Sünnet, bid’at ve mezhepsizlik
şu’rası Yine dinde reform mu? Bir yabancı yazar, “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Yeni ictihad gerekir. Ancak müctehid olmadığı için, İslam ülkelerinden davet edilecek kalabalık bir kuruldan, bir ictihad şu’rası kurulmalıdır. Kurul üyesi fazla olursa, hata daha az olur. Alınacak kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalıdır” diyor. Dinde reform caiz mi? CEVAP Mecellenin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan
hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor.
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: (Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini,
olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar.
Bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar,
dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar
ki din noksan değildir. Kur’an-ı kerimde, buyuruluyor ki: (Bugün sizin
için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size
din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) [Maide 3] Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak,
bu âyete inanmamak olur.) [c.1, m.260] Mezhepsizlik şu’rası Dini değiştirip yıkmak isteyen reformcuların kuracakları şu’radakiler, ya İmam-ı a'zam hazretleri gibi birer müctehiddir veya değildir. Eğer müctehid iseler, ictihadlarını
birleştiremezler. Mesela İmam-ı a'zam hazretlerinin üç talebesi müctehid
oldukları ve hocalarından farklı ictihadda bulundukları halde, hocalarının
ictihadının yanlış olduğunu söylememişler. Çünkü ictihad, ictihadla
nakzedilmez, yani hükmü ortadan kaldırılmaz. En mühimi de farklı ictihadların
rahmet olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Müctehid
âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki) Bu rahmeti ortadan kaldırmak caiz olmaz. Reformcuların kuracakları
şu’rada, 5 reformcu, guslün farzının iki, yedi reformcu da dört olduğuna
karar verse, 5 müctehid, 7 müctehidin kararına uymaya mecbur mu edilecektir?
Halbuki, her müctehid kendi ictihadı ile hareket eder. Başka müctehide
uyması caiz değildir. Sonra gusül ile namaz ile fen vasıtalarının ilerlemesinin
ne alakası olur? Zamanla farzlar, sünnetler değişmez. Efal-i mükellefini değiştirmeye kalkmak düpedüz dini yıkmaktır.
Önce, ictihad edebilmek için ictihad edilecek konu olması gerekir. İctihad, dini konularda olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok
ki ictihad düşünülsün. Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez.
Namazın yeni bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz. İctihad edecek âlim olmayınca kimler ictihad edecek? Davet
edilecek din görevlisi sayısının fazla olması neyi halleder? Yani kemiyetin
çok olması keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi
olursa, çok taş taşınır) diye düşünülsün. Milyonlarca ilkokul talebesi,
bir profesör ile mukayese edilemez. Milyonlarca profesör de bir müctehidle
mukayese edilemez. Reform şu’rası, ittifakla namaz vakitlerini, rekat sayılarını
azaltsa veya çoğaltsa, zekat 1/40 iken 1/100 veya 1/20 yapsalar, yaptıkları
bu reform, dine hizmet mi olur, yoksa dini yıkmak mı olur? Şu’radaki reformcular, müctehid değilse, o
zaman alacakları kararların ne kıymeti olur? Her iki halde de yapacakları
iş, dini değiştirmekten başka bir şey değildir. Şura sözünü ağzına alanların
cahil değilse, sapık olduğu apaçık meydandadır. M.Hadimi hazretleri buyurdu ki: (Edille-i şeriyyenin 4 olması, müctehidler içindir. Mukallidler,
yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin
hükmüdür. Çünkü, mukallidler, nasstan [âyet
ve hadisten] hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, nassa
uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass,
ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, neshedilmiş
olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar.) [Berika s.94] M.Şevket Eygi,
Milli Gazetedeki yazısının ilk iki paragrafında diyor ki: (Bir ilahiyat profesörü çıkıyor, Ehli Sünnet Müslümanlığına
savaş açıp, "Kur'an Müslümanlığı" safsatası altında masonik bir hümanizmanın propagandasını
yapıyor. Bir başka reformcu, "Allah göktedir" diyen aşırı
bir adamın mezhebini ülkemizde yaymak istiyor. Bir ötekisi, imanın şartlarını
altıdan beşe indiren ve Amentü formülünden
kadere iman maddesini kaldıran Pakistanlı bir yazarın metodunun Türkiyeyi kurtaracağını iddia ediyor. Velhasıl ortalıkta bir
sürü yamuk, bozuk, çarpık inanç görüş dolaşıyor. Peki bu hatalı inanış
ve kanaatleri yayanlar kimlerdir? Bunlar kendilerine İslamcı diyorlar
ama peşlerinden gittikleri adamlar genellikle 19. ve 20. asırda zuhur
etmiş on kadar malum ve mahut şahıstır. Halbuki İslam dünyasında, bahusus
Ehl-i Sünnet dairesi içinde binlerce büyük din âlimi, fakih,
mürşid, allame, imam, rehber yetişmiştir. Bizim reformcuların
hiçbiri Gazalinin, Süyutinin, Şaraninin, Birgivinin, Ebülleysin, Ebussuudun, Fahreddin Razinin, Cüveyninin, İmam-ı Rabbaninin eserlerinden bahsetmez. Onlar
ehli sünnet imamlarıdır. Bizimkiler ise selefi, mezhepsiz, Necdi,
telfikçi, reformcu, aktivist
birkaç kişinin peşine takılmıştır.) Not: M.Şevket Eyginin kaderi inkâr eden
Pakistanlı yazar dediği kimse, Mevdudidir.
Necdi dediği de vehhabidir. Allah
gökte diyenler de vehhabilerdir. İbadette
değişiklik, sünnet ve bid’at Allah’a daha iyi kulluk etmek için ibadetleri değiştirmek uygun
olur mu? CEVAP Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibadet etmek için yarattı.
İbadet, züll ve zillet demektir. Yani, insanın
Rabbine, mabuduna, hakir olduğunu, âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir.
Bu da, her aklın ve âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Rabbin
güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve Rabbin gönderdiği Kitaba
ve Peygambere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir insan, bir
işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi
görüşü ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, müslümanlığın icabını yerine getirmemiş olur. Bu iş, itikadda, inanmakta ise ve inanılması gerektiği sözbirliği
ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı küfre sebep olan bid’at
olur. Gayri müslimlerin ibadet olarak yaptıkları
şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibadet niyetiyle
bellerine zünnar kuşanırlar, boyunlarına haç
takarlar. Müslümanların, böyle yapmaları caiz olmaz. Bid’at, itikadda
olmayıp da, amele ait işte kalırsa, fısk,
büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dinde olmayan
bir şey meydana çıkarılırsa, o şey reddedilir.) [Buhari] Âdetlerde yenilik olur Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad,
bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibadet olduğuna
inanılırsa, yahut İslamiyet’in bildirmiş olduklarında bir ziyadelik
veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler,
değişiklikler, bid’at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş
olur. İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, yani yapılırken sevap
beklenilmeyen değişiklikler bid’at olmaz. Mesela, yemekte, içmekte,
binme ve taşıma vasıtalarında yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz
reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek,
otomobile, uçağa binmek, her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak
ve bütün fen ile ilgili bilgi ve aletler dinde bid’at değildir. Bunları
yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak günah değildir. Bid’at, selefi salihin zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan
herşeye denir. Âdet ve ibadetlerde yapılan
değişiklikler bid’attir. Bid’atin ıstılah manâsı ise şöyledir: Resulullah efendimizin ve Onun 4 halifesinin zamanlarında dinde
bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlakı, sonradan ortaya
çıkarmak, sonradan ortaya çıkan böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan
sevap beklemek, yasak edilen bid’at olur. Âdet, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir.
Yiyip içmekte, giyinmekte, ev yapmakta, bineklerde zamanla değişen âdetler,
bir ibadeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe
yasak edilen bid’at olmaz. Mesela çatal-kaşık günah olan bid’at değildir.
Eğer bir âdet, ibadeti bozuyorsa veya dinin yasak ettiği bir şey ise,
bunu işlemek haram olur. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Bid’atin büyük zararı Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Her bid’at
dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İ.Asakir] (Bid’at ehlinin
namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı, nafilesi kabul
olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi İslamiyet’ten çıkması, kolay
olur.) [İ.Mace] (Bid’at ehlinin
tevbesi, bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani] Tevbesi kabul olmaz demek, bid’at ehli, bid’atinden sevap beklediği,
iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid’atten
vazgeçmediği için de ibadeti kabul olmaz, demektir. Âlimler, bid’ati, bid’ati hasene ve bid’ati seyyie diye ikiye
ayırmışlar, okul, kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid’ati hasene)
demişlerdir. Hadika’da, (Böyle bir bid’at,
bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz buna izin vermiştir)
buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle
faydalı şeylere bid’at denmemesini, bid’at kelimesinin bunlara bulaştırılmamasını
ve bunlara sünneti hasene, yani iyi iş denmesini istemektedir. Sünnet,
burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Müslimdeki
hadis-i şerifte, sünneti hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, sünneti
seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir. Sünnet ve bid’at Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim
arasında ayrılık olunca, benim sünnetime ve Hulefa-i
raşidinin sünnetine yapışın!) [Tirmizi] Bu hadis-i şerif, bu ümmette çeşitli ayrılıklar olacağını haber
veriyor. Bunlar arasında, Resulullahın ve Onun 4 halifesinin yolunda
olana sarılınız diyor. Sünnet, Resulullahın, sözleri, bütün ibadetleri,
işleri, itikadları, ahlakı ve bir şey yapılırken görünce, mani olmayıp
susması demektir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Fitne fesat
yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir!) [Hakim]
Yani nefse ve bid’atlere ve kendi aklına uyarak İslamiyet’in
hududu dışına taşıldığı zaman, benim sünnetime
uyana, kıyamette yüz şehid sevabı verilecektir. Çünkü fitne fesat zamanında
İslamiyet’e uymak, kâfirlerle harp etmek gibi güç olacaktır. Bir hadis-i
şerif meali: (İslam dini
garip olarak başladı. Sonu da garip olacaktır. Bu gariplere müjdeler
olsun! Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltir.) [Müslim] Yani, İslamiyet’in başlangıcında, insanların çoğu, müslümanlığı bilmedikleri, onu yadırgadıkları gibi, ahir zamanda
da, dini bilenler azalır. Bunlar, benden sonra bozulmuş olan sünnetimi
ıslah ederler. Bunun için, emr-i maruf ve
nehy-i münker yaparlar. Sünnete,
yani İslamiyet’e uymakta başkalarına örnek olurlar. İslam bilgilerini
doğru olarak yazıp, kitaplarını yaymaya çalışırlar. Bunları dinleyenler
az, karşı gelenler çok olur. Bid’at ehli ile birleşmek Peygamber efendimiz, (Allah’ın kulları, kardeş olun) buyurduğuna
göre, birbirlerinin hatalarını görmeyip Ehli sünnet ile bid’at ehli
niçin birleşmiyor? CEVAP Bu hadis-i şerifin manası, (Kardeş olmanızı sağlayacak şeyleri
yapın) demektir. Buna göre, bid’at sahiplerinin, hak yolda bulunan müslümanlarla
kardeş olabilmeleri için, bid’ati terk etmeleri ve sünneti kabul etmeleri
gerekir. Bid’ate devam edip de, Ehli sünnet
olanları kendileri ile kardeş olmaya çağırmaları, açık sapıklık ve çirkin
bir hiledir. (Umdet-ül-kari) Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden birkaçı: (Bid’at ehline
sert davran! Allah, onlara düşmandır.) [İbni Asakir] (Onlardan
kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim] (Hasta olurlarsa,
ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Davud] (Karşılaşınca,
onlara selam vermeyin!) [İbni Mace] (Onlarla
birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların
cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!) [İbni Hibban] (Ben onlardan
değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad
etmek, kâfirlerle cihad etmek gibidir.) [Deylemi] (Bid’at ehli,
bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İ.Neccar]
Yani itikadda veya amelde veya sözde yahut ahlakta bid’at olan
bir şeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibadetleri sahih olsa da,
hiçbiri kabul olmaz. İbadetlerinin kabul olması için, bu bid’ati terk
etmesi gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bugün kalpler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse
de, hepsinden kaçınmak gerekir. Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır.
Hadis-i şerifte, (Her bid’at
sapıklıktır) buyuruldu. [Kur’an-ı kerimde ise, (Bazı şeyleri faydalı sanıp seversiniz, Halbuki sizin için zararlıdır)
buyuruldu. (Bekara 216)] Bid’atin zararı büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bid’at işleyenin
hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Deylemi] (Allah bid’at
ehlinin amelini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) (İbni Mace]
(Allah, bid’at
ehlinin tevbesini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) [Taberani] (Bir bid’at
çıkarınca, bir sünnet kaldırılmış, eksiltilmiş olur.) [İ.Ahmed]
(Bid’atten
sakının; her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İbni Asakir]
(Bid’atler
yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini
gizlerse, Allah’ın, Muhammed aleyhisselama indirdiğini gizlemiş olur.) [İbni Asakir] (Bid’atler
çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi] Bid’at ehlini hoş görme Bir yazar, (Mezhepsiz yazarların kitaplarında, yanlışlık ve
bid’at de olsa, hoş görmek, yumuşak davranmak ve bir kardeş olarak onları
sevmek gerekir!) diyor. Bu caiz midir? CEVAP Yazar, (Bid’at ehline sevgi ile bakmalı, kardeş olmalıyız)
diyor. Peygamber efendimiz de, (Bid’at
ehline, selam vermeyin, sert davranın! Allah, onlara düşmandır. Onlardan
kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler! Onlarla birlikte bulunmayın,
onlarla namaz kılmayın, birlikte yiyip içmeyin, cenazelerine gitmeyin,
kız alıp vermeyin! Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir)
buyuruyor. Resul-i ekrem efendimiz, (sert davranın) buyururken, yazarın yumuşak davranması caiz olur mu?
Allah saklasın, Resulullah efendimizin sözünü bırakıp da yazarın tavsiyesine
uyarsak halimiz ne olur? Yobaz kelimesi, kaba, cahil, bozuk ve sapık düşüncelerini ve
siyasi kanaatlerini din bilgisi olarak ileri süren kimse demektir. Bozuk
düşüncesini, yanlış kanaatini kabul ettirmek için, din bilgilerini yanlış
söyler. Bunlardan bazısı, taşıdığı etiketten, sığındığı kanun maddelerinden,
çoğu da müslümanların imanlarını istismar etmekten güç alır. Büyük halk
kitlelerini arkasına takarak bölücülüğe, kardeş kavgasına sebep olur.
Yobazların en zararlısı ve en tehlikelisi, mal, para, makam elde etmek
için yabancı ideolojilerin, dinde reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını
yaparak, milletin imanını, ahlakını bozan, satılmış, din ve fen ve siyaset
yobazlarıdır. Yobazları üçe ayırabiliriz: 1- Din ve dünya
bilgilerinden mahrum olan, fakat kendini ilim adamı sanan cahil yobazlardır.
Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk aldanıp, zararlı
yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan Patrona
Halil, Kabakçı Mustafa, mehdi olduğunu iddia eden Celali gibi kimseler
bu kısım yobazlardandır. 2- Kötü din
adamları olan din yobazlarıdır. İlimleri biraz varsa da, sinsiz maksatlarına,
mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini
veya bildiklerinin tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyet’in dışına
çıkarlar. Kötülükte, dini yıkmakta, cahillere örnek olur, rehberlik
ederler. İslam dininde büyük yaralar açan İbni Sebe,
Ebu Müslim Horasani, Hasan Sabbah ve Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin,
Osmanlı padişahlarının şehit edilmelerine fetva veren din adamları,
vehhabilik fitnesini ortaya çıkaran Necdli
Abdülvehhab oğlu ve Mısırdaki mason locası
başkanı Efgani ve Kahire müftüsü mason Abduh
ile çömezi Reşid Rıza ve Hindistanda
İngilizlerin, İslamiyet’e hücumlarına vasıta olan münafık Ahmed Kadıyani ve benzerleri, yeni türeyen reformcular ve mezhepsizler
ve din adamı şekline girerek Osmanlı Devletinin yıkılmasına çalışan
meşhur İngiliz casusu Lawrens hep bu kısımdaki
yobazlardandır. Bunlar, müslümanların din duygularını, imanlarını sömürerek,
dinimizi içerden yıkmaya çalışmışlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek,
kitaplarını okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının
zararları bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Geçmişte
İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları
sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamberimiz,
(Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların
72 si Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak)
buyurdu. Doğru yoldan ayrılan bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü
din adamları idi. ) [m.47] 3- Üniversite
diplomalı, fen adamı olarak ortaya çıkan fen yobazlarıdır. Fen yobazları,
gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyet’ten ayırmak için,
uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi,
ilericilik olarak anlatıp, "din kitapları bu bilgilere uymadığı
için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda yaşamak gericiliktir"
derler. Namaz kılan, tesettüre riayet eden, içki içmeyen, kısacası müslümanlığı
yaşayan temiz müslümanlara, gerici, tutucu, irticacı, mutaassıp gibi
yaftalarla saldırırlar. Maksatları müslümanlığı
yıkmaktır. Üstelik, "biz de müslümanız" derler. Din yobazları din bilgilerini değiştirdikleri gibi, fen yobazları,
fen bilgilerini değiştirerek İslamiyet’e saldırırlar. İslamiyet’i iyi
bilen ve üniversitede iyi yetişmiş olan akıllı bir kimse, bunların sözlerinin
ilme, fenne uymadığını, fen ve din cahili olduklarını hemen anlar ise
de, bazı gençler, talebeler, bunların etiketlerine aldanarak, yalanlarına
inanır, felakete sürüklenirler. Bu yobazlar iyi bilinmelidir! Din düşmanları, İslamiyet’i yıkmak için, özellikle şu yollarla
saldırıyorlar: 1- Âlimlere
olan itimadı yıkmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Bu misalleri
ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız
âlimlerden sorun!) [Nahl 43] (Bilenle
bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9] Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Âlimlere
tâbi olun.) [Deylemi] (Âlimler
benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym] (Âlimler,
kurtuluş rehberleridir.) [İ. Neccar] 2- Mezhepleri
birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler,
mezheplere kinli boğa gibi saldırıyorlar. Halbuki mezhepler kardeştir.
Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber
efendimiz, (Âlimlerin farklı
ictihadları, mezheplere ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki) 3- Eshab-ı
kirama olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Maksatları onların rivayet
ettiği hadis-i şeriflere ve onların topladığı Kur’an-ı kerime gölge
düşürmektir. Halbuki Allahü teâlâ hepsinden razı olduğunu, hepsinin
Cennetlik olduğunu bildiriyor. (Tevbe
100, Hadid 10) Rafizi meşrepli kimseler de, “Müslüman
müslümanla savaşmaz” diyerek Hz. Ali ile savaşan eshab-ı kirama kâfir
diyerek hakaret ediyorlar. Halbuki iki müslüman ordunun savaşabileceği
Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da kâfir denmez. Çünkü, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz)
buyurulmuştur. (Hücurat 9) 4- Asırlardır
gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların hilafetinin sahih
olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığı, dolayısıyla
bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymak istiyorlar.
[Âlimlere itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz.]
5- Geri kalışımızı
yeni ictihadlar yapılmayışına bağlamaya çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimin
yanlış şekilde tevil ve tefsirleri yapılarak yeni görüşler çıkarmak
suretiyle dini bozmaya çalışıyorlar. 6- Hadis-i
şeriflere olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Halbuki hiçbir hadis kitabında
ve hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis yoktur. İslam
Âlimleri din düşmanları tarafından, din kitaplarına sokmaya çalıştıkları
sözleri kitaplarına almamışlardır. Bazı cahil okuyucular, (Bir hadisi
Kur’ana göre ölç ona göre yaz) diyorlar. Sanki İmam-ı Buhari ve diğer
hadis âlimleri bir hadisi kitaplarına alırken Kur’ana uyup uymadığını
anlamamışlar da biz mi anlayacağız? 7- Herkesin
meal okumasını teşvik ediyorlar. Böylece her anlayışa göre farklı görüşler
meydana çıkmasına, yani dinde anarşi çıkarmaya çalışıyorlar. Mesela
Kur’anı yanlış tevil ederek, namaz üç vakittir, tesettür farz değildir,
tavuktan, balıktan kurban olur diyorlar. Allahü teâlâ, Peygamber efendimize
Kur’anı açıklamasını emretmiştir. (Nahl 44), Peygamber efendimiz de,
Kur’an-ı kerimi açıklamıştır. Onun için Kur’anı yorumlamak için Resulullahın
açıklamasına bakmak şarttır. Onun açıklamasından farklı yorumlar getirmek
dinde reform olur. Hatta Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini de
âlimler açıklamış, bize onlara uymaktan başka şey bırakmamışlardır. Din düşmanlarının bu oyunlara bilmeden alet olmak gaflet, bilerek
alet olmak hainliktir. Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp,
(Fukaha, ictihad kapısının kapatılmasında
ve bundan böyle dört mezheple iktifa edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun
neticesinde İslam düşüncesi duraklamış, hukukta ve diğer İslami
ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden
kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi
olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın
bir alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan,
kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık.
Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz? Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve
Meragi gibi çömezleri, mezheplere saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli)
diyerek mezhepleri kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Sünniliği yıktırıp Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, (Herkes
ictihad etmeli) diyerek ehli olmayan kimselerin de ictihada yeltenmelerine
sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her
asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan
sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi
de çok zordur. Bu zoru başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir
şey demez. Müctehide ihtiyaç yok Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi.
Mutlak müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü
Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında
yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan hükümlerin
hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı.
Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini
tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid
denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine
zıt gibi görünen hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam
arkasında Fatihanın okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis
var. İcazetsiz bir kimse, bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek,
yahut hadis âlimine iftira edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak
niyetiyle hadis okuması, elbette doğru olmaz. Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı
şeyi başaramaz. Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış
mıdır? (Herkes araba kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı
yapmalıdır) demek ne kadar saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı,
hadisten hüküm çıkarmalı, Kur'an meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı)
demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir
ve canından olabilir. Fakat hadisi, Kur’anı anlamayan kimse, bunlarla
amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tâbii
ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O, (hayır herkes hadis
okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi amel etmelidir) demek istiyor.
Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek,
akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır.
Profesör olmak kadar kolay değildir. Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat
her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir. Dinimiz bir
düşünce, bir görüş değildir Özellikle Mısırlı, Suriyeli bazı yazarlar ile onların etkisinde
kalan kimseler, İslam dini yerine, "İslam nazariyesi" "İslam
düşüncesi", "İlâhi şuur", “İlahi görüş birliği” tâbirlerini çekinmeden
kullanıyorlar. Acaba bunlar müsteşrikler gibi, İslamiyet’in semavi din
olduğuna inanmıyorlar mı? Küfre düşürücü ifade kullananın imanının gideceğini
bilmiyorlar mı? Yoksa, Ehli sünnet itikadına uygun inanmaya önem
vermiyorlar mı? Piyasada Allah’ı tanımakla ilgili ve Allah’ın varlığını
ispat etmeye kalkışan kimisi tercüme birçok kitap vardır. Genelde bu
kitaplar, akli ve felsefi görüşlerle doludur. Kaynakça olarak gösterilen
kitapların çoğu da asrımızdaki sapık yazarların eserleridir. İmam-ı Rabbani,
İmam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir
Geylani gibi büyük İslam âlimlerinin kitaplarından nakil yoktur.
Milyonlarca hadis-i şerif, âlimlerin ictihadları ve hikmetli sözleri
varken, bunlardan nakil yapılmayıp, şahsi görüşe, şahsi yoruma yer verilmiş.
Anlaşılan bu tip yazarlar, küfre düşürücü sözleri bilmiyorlar.
Zaten Allah’ın varlığını ispat ile uğraşanlar, genelde küfre düşürücü ifadeler kullanıyorlar. İslam âlimleri, (Allah’ın
yaratmak, var olmak gibi sıfatlarını insana vermek veya insanın, akıl,
şuur, hafıza ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allah’a vermek
küfürdür) buyuruyorlar. Mesela bir kimse, (Allah akılsızdır) dese, bu bir hakaret
olacağı için küfre düşer. (Allah akıllıdır) dese, bu sefer de, onu yaratık
kabul ettiği için küfre düşer. (Allah iyi düşünür) dese yine kâfir olur.
Çünkü akıl, şuur, hafıza, düşünme işi, görüş mahluktur, yani yaratıktır.
Allah’ın böyle sıfatları yoktur. Bu Yazarlar ise bunun gibi büyük hatalara
düşmüştür. (Yaratılmış olanın
özelliklerine bakarak, yaratanın özelliklerini bulmaya çalışacağız)
diyorlar. İslam âlimleri,
(Bilinenle bilinmeyen mukayese edilmez) buyuruyor. Yani yaratıcı
ile onun yarattıkları mukayese edilemez. Bu Yazarlar işe yanlış başladığından yanlış sonuçlar çıkarıyorlar.
İnsan vasfı sayar gibi, Allah’ın vasfını sayıyorlar. (Allah çok akıllıdır, hafızası çok geniştir,
çok hızlı düşünür, çok çalışkandır) diyorlar. Senâüllah
Pâni-püti hazretleri
(Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı
olduğu şeyler, ancak Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile
anlaşılamaz) buyuruyor. (Allah özenerek yaratır) da diyorlar. Bu da Allah’ı âciz
sanmaktan ileri gelir. Bir âyet-i kerime meali: (Bir şeyin olmasını
istediğimiz zaman, ona sadece ol deriz, o da, hemen oluverir.) [Nahl 40] Bu yazarlar kaderi de iyi bilmiyorlar, (İnsan, kendi kaderine
tesir eder) diyor. Kader, değişmeyen son şekildir. Kaderi Allah da değiştirmez.
Allah’ın vasıflarını bildirirken, âlimlerin kitaplarından alarak, sıfat-ı
zatiyye ile sıfat-ı sübütiyyeyi
yazsalar, büyük hizmet etmiş olurlar. Kendi görüşleri, kendi akıllarını
din gibi ortaya atıyorlar. Hadis-i şerifte, (Dini
aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur) buyuruldu. (Taberani) Düşünce,
bir
iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüş
de düşünce demektir. Nazariye de, akli, zihni esaslara
dayanan görüş, teori demektir. Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi nazariye,
ilahi şuur denmez. Kur'an-ı kerimdeki hükümlere bile "Kur'ani görüş" diyorlar. Yeni ifadeler kullanmayı marifet
sanıyorlar. Bunları kullanmak küfürdür. Böyle küfür dolu yazılara itibar
etmemelidir. |
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |