorlardı.
Kendilerine o kadar güveniyorlar ve kendileri ile o kadar gurur duyuyorlardı
ki, geminin ismini bile Yunan mitolojisindeki bir "tabrı"!
ismi vermişlerdi; Titanic! (yunan mitolojisine
göre yer tanrısı Gaia ile gök tanrısı Uranos'un birleşmeleri sonucunda
altısı dişi, altısı erkek olmak üzere on iki Titan doğduğu söylenir.)
Geminin kaptanı Smith daha da ileri giderek, haşa "Tanrı bile bu gemiyi batıramaz." deme cür'etini gösteriyordu.
Gemi inşa edilirken her şey en ince ayrıntısına
kadar düşünülmüştü. İçinde, Paris'in ünlü kafelerinin bir benzeri
olan Cafe de Parisien de vardı, bir Türk hamamı
da... Çölde geziniyor izlenimi edinmek isteyenler için elektrikli düğmesine
basınca yürüyen deve de vardı, Lyon usulü pişirilmiş tavuk da...
Mühendislere göre, her şeyden önce bu muhteşem teknoloji harikasının tabanı birbirinden bağımsız kompartımanlardan meydana gelmişti. Herhangi bir sebeple gemi alttan bir darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktı. En kötü ihtimal olan iki geminin çarpışması durumunda dahi kompartımanların bir kısmı su alacak, bu durumda da geminin batması en az üç gün sürecekti. Bu kadar uzun zamanda da mutlaka bir yerden kurtarma için yardım geleckti. Üstelik dünyanın en kaliteli çeliği bu gemi için kullanılmıştı.
Mühendisler, geminin önden veya arkadan darbe alacağını hesaplamıştı. Halbuki yan unutmuşlardı.
"Azap onlara ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)
Titanic, soğuk bir Nisan akşamı New Foundland
açıklarında gece karanlığında yol alıyordu.
Karşılarına bir buzdağı çıkmıştı.
Eğer nöbet tutan gözcüler buzdağını farketmeden buzdağına çarpsaydı, gemi önden hasar alacak ve sadece ön tarafındaki kompartıman suyla dolacaktı. Böylece Titanic, batmamış olacaktı. Fakat buzdağı görüldüğü ve son bir umutla manevra yapıldı. Dünyanın en büyük gemisi kendini kurtaramadı ve buzdağı geminin yan tarafını baştan sona kadar bir bıçak gibi kesti. Bir değil bütün kompartımanlar su ile doldu ve batmaz denilen teknoloji devi Titanic, içindekilerin eğlence çığlıkları ölüm haykırışlarına dönüşerek sulara gömüldü.
Evet, üç günde batmaz denilen Titanic, üç saat
içinde okyanusun üç bin metre derinliğine gömülüverdi.
Tarih yine tekerrür etmiş, insanoğlu putlaştırdığı
şeylerle cezalandırılmıştı.
1992 yılında su altına 20 saatten fazla inceleme
yapan Kanadalı uzmanlar, Titanic'in buzdağına çarpan kısmında yaptıkları
incelemelerde çok enteresan noktalar yakaladı. Buzdağı, geminin o kısmına
öyle kritik bir açıdan
çarpmıştı ki, o açının biraz daha az veya fazla
olması halinde kaza çok daha az zararla atlatılabilecekti.
Evet, Nemrutça ve Firavunca davranış ve tutumlar,
şımarıkça söylenen sözler gayretullaha dokunur,
karşılığı da ağır olur.
Her şeyin ve herkesin üzerindeki Yüce Kudret'iunutan
ve O'nun izzetini rencide edenler, ismiyle olduğu kadar,
kendisine ait iddialarla da tabiata, denize ve
hatta İlahi Kudret'e savaş açanların yaptıkları "batması imkansız"
denilen bu dev gemi, O sonsuz Kudret, Sahibi
üç saat içinde sulara gömülüverdi.
"İşte insan dahi Hâlıkının rahmetini
inkar vehikmetini ittiham edecek bir tarzda küfran-ı nimet suretinde karun
gibi:
'Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla
kazandım" dese, elbette sille-i azaba kendini müstahak eder. Demek ki şu
meşhud saltanat-ı insaniyyet
ve terakkiyat-ı beşerriye ve kemalât-ı medeniyet; celb ile değil, galebe
ile değil,
cidâl ile değil, belki ona onun
za'fı için teshir (hizmetkâr) edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş,
onun farkı
için ona ihsan edilmiş, onun
cehil için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve
o saltanatın
sebebi, kuvvet ve iktidar-ı
ilmi değil, belki şefkat ve re'fet'-i Rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyyedir
ki;
eşyayı ona teshir etmiştir."
Bediüzzaman
Titanic bu macerayı yaşarken Allah (cc) kendisine
sığınanların,
O'na açılan elleri bir umut çığlığı olarak görenlerin
dualarını boş çevirmiyordu.
1912 yılının bir Nisan akşamı Bayan Gracie, içinde
büyük bir sıkıntı hissederek erkenden yattı.
Bir türlü uyuyamıyor, yatağında mütemadiyen dönüp
duruyordu. Bu sırada birşey almak için baş
ucundaki masaya uzandı. Fakat birden masanın
üzerindeki dua kitabı yere düştü.
Yerde, kitabın denizde ölüm tehlikesi geçirenlerin
selameti için okunan duaya ait sayfası açılmıştı.
Bayan Gracie derhal, o sırada meşhur Titanic
gemisinde seyahat etmekte olan kocasını hatırladı.
Kocasının selameti için uzun uzun dua etti ve
daha sonra içi rahatlayarak uyudu.
Ertesi gün dev Titanic gemisinin battığı haberini
gazetelerden öğrendi.
Titanic bir buz dağına çarparak batmıştı. Kocası
emekli albay Gracie döndükten sonra mesele anlaşıldı.
Albay Gracie, gemi batmaya başlayınca önce kadınların
ve çocukların,
kurtarma sandallarına yerleştirilmesine yardım
etti. Sonra da bir köşeye çekilip Allah'a duaya başladı.
Vapur iyice sulara gömülmeye başlayınca kendisini
kurtarabilmek için bütün gayretiyle çabaladı ve
suyun yüzüne çıkarak yakınında bulunan yarı batmış
bir sandala tutunmaya muvaffak oldu.
Karısının evde rahatsızlanıp duaya başladığı
zaman, Albay da diğer yolcularla birlikte bir kurtarma
motoru tarafından kurtarılmış bulunuyordu.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |