Bu bölümdeki bir ayet ve beş hadîs-i şerîften bizlere: Düşünecek olan kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür verildiğini, altmış sene ömür verilen bir kimsenin mazeretine imkan bırakılmadığını, Nasr sûresinden ne anlaşılması gerektiğini, Rasûlullah (s.a.v.)’e son zamanlarında vahyin daha sıkça geldiğini ve her kulun öldüğü hal üzere diriltiliceğini öğreneceğiz. [1]
Onlar cehennemde: “Rabbimiz, bizi buradan çıkar, önce yaptığımızdan başkasını yapalım” diye feryat ederler. O zaman onlara şöyle cevap verilir: “Size düşünmek isteyen herkesin düşünebileceği kadar uzun bir ömür vermedik mi? Ve üstelik size uyarıcı da gelmişti, öyleyse yaptığınız kötülüklerin meyvelerini şimdi tadın bakalım. Yaratılış gayesi dışında yaşayanlar, hiçbir yardımcı bulamayacakladır.” (Fâtır: 35/37)
Kitabımızın müellifi Nevevî bu ayet-i kerîmeye şu açıklamayı getirmektedir:
Abdullah ibn Abbâs ve meseleyi iyi tetkik eden alimlere göre bu ayetin anlamı: Biz sizi altmış sene yaşatmadık mı? demektir. Nitekim biraz sonra gelecek hadîs-i şerîf de bu manayı pekiştirmektedir.
Bazılarına göre bunun manası: Onsekiz sene, bazılarına göre kırk sene yaşatmadık mı? demektir. Bu son yorum İbn Abbâs, Hasan el Basrî, el Kelbî ve Mesruk’a aittir.
Medineli’lerin kırk yaşına gelince ibadet ve taata ağırlık verdikleri rivayet edilmiştir. Bazıları ayette beyan edilen sürenin büluğ yaşı olduğunu söylemişlerdir. İbn Abbâs ve alimlerin büyük çoğunluğu ayetteki “Size uyarıcı da geldi” ifadesindeki uyarıcıdan maksadın Hz. Peygamberimiz (s.a.v) olduğunu da söylemişlerdir.
Her kişiye takdir edilen ömür eğer değerlendirilebilirse, pişmanlığa düşmeyecek kadar uzun ve yeterlidir. [2]
113. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.” [3]
* Tirmîzî, Deavât 101 de geçen “Ümmetimin ömrü altmış, yetmiş yıl arasındadır.” Hadisine göre ömür sınırının alt çizgisi olan altmış yaşa varmasına rağmen hala Allah ve Peygambere dönmemiş kişilere fırsat verseydin, zaman tanısaydın iyi bir müslüman olabilirdim deme fırsatı yoktur. Çünkü bu kadar yıl müslüman olmaya ve müslümanca hareketler yapmaya yetecek en uzun zamandır. [4]
114. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Ömer radıyallahu anh Bedir Harbine iştirak etmiş yaşlı sahâbîlerle beraber beni de istişâre meclisine dahil etti. Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e:
– Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var, dedi. Hz. Ömer:
– Bildiğiniz bir sebepten dolayı, diye cevap verdi. Derken birgün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün beni onlara isbat etmek istiyordu. Sahâbîlere:
– “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde…” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:
– Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız, dedi. Kimi de hiç bir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben:
– Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun? dedi. Ben:
– Hayır, dedim.
– Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de:
– Bu sûre, Hz. Peygamberimiz’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir. “Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince – ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidir–, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.
Bunun üzerine Hz. Ömer:
– Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum, dedi.[5]
* Sahabenin en anlayışlılarından ve dini en iyi bilenlerinden ve dört Abdullah’tan biri sayılan ibn Abbâs’ın zeka, kabiliyet ve anlayış farklılığının diğer sahabiler arasında en güzel şekilde bu hadiste ortaya konduğunu görüyoruz.[6]
115. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
“Allah’ın yardımı erişip fetih gerçekleşince…” âyeti indikten sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kıldığı her namazda mutlaka “Rabbimiz, seni tenzih ederim, seni hamd ile anarım. Allahım! Beni bağışla…” derdi.[7]
Buhârî’nin Sahîh’i[8] ile Müslim’in Sahîh’inde[9] Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edilen bir başka hadis de şöyledir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem rükû ve secdelerinde:
“Allahım! Seni tenzîh ederim. Rabbimiz! Sana hamdederim. Allahım! Beni bağışla!” duasını pek sık tekrarlardı. Bu sözüyle o, Kur’an’a imtisal (ve âyeti fiilen tefsir) ederdi.
Müslim’in rivayetinde de[10] şöyle denilmektedir:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vefatından önce, “Seni hamdinle tesbih ve tenzih eder, bağışını diler, tövbe ederim” duasını sık sık tekrar ederdi.
Hz. Âişe diyor ki:
– Ey Allah’ın Resûlü! Yeni yeni söylediğinizi duyduğum bu cümleler nedir? diye sordum. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Ümmetimle ilgili olarak benim için bir işaret tayin edilmiştir. Onu gördüğüm zaman bu kelimeleri söylerim. Bu işaret, Nasr sûresi’dir” buyurdu.
Yine Müslim’in bir başka rivayetinde[11], bu husus şöyle yer almaktadır:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ben Allah’ı ulûhiyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” sözlerini sık sık söyler olmuştu. ” Hz. Âişe diyor ki:
– “Sübhânallah ve bi hamdihî, estağfirullah ve etûbü ileyh” sözlerini görüyorum ki, pek sık söylüyorsun?” dedim.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Rabbim bana ümmetim içinde bir alâmet göreceğimi bildirdi. Onu gördüğümden bu yana “sübhânellah ve bi hamdihî estağfirullah ve etûbu ileyh” sözünü çok söylerim. Ben o alâmeti, Mekke’nin fethine işaret eden “Allah’ın yardımı ulaşıp Fetih gerçekleşince ve insanların grup grup Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü Allah tövbeleri çok çok kabul edendir” (meâlindeki Nasr) sûresi’nde gördüm, ” buyurdu.
116. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
“Allah Teâlâ, Peygamber’in vefatından önce vahyi sıklaştırdı. Öyle ki Peygamber aleyhisselâm vahyin en sık geldiği bir sırada vefat etti.”[12]
* İnsanların gurup gurup İslâm’a girmeleri değişik sorun ve problemleri olması dolayısıyle son dönemde bu ihtiyaçları karşılamak için vahiy sık ve çokca gelmiştir. Çünkü İslâm sistem olarak tamamlanmaktadır. Mâide: 5/3 de belirtildiği gibi. [13]
117. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Her kul öldüğü hal (amel) üzere diriltilir.”[14]
* Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse öyle diriltilir. Bunun açık bir misali kişi gün boyu ne ile meşgul olursa gece rüyasında da aynı şeylerle meşgul olur. Gündüz neyi sayar, neyi hesab eder, ne ile vaktini doldurursa da uykusunda da sayıklaması o iş üzere olur.
Bu sebeble kişinin ölümü de yaşadığı hayat tarzına göre olur. Yani hangi din ve hayat tarzı üzere yaşayarak hayatını bitirmişse o din üzere mahşerde diriltilir ve hesabı ona göre verilir. Öyleyse müslümanca yaşamaya ve müslüman olarak ölmeye gayret etmeliyiz, ölüm geldiğinde bizi müslüman olarak yakalamış olsun. Bu konuda şu duaya devam etmeliyiz:
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi bu gerçeklerden bir daha saptırma, katından bize rahmet ver, şüphesiz bağışı ençok olan sensin. Ey Rabbimiz! Geleceğinde hiç şüphe olmayan bir gün için, mutlaka insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünü yerine getirmekten asla kaçınmaz” (Âl-i İmrân: 3/8-9)[15]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 48
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 48
[3] Buhârî, Rikak 5.
[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 49
[5] Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (110), 1.
[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 49
[7] Buhârî, Ezân 123, 139; Megâzî 5, Tefsîru sûre (110), 1; Müslim, Salât 219, 220.
[8] Ezân 139, Tefsîru sûre (110), 2.
[9] Salât 217.
[10] Salât 218.
[11] Salât 220.
[12] Buhârî, Fezâilü’l–Kur’ân 1; Müslim, Tefsîr 2.
[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 50
[14] Müslim, Cennet 83.
[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 50
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |