Mutezile
Bozuk
fırkalardan biri olan Mutezile, Hasan-ı
Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük
Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah
işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek
Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl), yani
(Vasıl bizden
ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele=ayrıldı kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir.
Sonraki
yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vasıl bin
Ata'nın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın
zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibadetlerle, muamelatla..)
iman arasındaki
münasebet ve diğer konularda islam dininin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan
ayrılıklara düşmüşlerdir. Kuru akılcı ve bid’at fırkalardan Mutezilenin görüşlerinden
bazıları şunlardır:
Sahabenin hepsinin âdil ve cennetlik olduğunu inkâr ederler.
Halbuki Kur’an-ı kerimde, (Onların hepsine hüsnayı [Cenneti] vâdettik) buyuruluyor. (Hadid
10)
Miracı, diğer mucizeleri ve kerameti inkâr ederler. Kur’an-ı kerimde, kerametin hak olduğunu bildiren âyetlerden
bazıları şunlardır: Ledün ilmine sahip bir zat,
Belkısın tahtını bir anda getirdi. (Neml
40) Hz. Meryeme her zaman taze meyve ve yiyecek verilirdi. (A. imran 37) Eshab-ı kehf asırlarca, ölmeden uyudu. (Kehf 17, 18)
(Cennette olanlara Allah görülmez) derler. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Ahirette, yüzleri
nurlu olarak, Rablerine, bakarlar.) [Kıyamet 22,
23]
(Günah işleyen kâfir olur, amel imandan parçadır) derler. Ehl-i sünnet itikadında, amel ile iman ayrıdır, günah işleyene
kâfir denmez. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Allah şirki [küfrü]
affetmez. Diğer bütün günahları
ise, istediğini affeder.) [Nisa 48]
(Kabir ziyaretinde, enbiya ve evliyadan yardım istemek caiz
değil) derler. Hadis-i erbain’de (Bir
işinizde, sıkışıp şaşırınca, kabirdekilerden yardım isteyin!) buyuruluyor.
Kabir sualini, kabir azabını inkâr ederler. Hadis-i şerifte, (Kabir
azabı vardır) buyuruldu. (Buhari)
(Ölüye, dua fayda etmez) derler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dirilerin duaları
ile, ölülere çok rahmet verilir. Dirilerin, ölülere hediyesi, onlar
için dua ve istiğfar etmektir.) [Deylemi]
(Sırat, mizan, şefaat diye bir şey yok) derler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamette mizan,
sırat, şehidi rahatsız etmez.) [Beyheki] (Cehennem üzerine
Sırat köprüsü kurulur.) [Buhari] (Büyük günah
işleyenlere şefaat edeceğim.) [Nesai]
(Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Aklın beğendiği,
güzel gördüğü şeylere farz, çirkin gördüğü şey ise haramdır. Din bildirmese
de, akılla haramı ve farzları bilmek mümkündür) derler. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de,
her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz.
Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere,
âlimlere lüzum kalmazdı. Dinin hükümlerini duymayan, cezalandırılmaz.
Bir âyet-i kerime meali: (Biz peygamber
göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.) [İsra 15]
Eski milletlere mubah olan bazı şeyler, bizlere haram edilmiş,
eskilere haram olan bazı şeyler de bizlere mubah kılınmıştır. Demek
ki, bir şeyin farz veya haram oluşu, ancak dinin emri ile belli olur,
akıl ile belli olmaz. Mesela eskiden sığır ve davar iç yağı haram idi,
bizlere ise helaldir. (Enam 146)
Ehl-i
sünnet âlimleri buyuruyor
ki: Nakil yolu ile anlaşılan, yani Peygamberlerin söyledikleri
şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir
arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa,
çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar, yahut, alışmış olduğu düz
yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar
harap olur. Akıl da, yürüyemediği, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye
zorlanırsa, ya yıkılıp insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu,
dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatır.
Akıl, his kuvveti ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve
onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini
kötülerinden ayırmaya yarayan, bir miyardır, bir alettir. Böyle şeylere
bağlılıkları olmayan varlıklara eremiyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde,
Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmaktan
başka çare yoktur.
Peygamberlere tâbi olmak, aklın gösterdiği bir lüzumdur ve
aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. Peygamberlerin, aklın dışında
ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı
bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmeyen yerlerde, pervasızca
yürümeye ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer
ki, her an uçuruma, girdaba düşebilirler. Nitekim, felsefeciler ve tecrübeleri
hayalleri ile izaha kakışan maddeciler, akılları dışında bulunan sözlerinin
çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakikatleri meydana çıkarırken,
bir taraftan da, insanların seadet-i ebediyyeye kavuşmalarına mâni olmuşlardır.
Tecrübelerin dışına taşmayan akıl sahipleri, bu acıklı hali, her zaman
görmüş ve bildirmiştir.
İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, akla uymayan
bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği
şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı
ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine
lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir,
bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz
göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği
içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber
göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya,
peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Bütün Peygamberler,
akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak,
bulup faydalanmak için çalışmayı emir ve teşvik buyurmuş, kendileri
dünya işlerinden herbirinin, insanları ebedi saadete ve felakete nasıl
sürükleyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği
şeyleri açık olarak bildirmişlerdir.
Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden,
faydalıyı zararlıdan ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl bir ölçü aletidir.
Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Mahluklara ait bilgilerde
ölçü olur. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar mahluklara
ait bilgilerde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. Acaba insan,
bir yol gösterici, bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği
doğru yolu bulabilir miydi? Tarih incelenirse, insanların kendi başlarına
gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür.
İnsan, kendini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu,
aklı sayesinde düşündü. Fakat, ona giden yolu bulamadı. Bunu önce etrafında
aradı. Kendine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya
başladı. Sonra büyük tâbiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanardağları
gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları sandı. Herbiri için bir suret,
simge yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların gazabından korkarak
kurbanlar kesti. Her yeni olayla, o olayı simgeleyen putların miktarı
da arttı. İslamiyet başladığı zaman, Kâbe’de 360 put vardı. Bugün bile
güneşe, ateşe tapanlar vardır. Rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz.
Akıl, göz gibidir, din bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz,
maddeleri, cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden
faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık
kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden,
zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü
açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların
güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz.
Akıl da, yalnız başına maneviyatı, faydalı-zararlı şeyleri
anlayamaz. Allahü teâlâ, akıldan faydalanmak için, peygamberleri, dinin
ışığını yarattı. Peygamberler, dünya ve ahirette rahat etmek yolunu
bildirmeseydi, akılla bulunmazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdık.
İslamiyet’e uymayan veya aklı az olan, Peygamberlerden faydalanamaz.
Zararlardan kurtulamaz.
Peygamberlere tâbi olmak, aklın istediği ve beğendiği bir yoldur.
Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya
kalkışmak, akla aykırı bir iş olur.
Akıl çok şeyi anlar. Fakat herşeyi anlayamaz. Anlaması da kusursuz,
tam değildir. Çok şeyleri, peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır.
Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. Böyle olduğunu bilmeyen
yoktur. Din bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru
olamaz. Din bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına
kalkışmak, aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve peygamberlik
makamına inanmamak olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Akıl,
bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini
kabul etmiş olur.
Allahü teâlâ, aklımızdan istifade edebilmemiz için peygamberler
ve kitaplar gönderdiğine göre, artık bunlara inanmamak için bir mazeret
ileri sürülemez. Bugün Kur’an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu batılı
bilginler bile itiraf etmektedir. Ayrıca tecrübi ilimlerle de ispat
edilmiştir. Bir kelimesi değişse, insan sözü karıştığı ehlince kolay
anlaşılır. Allahü teâlâyı kabul edip de, emir ve yasaklarını kabul etmemek
akla uygun değildir. Güneşe inanıp da, ışık ve ısısına inanmamak, doğuma
inanıp da ölüme inanmamak gibi abestir.
Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl
arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla
güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda
kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl,
bazen doğruyu bulur, bazen da yanılır ve yanılması daha çok olur. En
akıllı denilen kimse, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile, çok hata
eder. Hele ahiret bilgilerinde akla nasıl güvenilebilir?
İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır.
Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir.
O halde, din işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din
birlikte, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur.
Selim olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti
vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru
olduğunu açıkça görür.
Bid’at fırkalarından mutezileye göre aklın yolu birdir. Akıl,
herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akıl ile Allah’ın varlığını
bilme mecburiyeti olduğu gibi, haram ve helal olan şeyleri de akıl ile
bilme mecburiyeti vardır. Halbuki, haram, helal ancak nakil ile anlaşılır.
Ehl-i sünnete göre edille-i şeriyye dörttür: Bunlar; Kitap, Sünnet,
İcma ve Kıyas-ı fukahadır. Şia’da dördüncüsü akıldır. Ehl-i sünnette
ise akıl, edille-i şeriyyeden değildir.
Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de,
her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz.
Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere,
âlimlere lüzum kalmazdı.
İbni
Sakka isimli bir âlim, akla çok önem verirdi. Her şeyi akılla ispata
kalkardı. Allah’ın varlığını, birliğini 99 delil ile ispat eder ve hep
bu konu üzerinde çalışırdı. Zamanla aklının almadığı konular da çıktı,
şüpheleri arttı, bocalamaya başladı. Yusuf-i Hemedani hazretlerine bir
şey sordu. O da (Otur, senin sözünden küfür kokusu geliyor) buyurdu.
İstanbul’a elçi olarak gidince, hıristiyan oldu. Hıristiyan olduktan
sonra da, 100 delil ile Allah’ın 3 olduğunu ispata kalkıştı. (F.
Hadisiye)
Dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik edilmez
yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği
şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına
bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik
etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte
tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam
olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ, (Onlar
gayba iman ederler) buyurdu. (Bekara 4) Resulü de, (Dini aklı
ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur) buyurdu. (Taberani)
Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahluklara rahmet
ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi
aciz insanlara, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri,
beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette
faydalı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti.
Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz,
Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski
Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı
inkâr ettiler. Kısa akılları herşeyi zaman yapıyor sandı. Nemrudun,
Hz. İbrahim ile çekişmesi Kur’an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun
da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve Hz. Musa’yı "Benden
başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti.
Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir
Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz.
Eski Yunan felsefecileri, "Akıl hiç şaşmaz, herşeyin doğrusunu
anlar" diyor, aklın herşeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği
şeyleri de, akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret bilgilerini
ise, hiç anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılamayan şeyleri bulabildiği
gibi, aklın eremediği şeyler de Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır.
Akıl, his organlarının üstünde olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin
üstündedir. Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri
ile öğrenilir.
Peygamberlerin haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının
var olduğu, Peygamber gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten
sonra herkesin dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar
bulunduğu ve İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz. Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları
ile bulunamaz.
[Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri,
elbette faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur.
Dünyada insanların rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına
yararlar. Dünya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden
istifade edilir. Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin,
radyo, sesten hızlı uçak, nükleer denizaltıları ve casus peykler ve
ay yolculuğu gibi nice başarılı şeyler bulunabilir.
Bunlar, İslamiyete karşı değil, İslamiyet ile beraber olan
ve imanı kuvvetlendiren şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde
olan bütün bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu
bulabildiği için, İslamiyete uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi,
istifade etmesi gerekir.]
Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini
anlamakta bunlardan faydalanamamak, hatta bunları öğrenince, kendini
beğenip, aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak
dinden çıkmak, insanlar için yüzkarasıdır. Bütün fen bilgileri, aklın
erdiği şeylerde işe yaramaktadır. Ebedi saadete ve felakete sebep olacak
işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye
kalkışmak doğru olmaz. Bu en mühim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı
dışındadır. Bu en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız
dünya bilgileriyle çözmeye uğraşmak, lüzumsuz vakit geçirmek olur. Çünkü
o bilgiler, aklın ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak Peygamberlerin
bildirmeleri ile anlaşılabilir.
İslam bilgileri fen ve din bilgileri olmak üzere ikiye ayrılır.
Din bilgileri, yalnız nakil ile anlaşılır. bunların kaynağı, Kur’an-ı
kerim ile hadis-i şeriflerdir.
His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. bunun
dışında olan bilgiler his organları ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır.
Bundan başka, insanların hissetme kuvvetleri çok yerde hayvanlardan
daha zayıftır. His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile
bulur, anlarız. Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. bu sınırın
dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği
şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla
güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın sıfatları, Cennet ve Cehennemde
olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir.
Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur,
aklın yanıldığı anlaşılır. Kur’an-ı kerimde dört şey bildirilmektedir: İman, ahkâm, kıssalar
ve haberler.
İmanda, inanılması gereken bilgilerde hiç değişiklik olamaz.
Her peygamberin, her ümmetin inanışı hep birdi. İnanışları arasında
insanlar tarafından bozulmadan önce hiç ayrılık yoktu.
İkincisi olan ahkâm, Allah’ın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması
ve sakınılması emredilen ahkâmda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği
yalnız Allahü teâlâ yapmış ve Peygamberleri ile değiştirmiştir. Kıssalar, geçmiş insanların, ümmetlerin hallerini, yaşayışlarını
anlatmak demektir.
Haberler, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir.
Mesela, kıyamet alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu haber verilmiştir.
Kıssalar ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri
ile çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine
uydurulmaya çalışılır.
Bunlar arasında, birkaç türlü anlaşılabilen bilgiyi, açıkça
bildirilmiş olan başka bilgi ile çatışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada
akla düşen vazife, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır. İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgileri, his organları
ile ve bunlara yardımcı aletlerle gözetleyerek, inceleyerek, hesap ederek
ve deneyerek anlaşılır. Hepsi akıl ve zeka ile yapılır. Hepsinde aklın bulduğuna güvenilir. Nakil ile fen bilgisinde
çatışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır.
Akıl mütevati midir, yoksa müşekkik midir? Mütevati, bir cins
içinde bulunan fertlerin hepsinde eşit miktarda bulunan sıfat demektir.
En yüksek insan ile en aşağı insan, insan olmakta eşittir. Âlim ile
cahilin insan olması aynıdır.
Müşekkik, bir cins içindeki fertlerin hepsinde eşit miktarda
bulunmayan sıfattır. İlim sıfatı böyledir. Mesela bir âlim ile bir cahilin ilmi eşit değildir. Akıl da
insan gibi mütevati değil, ilim gibi müşekkiktir. Yani fertler arasında
eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce
dereceleri vardır. Şu halde "Aklın yolu birdir" demek çok
yanlıştır.
Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri,
akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı,
birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu
bulur, bazen da yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen
kimse, din işlerinde değil, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile,
çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz
olan ahiret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur?
İnsanların şekil ve ahlakları başka başka olduğu gibi, akıl,
tâbiat ve ilimleri de, ayrı ayrıdır. Birinin aklına uygun gelen bir
şey, başkasının aklına hiç de uygun gelmeyebilir. Birinin tâbiatına
uygun olan bir şey, başkasının tâbiatına uymaz. O halde, din işlerinde,
akıl, tam bir ölçü, doğru bir senet olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte,
tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Bunun için, (Dinini ve imanını,
insan düşüncelerinin neticelerine bağlama ve akıl ile inceleyerek varılan
sonuçlara uydurma) buyurmuşlardır. Selim olmayan akılların, yanıldıkları için, bir hakikati kabul
etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Selim olan akıllar,
yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde
ve doğru olduklarını açıkça görür. İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar
için, pek meydanda, aşikâr ve apaçıktır. Senede, ispat etmeye lüzum
olmadığı gibi, tembih etmeye, haber vermeye de lüzum yoktur. (Mektubat-ı
Rabbani, Seadet-i Ebediyye, Faideli Bilgiler, Mizan-ül kübra)
|
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |