Reşahat

Evliya-i Keb'ir

EVLlYA-YI KEBÎR:

EVLlYA-YI KEBÎR:

Hoca Abdülhalik Gucdevânî Hazretlerinin ikinci halifesi.. O da Buhara'dan..

Başlangıçta, Buhara âlimlerinden birinin zahirî plânda ders­lerine devam ederken, çarşıda, nuranî bir zata tesadüf ediyor. Bu, Hoca Abdülhalik Gucdevânî Hazretleridir. Bir bakışta hoca-va tutuluyor ve peşi sıra gitmeğe başlıyor. Hoca bir dükkândan bir parça et satın alıyor. Tutkun genç hemen büyük Velî'nin ya­nına sokulup hizmet arzediyor :

— Müsaade buyurur musunuz, elinizdeki et paketim evini­ze kadar ben taşıyayım ? Hoca bu aşk dolu gence bakıyor, kimbilir onda neler görü­yor ve hemen razı oluyor :

— Peki oğlum, al bu paketi ve eve kadar benimle gel! Evinin kapısında Abdülhalik Hazretlerinin mukabelesi:

— Teşekkür ederim; şimdi bir saat sonra gel de beraber ye­mek yiyelim! Bir saat sonra buluşup sofraya oturdukları zaman, Evliya-yı Kebîr Hazretleri, dışından tahsiline çalıştığı ilim bakımından kendisini sıfır buluyor, yüreğinin Hoca Abdülhalik Gucdevânî elin­de yoğurulmaya, bütün varlığının ona doğru akmaya başladığım hissediyor ve mürşidine kapılanıyor. Artık zahir plânında kendi­sine ders veren hocadan sıyrılmıştır. Fakat o hoca, talebesini tarikatten döndürmek için elinden geleni ardına koymamakta. . Es­ki talebesi hakkında da söylemediğini bırakmamakta. . Buna kar­şılık Hoca Evliya susmakta, asla karşılık vermemekte. . Bir gece Evliya-yı Kebîr Hazretleri, mahut Hoca'nın şenî bir fiil işlediğine dair bir rüya görüyor. Aynı gecenin sabahı ho­ca, onun huzurunda.. Büyük velîyi yüzüne karşı kötülemekle meşgul.. Hoca Evliya dudaklarında zarif bir tebessüm, adama dönü­yor :

— Ey üstad geçinen adam! Gece filân şenî fiilî işlersin, gün­düz de utanmadan karşımıza geçip bizi Hak yolundan döndürmeğe yeltenirsin! Hoca, bu açık keramet karşısında Evliya-yı Kebîr'in ayaklarına kapanırcasına ona el uzatıyor, tevbe ediyor, Abdülhalik Gucdevânî Hazretlerinin kısa zamanda Evliya-yı Kebîr üzerindeki eserini görüp aynı yola giriyor ve eriyor. Evliya-yı Kebîr Hazretleri, Buhara pazarında Sarraflar Mes­cidi denilen yerde kırk gün, kırk gece bir çile çıkarmışlar. . Bu çile esnasında murakabeleri o kadar derin olmuş ki, gönüllerine tek bir yabancı his (havâtır) düşmemiş. . Hoca Ubeydullah Hazretleri, Hoca Evliya'nın bu çilesini fevkalâde büyük görürler, be­ğenirler ve taaccüplerinden parmaklarını ısırırlardı. Derlerdi ki :

— «Hâcegân» yoluna girenler az zamanda öyle bir mertebe­ye erişirler ki duydukları her ses kulaklarına zikir gelir ve zikir­den başka hiç bir şey işitmezler. Hoca Evliya'nın çilesini de, ha­tıra hiç bir şey gelmediği değil, gelenlerin kendi bâtınına asla zahmet vermediği şeklinde anlamak lâzımdır. Bir ırmağın üzerin­deki çerçöp nasıl suyun cereyanına engel olamazsa öyle. . Yine Hoca Ubeydullah Hazretleri anlatıyor :

— Şah-ı Nakşibend Hazretlerinin en ileri bağlılarından Alâ-eddin Attâr Hazretlerine sormuşlar : Sizin gönlünüz, ona hiç bir yabancı his düşmeyecek kıvamda mıdır? Alâeddin Attâr cevap vermiş : Yok, yok, düştüğü olur; ama kalmaz, gider. «Havâtır»a kökünden mâni olmak imkânsızdır. Yirmi yıl nefyettiğim bu fi­kir, bunca emek ve gayretten sonra birdenbire yine zuhur etti, fakat karar kılamadı. «Havâtır»ı karşılamak zor iştir. Hattâ bazıları onlara hiç bir itibar gösterilmeyeceği kanaatindedir. Şu var ki, onların ruha yerleşmesine göz yummamak lâzımdır. Vefatlarına yakın kendilerine dört halife seçtiler. Mübarek kabirleri, Buhara taraflarında Hâkrîz isimli hisa­rın Ayyâr burcu yanında..