İSTİFÂDE EDİNİLEN ME'HAZLAR

Asr-ı Saâdet

Saîd Sâhib Ansârî

Büyük İslam Târihi

Abdurrahim Zapsu

Büyük Türkiye Târihi

Yılmaz Öztuna

Et Tâc El Câmiu lil Usul fi Ehâdisir Rasûl        

Seyyid Mensur Ali Nasıf El Hüseynî

Hâtem'ül Enbiyâ  

Ahmet Cevdet Paşa

Hâtem'ül Enbiyâ Hz.Muhammed ve Hayâtı

Ali Himmet Berki - O. Keskioğlu

Hz.Muhammed (As.) ve İslâmiyet    

M.Asım Köksal

İslam Târihi

Osmanlı Yayınevi

İzahlı Osmanlı Târihi Kronolojisi      

İsmail Hâmî Danişmend

Kısas-ı Enbiyâ     

Ahmet Cevdet Paşa

Mektûbat

İmâmı Rabbâni

Osmanlılar Albümü

Osmanlı Yayınevi

Osmanlı Devleti Târihi

Yılmaz Öztuna

Osmanlı Târihi

Ord.Prof. İ.Hakkı Uzunçarşılı

Peygamberimiz Hakkında Aile Sohbetleri        

M.Ömer Dauk

Rûhul Beyan        

İsmail Hakkı Bursevî

Siyer-i Nebî (Hazret-i Peygamberin Hayâtı)

Osman Keskioğlu

Târihi Taberiyy    

Muhammed bini Cerir  

Yeni Rehber Ansiklopedisi   

İhlas Gazetecilik 

Ve Bu Mevzuda Muhtelif Eserler

 

LÜĞAT (SÖZLÜK )

Acem: Arap ırkının gayri olanlar, Arap olmayanlar,

Afâki: Kıymetsiz sözler ve meseleler,

Ahd-ü mîsak: Yemin, anlaşma, sözleşme; Ezelde ruhlarımızla Cenâb-u Hakk'a verdiğimiz ahid,

Ahd-ü pîmân: Söz vermek, antlaşmak,

Anglosakson: Büyük Britanya'da yerleşen Germen ırkından aşîretlerin adı,

Arî: Temiz,

Âyet: Kur'ân'ı Kerim'deki her bir cümle, kimsenin inkâr edemeyeceği açık delil,

Bahâdır: Cesur,

Baîd: uzak,

Bedevî: Kırlarda, çölde yaşayan göçebe,

Belâğat: Hitab ettiği kimselere göre, uygun, tam yerinde, düzgün ve hakîkatli güzel söz söyleme san'atı. Muktâzâ-i hâle göre söz söylemek. Söz ve yazıda düzgün, sanatlı ve tesirli ifâde. Belâğat, hem düzgün hem de yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adıdır. Maânî, beyan, bedî, diye üç kısma ayrılır.

Beşâret: Müjdelemek,

Bî'set: İnsanları hak ve doğru yola sevk için gönderilen Cenâb-u Peygamberimiz, Rasûlü Ekrem'in nübüvvetinin başlangıç zamanı, Nübüvvetin bidâyeti,

Cenah: Kanat,

Cenub: Güney,

Cizye: Müslüman olmayanlardan alınan vergi,

Dalâlet: Hakk'tan sapmak,

Dâl ve mudil: Hak yoldan sapan, yanılan ve yanıltıcı,

Dârunnedve: İslamdan evvel Kureyş kabîlesinin müşâvere ve münâkaşa için toplanıp karar aldıkları yer. İslamdan sonra ise Peygamberimiz'e karşı bulunanların toplanmalarından dolayı fesad ve münâfıkların toplandığı yer mânâsına kullanılmaya başlanmıştır.

Deccal: Ahirzamanda gelecek bir gözü kör, Risâlet-i Ahmediye'yi inkar edip, İslâmiyet'i tahribe çalışacak, dünyâyı fitne ve fesâda verecek, çok şerli ve küfr-ü mutlak yolunda olan, zâlim, şerîr, yalancı, dehşetli bir şahıstır. Deccal, Kur'an ve dîne karşı çıkıp, Hakk'ı bâtıl, bâtılı hak olarak gösteren, oysaki onun cennet dediği cehennem, cehennem dediği cennet olandır. Şu son asırda görülen ve dünyâyı tehdit eden, Cenâb-u Hakk'ı inkara kadar cür'et edip, medeniyeti beşeriyeyi tahribe çalışan dehşetli cerayanlar, bu gaybî ihbârın doğruluğunu tasdik etmektedir.

Mehdî: Hidâyete eren veya hidâyete vesîle olan; Sâhib-üz Zaman. "Husûsi ve şahsi bir tarzda Allâh'ın hidâyetine mazhar olan, kendisine Cenâb-u Hakk tarafından yol gösterilen" mânâsınadır. Mehdiyyi Rasûl, Mehdiyyi Muntazır da denir. Ahirzamanda gelip, bütün müslümanlara îman ve Kur'ân-ı tâlim edip dîni ilimleri neşir ve maneviyatla müslümanları uyandıracak, dinlerini takviye ve îmanlarını tecdid edecek olan ve Peygamberimiz'in âlinden bir zâttır. Hz.Peygamberimiz'in Mehdi hakkındaki tavsiflerinden anlaşılıyor ki Cenâb-u Hakk, kemâl-i kereminden dîni Muhammedî'in ebediyetine bir alâmet olarak her asırda, her fitne zamanında Mehdî mânâsında bir zâtı gönderip onunla dîn-i İslâm'ı te'yid buyurmuştur. Ahirzamanda geleceği bildirilen Mehdî «misâl zâtlar» ise, Deccal'e karşı, İslâmiyet'i, dîni, Kur'ân-ı gizli-aşikâr tâlim ve tedris ederek, İslâmı müdâfaa eden, müslümanları uyandıran bâtıldan tahzir edip hakka yönelten müslümanların îmanlarını kuvvetlendiren, her hâliyle Hz.Peygamberimiz'e tâbî olan evliyaullahtan, mücahit, ferid ve câddeyi kübrâ'yı gösteren rehber-i zaman, yüksek bir zâttır.

Dehâ: Zekiliğin ve anlayışlığın son derecesi. Çok akıllılık. İleri görüşlülük. Geniş ve çok güzel fikir sahibi olmak.

Delâlet: Aracı olmak, yol gösterivermek, öncülük etmek,

Dîvan defteri: Büyük meclis defteri,

Diyet: Yaralanana veya öldürülen kimse için en yakın vârisine ödenmesi şer'an hükmolunan para veya mal,

Düstur: Umûmi kâide, ölçü, kânun, nizam, örnek, nümûne,

Ecnebî: Yabancı,

Edebî: Güzel söylenmiş söz ve yazı,

Ehl-i Beyt: Peygamber Efendimiz'in âile efrâdı, Peygamber Efendimiz'in evine mensub olanlar,

Eshâb-ı Kirâm: Hazreti Peygamberi görüp O'nunla birlikte ve O'nun sohbetinde bulunmuş mü'min erkek ve kadınlar,

Esir Dalgası: Elektrik, ışık ve hararetin yayılmasına vâsıtalık eden madde,radyo dalgası.

Fartı zekâ: Üstün zekâ,

Fâcir: Günah işleyen,

Feriştah: Melek,

Fesâhat: Açık ve güzel ifadeli konuşma, sözün lafız ve mânâ îtibariyle kusursuz olmasıdır. Diğer bir tâbirle lafızların söylenişinin tatlı, mânâsının da söylenirken hemen anlaşılır olmasıdır. Bu keyfiyetlerin birincisi, kelime ve cümle âhengi ile, ikincisi de kullanan kimsenin kelime hazînesi ve seçme kudreti ile alâkalıdır. Fesâhatın daha yüksek derecesine belağat denir ki; fasîh bir sözün, yerine ve adamına göre söylenmesidir. Her beliğ söz, yerine göre (yerli yerinde) denmemişse beliğ olmaz.

Fıtrî: Yaradılıştan,

Füsunkâr : Büyüleyici, cezbedici, hayranlık verici.

Gâzâ ve gazve : Peygamber Efendimiz'in bizzat hazır bulunduğu harpler,

Gramer: Cümlelerin, kelimelerin, hecelerin, harflerin hallerinden bahseden ilim, Dilbilgisi

Harem-i Şerif: Gayrimüslim ve müşriklerin girmesine müsaade edilmeyen ve canlı mahlukatın öldürülmesi câiz olmayan mübârek Kâbe ve etrafı,

Hased: Başkasındaki mâddî veya mânevî bir varlığı istememek, çekememek, hazmedememek, onun yıkımına mesâi harcamak,

Havâri: Yardımcı,

Hazer: Korkmak, çekinmek,

Hâcer-ül Esved: Kâbe-i Muazzama'nın şark köşesinde yerden birbuçuk zirâ yükseklikte cennetten gelme mübarek taş, (ki esas adı «Hâcer-ül Es'ad» dır.)

Hicret: Bir yerden bir başka yere göç etmek, kendi memleketini bırakıp başka memlekete taşınmak. (Hz.Peygamber Efendimiz'in Mekke'den Medine'ye hicret etmesi.)

Hidâyet: Doğru Hak yola girmek, bâtıldan uzaklaşmak, doğru yola, hak yola girmek, kavuşmak,

Hizip: Bir bütünün içindeki bölüm, gurup, ayrı ayrı topluluk,

Huccet: Delil,

Hulefâ-i Râşidîn: Dört büyük halîfe, Hz.Ebû Bekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali Rıdvânullahi Teâlâ Aleyhim Ecmaîn Hazerâtı,

Hululü mûslihâne: Tatlı giriş yaparak hakikatı kabullendirmek,

Hurâfe: Batıl, boş şeyler,

Ikta: Mülkiyeti devlete ait olan arazinin menfâatlanılmak üzere pâdişah tarafından verilmesi

İctihad: İslam müctehitlerinin usulüne uygun, Kur'ân ve Hadîsi Şerif'ten hüküm çıkarmalarıdır.

İctimaî: Topluluğa ait, sosyal

İnzivâ: İnsanlardan ayrılıp tenhâ bir yere çekilmek,

İslâm: İtaat, inkıyad; bir şeye teslimiyet. Hz.Muhammed (S.A.V.)'in insanlara bildirdiği hak ve gerçek din.

Kabîle: Bir sülâleden türemiş, aynı soydan gelen insanlar,

Kavim: Aralarında dil, adet, örf, kültür birliği olan cemâat topluluk,

Kâfir: Hakkı görmeyen ve örten; îmân esaslarına veya bunlardan birine inanmayan; Allâh'ı inkâr eden, küfreden, Dinsiz.

Kısas: Cinâyette ödeşmek, suç işleyenin aynı şekilde cezalandırılması, öldürme veya yaralamada suçlu olana aynı şeyin yapılması,

Lâhûti: Ruhânî âlemle alâkalı,

Maşlah: Üste giyilen bir çeşit elbise,

Mâ'verâ: Bir şeyin ötesinde bulunan,

Me'âl: Anlam,

Mekârimi Ahlak: Hz.Peygamberimiz'in ahlâkına ve O'nun sünneti seniyesine ittibağ ve imtisal edenlerin ahlâkı,

Melce': Sığınılacak yer, halas olacak kurtulacak yer.

Memât: Ölmek,

Menâsik: İbâdet edecek yerler, ibâdet ederken lüzum eden yol ve tarz. Hac ibâdetleri,

Metafizik: Beş duyu ile bilinemeyen varlıklar; mâbâ'düt Tabia; his ve tecrübe dışı olan,

Millet: Din, dil, târih, anane, kültür, ideal ve vatan birliği, beraberliği bulunan insan cemâati, mâddi ve mânevi bir unsurdan sayılıp beraber yaşayanların hepsi, (Millet-i Beyzâ: Bütün müslümanlar. Millet-i Merhume: Müslümanlar, İslam Milleti. Allâh'a ve Allâh'ın emirlerine itaat ettiklerinden kendileri rahmete mazhar olmuşlardır.)

Morfoloji: Şekil bilgisi, gramer

Mubah: İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey,

Mûcize: İnsanların yapmaktan âciz olduğu ve ancak Allah tarafından Peygamberlere verilen fevkal'âde hâdisedir. Mûcize, Peygamberlerin hak olduğunu gösteren bir delil ve tasdiktir. Mûcize, Peygamberlik davasını isbat, münkirleri iknâ içindir, icbar için değildir. İbret alıp îman eden kazanır, inkar eden yıkıma uğrar, helâk olur.

Muhal: İmkansız olan, insan kudretiyle yapılması mümkin olmayan, Boş şeyler, (meselâ şu deniz bir ova olsa, şu dağ ile şu dağ arasında bir köprü olsa gibi).

Muhasara: Etraftan çevirmek, kuşatmak,

Musâlaha: Anlaşma,

Mut'main: Kalbi yatışmış, inanç ve kanâati tâmme içinde olan,

Muzmahil: Darmadağın olmuş, perîşân olmuş,

Mübeşşer : Müjdelenmiş,

Müctemian: Toplu olarak,

Müfreze: Ordudan ayrılmış bir kol, bir miktar asker,

Mükevvenât: Yaratılmışlar, Bütün mahlukât,

Mülga: Hükmü kaldırılan,

Münferiden: Teker teker

Münkir: İnanmayan, inkâr eden.

Müsâdeme: Karşılıklı çarpışma,

Müstemleke: Başka bir devletin idaresi altında bulunan,

Müşrik: Şirk koşan, Allâh'a ortak kabul eden, Allah'dan başkasına ibadet eden,

Mütefekkir: Düşünücü,

Müverrih: Târihçiler,

Nakîb: Nezaretçi,

Neseb: Soy,

Nesir: Çoğaltmak, saçmak, yaymak. Menzum olmayan söz veya yazı.

Peygamber: Allâh'ü Teâlâ'dan haber getiren, Allâh'ı, âhireti, zararlı ve faideli şeyleri tanıtan. Nebi

Putperest: Allah'tan başka şeyleri ilah kabul eden, puta inanıp ona ibâdet eden, puta tapan,

Râbıta: İrtibat, bağlılık,

Re'y: Görüş, fikir beyanı,

Salah: Bir şeyin en iyi hâli, rahatlık, sulh, iyileşme, dîne olan bağlılık,

Seniye (seniyye): Çok mühim ve kıymetli, âli olan,

Seriyye: Peygamber Efendimiz'in bizzat hazır bulunmadığı müfrezeler,

Seyyidet'ün Nisa: Cennet kadınlarının efendisi,

Sulh: Anlaşma,

Süikast: Kötü kasd, bir kimsenin aleyhinde tertip alma, adam öldürmeğe tertip alma,

Statüko: Halihazırdaki vaziyet.

Şecere: Bir soyun bütün fertlerini gösterir cetvel,

Şemâil: Ahlâk, huy, tabiat ve dış görünüş vasıfları

Şer'î Hükümler: Allâh'ü Teâlâ'nın emirleri ve yasakları, kanunlar.

Şiir: Güzel, tertipli menzume. tahayyül, tasavvurları ve bâzı hakikatları hoşa gidecek şekilde ifade eden ölçülü söz.

Şimal: Kuzey,

Taassub: Bir şeye körü körüne bağlanıp onda israr etmek,

Tahzir: Korkutma,

Tarassud: Gözetme,

Târih:Geçmiş hâdiseleri yer ve zaman göstererek inceleyip kaydetmekten hâsıl olan ilim; eser.

Tedrisat : Ders okutmak,

Tekzib: Yalanlamak,

Teşrî: Peygamberimiz'in şerîata dair emirleri, söz ve hareketleri

Tevekkül: Sebeblere tevessül ettikten sonra işin neticesini Allâh'a bırakmak, O'dan beklemek,

Umde: Esas,

Ümmî: Mektep ve medresede okumamış yazı yazmak bilmeyen. (Ümmî ile câhil arasında fark vardır. Ümmî yalnız okuyup yazmak bilmeyendir. Câhil ise okuyup yazmak bilse de bir şey bilmeyen kimsedir. Her ümmî câhil değildir.)

Üstad: İlim veya sanatta üstün, amelde mehâretli zât,

Yesrib: Medine'i Münevvere'nin eski ismi,

Zâdegân: Asâlet temiz ve meşhur soydan olan, Aristokrat,

Zirâ': Bir kolun orta parmak ucuna kadar olan uzunluk ölçüsü, (75 cm)  

1