Sabah namazına nasıl kalkılır?
4. Huşû ve tâdil-i erkân ile kılın
- Ayrıntılar
- Kategori: Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?
- Gösterim: 3769
Nefis ve şeytan, kişinin, sabah namazını bir an önce kılıp yatmasını ister. Aceleyle namazı kılıp tesbih ve duayı bile yapmadan uykuya koşan insan, büyük bir hazineyi kaybetmiş olur.
Sabah namazına ayırdığımız zaman, yaşımıza, işimize, meşguliyetlerimize ve olgunluk seviyemize göre değişir. Ama, mutlaka belirli bir seviyenin altına düşmemek gerekir.
Namazı huşû ile, Allah’tan korkarak, acele etmeden, sure ve duaları yavaş yavaş okuyarak, her hareketin hakkını vererek kılmalısınız. Şu âyet meâli, bize namazda huşûu anlatır:
“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazda huşû içindedirler.” (Mü’minûn:1-2)
Bu hususta en başta Peygamberimiz (a.s.m.) olmak üzere İslâm büyüklerinin namaz kılışlarını öğrenmek ve ibret almak şarttır.
Peygamberimizin (a.s.m.) her hâli gibi namaz kılışı da harikadır ve bize örnektir. O her namazında “ihsan” hâlindedir. Peygamberimiz (a.s.m.), “İhsan nedir?” sorusuna şu cevabı vermiştir:
“İhsan, Rabbini görür gibi namaz kılmaktır. Her ne kadar sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.” (Müslim, c.1, s.157)
Bir sahabe, Resulüllahın namaz kılışını şöyle anlatır:
“Hazret-i Peygamber namaza başladığı zaman, çevresinde bulunanlar onun göğsünden, kaynayan buhar kazanının fokurtularına benzeyen bir fokurtu işitirlerdi.”
O öyle bir namaz kılardı ki, görenler şaşırırdı. Namazda iken ayakta, rükûda ve secdede o kadar uzun dururdu ki, sanki vefat etti sanırlar, heyecanlanırlardı.
Peygamberimiz (a.s.m.), sabah namazlarında diğer vakitlere göre çok uzun sureler okurdu. Hadislerde, sabah namazının farzında Resulüllahın, “Kaf, Tekvir, İnsan” sûrelerini okuduğu belirtilmektedir. Bu surelerin uzunluğu bir sayfayla üç sayfa arasında değişmektedir. Sünnetini ise çok kısa tutardı. Sabahın iki rekat sünnetinde en çok okuduğu sureler, Kâfirûn ve İhlâs sureleri idi.
Yüce Efendimizi (a.s.m.) rehber edinen ashabının ve İslâm büyüklerinin namaz kılışı da çok muhteşemdir. Yine rivayetlerden öğreniyoruz ki, sabah namazlarında Hz. Osman (r.a.), 13 sayfa olan Yusuf Suresini, Hz. Ömer (r.a.) ise Yusuf Suresini ve 10 sayfa olan Hac Suresini okurmuş.
İbn-i Mes’ud (r.a.) namaza kalktığında Allah korkusundan iki büklüm olur, namaz kılarken evdekilerin konuşmalarını bile duymazmış.
Hz. Ali (r.a.) Efendimizin namaz vakti girdiğinde hâli değişir, rengi atar ve titrermiş. Sebebi sorulduğunda şöyle dermiş:
“Bilmez misiniz ki, bu vakit, Allah’ın yerlere ve göklere teklif edip de onların yüklenmekten kaçındığı bir emanetin eda vaktidir. Ben bu emaneti yüklenmiş bulunuyorum. Yüklendiğim bu İlâhî emaneti en güzel bir şekilde eda edip edemeyeceğimi de bilmiyorum.”
Yine o muhteşem sahabenin ayağına ok battığında, namazda iken çıkarılmasını istediği anlatılır. Çünkü, namazda iken bütün zerreleriyle Allah’a yönelip maddî hiçbir şeyi hissetmediği için bu yola başvurduğu belirtilir. Demek namaza öylesine kendini kaptırmıştı ki, namaz tıpkı ameliyatlardaki anestezi gibi onu kendinden geçiriyor, dünya ile bağlantısını kesiyordu.
Aynı şekilde namazda iken maddî bir acı hissetmeyenlerden birisi de, evliya hanımlardan Rabia el- Adeviyye idi. Bir gün namaz kılarken gözüne bir kamış ucu girmiş, namazını kılıp selâm verinceye kadar hiçbir haberi olmamıştı. Selâm verince, “Bir bakın gözüme saplanan nedir?” diye bağırmış, saplanan kamışı güçlükle çıkarmışlardı.
Hz. Ali’yi (r.a.) üstad kabul eden ve “ondan âlem-i mânâda ders aldığını” belirten Bedîüzzaman Hazretlerinin namaz kılması da çok enteresandı. O, namazı vakit girer girmez, bütün zerreleriyle, duygularıyla Allah’a teveccüh ederek kılardı.
Onun bütün hayatında diline vird edindiği iki kelime vardı: İman ve namaz. Sanki çöllere düşen Mecnun’un “Leylâ Leylâ” diye gezdiği gibi, bütün hayatında “İman iman, namaz namaz” deyip durmuştu.
Onun imandan anladığı, klâsik kalıpların dışında “canlı, hareketli, aksiyoner bir iman” olduğu gibi, namazdan anladığı da, alışılmış dua ve hareketleri ruhsuz tekrar etmek değildir. Onun dünyasında namaz, bir tevhid sembolü, bir var oluş gerekçesi, bir vazgeçilmezlik ülkesi, bütün zerrelerle Allah’a yönelişin bir ifadesi, Ona bütün vechesiyle boyun büküştür. Sanki bütün çabalar, Onun yüce huzurunda bir düğün ve bayramdan farksız olan o kudsî ve lezzetli ânı yaşamak içindir.
Onun eserlerinde işlediği iman âdeta ötelerden soluklar taşıyan bambaşka bir iman olduğu gibi, anlattığı namaz da toplumun geleneksel algıladığı anlamdan çok farklı bir namazdır.
O, hem anlattığı imanı yaşamış, hem de kast ettiği namazı kılmıştır. Onun hizmetkârlarından olan Bayram Yüksel’in şu anlattıkları, onun sanki bambaşka bir âleme girmiş gibi namaz kıldığını gösteriyor:
“Namazı çok huşû içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, Allahü ekber dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalâğa olmasın, ahşap binâ sarsılırdı.”
Yine onun ilk talebelerinden olan Molla Hamid Ekinci’nin anlattıkları da, onun kıldığı namazın bizim bildiğimiz namazın dışında bir namaz olduğunu gösteriyor:
“Arkasında kıldığım namazdan çok zevk alırdım. Namaza duruşu bir mehâbet ve haşyet verirdi insana. Namazdan sonra tesbihat hakkında şu dersi vermişti bize: ‘Namazın sonundaki tesbîhat,namazın tohumu, çekirdekleri hükmündedir.’
“Hazin bir sadâ ile bizden çok ağır tesbîhat yapardı. ‘Sübhanellah’ derken, çok içten ve yavaş bir şekilde duyardık sesini. Çok namaz kılan hocaları görmüşümdür. Fakat böyle hazin ve huşû içinde kılana rastlamadım. ‘Lâ ilâhe illâllah’ diye tesbîhata başladığı zaman, eğer yanında bir tarîkat ehli olsa cezbeye gelirdi. Sesi top güllesi gibi tok çıkıyordu.”
Yine onu Denizli’de iken ziyâret eden Hilmi Arıcı ismindeki bir zat, onun namaz kılışını şöyle anlatıyor:
“Akşam namazı olunca beni çağırdı. Akşam namazını beraber kıldık. Namaza başlamasını tarif etmek zordur. Duyarak, yaşayarak namaz kılıyordu. Ben cemaat oldum, sonra duâ etti.
“Yatsıyı yine arkasında kıldım. Sabah namazına yine çağırdı. Bu namazlarda bambaşka bir heyecan duyuyordum. Namaza başlarken sanki kemikleri çatırdıyordu.”
Onun eserlerinde bütün haşmetiyle anlattığı namaz, kendisinin kıldığı kemâl mânâdaki namazdır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, o nasıl namaz kılmışsa öylece yazmış; nasıl yazmışsa o şekilde kılmıştır.